Skip to main content

Özel günler ve hediye

Özel Günler Ve Hediye

  •  
  •  

ÖZEL GÜNLER VE KİŞİYE ÖZEL HEDİYE KARAKALEM PORTRE

TÜM ÖZEL GÜNLERİNİZ İÇİN KİŞİYE ÖZEL KARAKALEM PORTRENİZİ ÇİZİYORUZ. WEB SİTEMİZ ÜZERİNDEN SİPARİŞ VEREBİLİR SEVDİKLERİNİZİN GERÇEK SANATSAL KARAKALEM PORTRESİNİ ÇİZDİREBİLİRSİNİZ

ANNELER GÜNÜ HEDİYESİ
Mayıs ayının ikinci pazar günü Anneler Günü'dür. Anneler Günü evrensel bir gündür. Dünyada milyonlarca ana bugün çocukları tarafından sevgi ve saygı ile anılır.

Anneler Günü ülkemizde 1955 yılından bu yana kutlanıyor. Türk Kadınlar Birliği ülkemizde her yıl çocukları için büyük fedakarlığa katlanan annelerden birini yılın annesi seçer.

Amerika'nın Filedelfiya eyaletinde 9 Mayıs 1905>>[Türkiye deki web sitelerin yüzde 90 nında bu tarih 1966 diye geçer,mantıksız bir tarih ama yazmışlar malum kopyala yapıştır yapınca içeriğe bakmadan güvenerek ekliyorlar,iyiki sadece tarih yanlışmış diyelim ve şükredelim.] Neyse biz devam edelim 9 mayıs 1905 günü Jarvis isimli bir kızın annesi öldü. Annesini çok seven Jarvis'in üzüntüsü aylarca sürdü. Hyatla kimsesi kalmayan Jarvis ölüm olayına bir türlü alışamadı. Yaşama küstü. Canlılığını, yaşama sevincini yitirdi. Yemedi, içmedi bir ara ölmeyi bile düşündü. Jarvis'in bu durumunu yakından izleyen komşusu Jarvis'le arkadaş oldu. Bir gün yaşlı komşu söyleşi sırasında Jarvis'e «İnsanlar doğar, yaşar, ölür. Bu bir doğa kanunudur.» dedi.

Bu iki cümle, Jarvis'i çok etkiledi. Ölümün de doğmak, yaşamak gibi bir doğa olayı olduğunu düşündü. Ancak bu doğruyu bulmak Jarvis'in annesine olan sevgisini azaltmadı.

Aradan geçen süre içinde ölüm sözcüğünün soğukluğu gitti. Yerine anne sevgisinin sıcaklığı geldi.

Aradan bir yıl geçti. Bu süre içinde Jarvis, hemen her gün annesinin mezarına çiçekler götürdü. Jarvis'in annesinin ölüm yıldönümünde bütün arkadaşları eve geldi. O gün Jarvis arkadaşlarına :

? Geçen bir yıl içinde çektiğim acılar bana şunu öğretti «Dünyada anne sevgisinin yerini dolduracak hiçbir sevgi yoktur. Yılın bir gününü annelere ayıralım. O günü annelerimizle ilgili anılarla dolduralım. Böylece annelerimize olan sevgi borcumuzu ödeyelim.» dedi.

Arkadaşları Jarvis'in önerisini çok beğendiler. Birlikte hemen kentin Belediye Başkanına gittiler. Başkan onları dinledi. Öneriyi içtenlikle benimsedi. Daha sonra bu öneri gazetelere, yazarlara anlatıldı. Jarvis ve arkadaşlarının çalışmaları kısa sürede sonuç verdi. Amerika Birleşik Devletleri Kongresi mayıs ayının ikinci pazar gününün Anneler Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı

BABALAR GÜNÜ HEDİYESİ


Amerika’nın Virginia eyaletinde yaşayan; Wılliam Smart; altıncı çocuğunu doğururken ölen eşi’nin ardından, tüm hayatını çocuklarına adar. Bunun üzerine; çocuklarından John, babasının doğum günü olan: 5 Haziran tarihinin, özel bir gün olarak kutlanması için, çeşitli yerlere müracaat eder ve bir kampanya başlatır. Bunun üzerine: ilk kez, resmen 19 Haziran 1910 tarihinde, Amerika-Washington-Spokane şehrinde “Babalar Günü” kutlaması yapılır.

Takip eden tarihi süreçte: 1924 yılında, Babalar Günü, Amerika’da, bizzat Devlet Başkanı Calvin Coolidge tarafından kutlanır. 1966 yılında ise, yine Amerika Başkanı Lyndon Johson tarafından; her yılın, Haziran ayının, 3’ncü Pazar gününün “Babalar Günü” olarak kutlanması, resmen ilan edilir. Avrupa kıtasında “Babalar Günü” kutlamaları ise, 1954 yılında, İngiltere’de başlar ve buradan tüm kıt’aya yayılır.İşte babalar gününün ortaya çıkış hikayeside budur.Babalarımızın karakalem portrelerini bize çizidirebilir hatıralarını ölümsüzleştirebilirsiniz.www.karakalemresim.net
Babalar gününü icat edenin elbette kökeni önemli, değil,önemli olan yılda bir kez de olsa babaların,bir anne sevgili kadar önemli olduğunu hatırlamak ve kendisine hatırlatmaktır.

14 ŞUBAT SEVGİLİLER GÜNÜ HEDİYESİ

Sevgililer Günü‘nün başlangıç tarihi eski Roma İmparatorluğu zamanına uzanıyor. Eski Roma’da 14 Şubat günü bütün Roma halkı için önemli bir gündü. Çünkü bu günde Roma tanrı ve tanrıçalarının kraliçesi olan Juno’ya duyulan saygıdan ötürü tatil yapılırdı. Juno ayrıca Roma halkı tarafından kadınlık ve evlilik tanrıçası olarak da biliniyordu. Bu günü takip eden 15 Şubat gününde ise Lupercalia Bayramı başlıyordu.

Bu bayram, halkın genç nüfusu için büyük önem taşıyordu. Bunun nedeni ise yaşantıları kesin kurallar ile sınırlandırılmış, bunun doğal sonucu olarak bir birliktelik yaşama şansı olmayan bu gençler, sadece bu bayram süresince bile olsa birbirlerinin partneri oluyorlardı.

Hangi genç bayanın hangi genç erkek ile bir çift oluşturacağı eski bir gelenek olan ve Lupercalia Bayramı’nın arife günü yapılan bir çekiliş ile belli oluyordu. Romalı genç kızlar, isimlerini küçük kağıt parçalarının üzerine yazıp bir kavanoza koyuyorlardı. Erkekler ise kavanozdan bu kağıtları çekerek üzerinde hangi kızın ismi yazıyorsa o kızla bayram eğlenceleri boyunca beraber oluyorlardı. Bu birliktelikler birbirine aşık olan çiftler için bayram süresinin dışına taşıp genellikle evlilikle sonlanıyordu.

İmparator 2. Claudius, Roma’yı kendi katı kuralları ile zalimce yöneten bir hükümdardı. Onun için en büyük problem, ordusunda savaşacak asker bulamamaktı. Ona göre bu durumun tek sebebi Romalı erkeklerin aşklarını ve ailelerini bırakmak istememeleriydi. İşte bu yüzden, Roma’daki tüm nişan ve evlilikleri kaldırdı.

Aziz Valentine de Claudius’un hükümdarlığı zamanında Roma’da yaşayan bir papazdı. Kendisi gibi papaz olan Aziz Marius ile birlikte Claudius’un yasağına rağmen gizlice çiftleri evlendirmeye devam etti. Ancak İmparator bu durumu bir süre sonra öğrendi. Aziz Valentine, insanları evlendirmeye devam ettiği için tutuklandı ve yaptıklarının cezası olarak sopa ile dövülerek öldürüldü. Milattan sonra 270 yılının 14 Şubat’ında Hıristiyan şehitliğine gömüldü.

Aynı zamanlarda Roma’daki putperestler, şubat ayı içinde kutlanan Lupercalia Bayramı’nı kendi putperest tanrıları için kutluyorlardı. Bayram öncesi yapılan geleneksel çekilişi ise seromoniye bağlı kalarak kendileri için uygulamaya başladılar.Hiristiyan Kilisesinin ilk kurulduğu yıllarda hizmet veren papazlar,bu törenlerin özelliklede evlenmemiş gençlerin isimlerinin azizlerle birlikte anılmasını istedikleri için Lupercalia Bayramının başladığı günü Aziz Valentine Günü olarak ktlamaya başlamışlardır.O günden bu güne her yılın 14 şubat ı sevgililer günü olarak kutlanmaya devam ediyor.

YILBAŞI HEDİYESİ

Cumhuriyet’ten sonra Türkiye’de 1926′de “Milâdî Takvim” kabul edilmiş, 1342 Ocak ayının 1. günü, 1926 yılının 1. günü olmuş ve böylece yılbaşı batı ülkelerindeki gibi Ocak ayı başına getirilmiştir.

Ülkemizde yılbaşı her yıl Aralık ayının 31. günü öğleden sonra başlayan ve 1 Ocak günü akşamı sona eren resmî tatil günüdür.

Bu tatilin ve kutlamasının Hıristiyan dünyasının bayram olarak kabul ettiği Noel’le alâkası yoktur. Hıristiyanlar arasında Noel kutlamaları Hz. İsa’nın doğum tarihi olarak kabul edilen 25 Aralıkta başlar ve bir hafta devam eder. Dinî bir özellik taşır. Bizim için ise yılbaşı sadece bir takvim olayıdır, hiçbir dinî özelliği yoktur.Gerçek olanda budur zaten bizler bir yılın yorgunluğunu o gün unutup ,tv,seyerederek sevdiklerimize hediyeler alarak.TAM BU NOKTADA KARAKALEM PORTRE ÖNERMEDEN GEÇEMİCEM <<]]


Kutlamalardaki amaç, üzüntü ya da sevinciyle bir yılı geride bırakmak ve yeni beklentilerin başlayacağı bir yıla adım atmaktır. Bu yılın iyi geçmesine yönelik dilekler, kişilerin sevdiklerine hediyeler alması,iyi dilekler sunması v.s v.s

HEPSİ BİR YANA SİZE ÖNERİMİZ ONA KENDİSİNİ HEDİYE EDİN ,GERÇEK VE SANATSAL BİR KARAKALEM PORTRE VE RESMİNİZ İÇİN HEMEN BİZE ULAŞINIZ.

Karakalem portre,resim çizdirme,sipariş etme sitesidir.detaylar için anasayfayı tıklayınız.

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ HEDİYESİ

8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.

26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.

İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı ve değişen tarihlerde fakat her zaman ilkbaharda kutlanıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda gerçekleşti. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde kutlanması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde de kutlanmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak kutlanmasını kabul etti. Sendikalar yıllarca bu önemli günde kadına yönelik ayrımcılığı daha güçlü olarak dile getirdi.

Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında daha yaygın olarak kutlandı ve sokağa taşındı. "Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapıldı. 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Kadınlar Günü" kutlanmaya başlandı.Ülkemizdede 1984 yılından bu ayana kutlanmaktadır.Nasılki babalar gününe sonradan alıştık ,kadınlar gününede o kadar alışacak ve benimseyeceğiz.

ÖĞRETMENLER GÜNÜ HEDİYESİ

Başöğretmen Atatürk, öğretmenlerin Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda gösterdikleri etkinliği hep övmüştür. Atatürk yeni Türkiye'nin yaratılmasında öğretmenlere büyük görevler düştüğü inancındaydı. Çağdaş bir ulus olmamız için eğitimin yaygınlaşması gereğine inanıyordu. Bu nedenle Atatürk "Ulusları kurtaracak olan yalnız ve ancak öğretmenlerdir." Sözleriyle öğretmene verdiği önemi ve duyduğu saygıyı en güzel biçimde belirtmiştir.

Öğretmenler Günü Mustafa Kemal Atatürk tarafından öğretmenlere adanmıştır. Atatürk öğretmenlere "Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır." diye seslenmiştir. Atatürk aynı zamanda, zamanında daha yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni alfabesini benimsetmiştir ve bundan dolayı kendisi Başöğretmen olarak nitelendirilmiştir. Millet Mektepleri'nin açılışı ve Atatürk'ün Başöğretmenliği kabul tarihi olan 24 Kasım günü, Türkiye'de 1981 yılından beri "Öğretmenler Günü" olarak kutlanmaktadır.

BAYRAMLAR DIŞINDA DİĞER ÖZEL GÜNLERDE

Kişiye özel günlerdir,Evlilik yıl dönümü,doğum günü,ilk tanışma,nişan tarihi,mezuniyet günü,v.s örnekleri çoğaltmak mümkündür.Kişilerin çok daha özel günleride olabiliyor.Eskiden bugünlerin varlığına kızardım ama şimdi anlıyorum ki ,hayata birazcık mola verdiren,koşuşturmada nefes aldıran,hepsinden önemliside piyasayı hareklendiren esnafı güldüren günlerdir.

Tüm özel günleriniz ve özel anlarınıza hayat vermek ve sonsuza kadar yaşatmak istiyorsanız,sanırım sanattan başka alternatif bulmakta zorlanacaksınız.Size sadece nacizane önerimiz ,bize bir fotoğrafınızı sipariş menüsünden yollayabilir ve bizde 48 saat içinde portrenizi çizer son halini fotoğraflayıp orjinal el çizimi karakalem portreniz yada resminizi özel korunaklı ambalajında size ulaştırırız.>>>www.karakalem<<resim.net

Bizi ziyaret etmeniz için goolede ararken sık kullanılan keliemeler yığınıdır kelime kirliliği için özür dilerim.Aşağıdaki illeri tarihçesi konulu makaleler doğru bilgilerdir.Web siteyle alakasız gibi görünebilir.Amacım googleden arama motorlarından web sitemizi ziyaret etmenizidir.Bu aşamadan sonra ki yazılanları okumanızda karakalem portre çizimi ve sanatsal açıdan çokca faydası yoktur sadece googleden buraya gelmeniz içindir..

İllerimizin Tarihçesi Ve Sanatçıları

ADANA

ADANA'NIN ESKİ TARİHİ

ESKİ ÇAĞLARDA ADANA
Tarihi araştırmalardan elde edilen bilgilere göre, Çukurova, Yontma taş Devrinden bu yana yerleşim yeri olmuştur. Çukurova'nın en eski yerleşim merkezlerinden biri Tepebağ Höyüğü ilk çağlardan kalmadır. Höyükte rastlanan surlarla çevrili kent çekirdeği burada Neolitik çağda yaşayan kent dönemine ışık tutmaktadır.
Tepebağ'ın güneyinde Taş Köprü'nün bitişğinde eski kale yıktırılarak yerine Adana Kalesi yaptırılmıştır. Bu kaleyi daha sonra Mehmet Ali Paşa yıktırmıştır. 1553'te başlayan Ramazanoğulları devrinde, kent oldukça büyümüş bu dönemde Ulucami Tuzzhanı, Yağ Camii gibi eserler yapılmıştır. Adana, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden Osmanlılar'a bağlanmış, 1608'de eyalet olmuştur. Sırasıyla Konya, Malatya, Şam, Halep eyaletlerine bağlı kalmıştır. Bir ara Kıbrıs'tan da idare edilmiş, 1867'de vilayet bundan sonra da Adana Sancaği'nın merkez ilçesi olmuştur. Bu durum Fransız işgaline kadar sürmüştür. İşgal sırasında vilayet merkezi Pozantıya nakledilmiş, işgal sona erince Adana yeniden vilayet merkezi olmuştur. Cumhuriyet, devrinde çok gelişmiştir.

ORTA ÇAĞDA ADANA BÖLGESİNİ EGEMENLİKLERİ ALTINDA BULUNDURAN GRUPLAR
Bizanslılar (M.S. 395-638), İslam Devri, Selçuklular, Ermeni Krallığı
YENİ ÇAĞDA ADANA
Mısır Türk Memlukları, Ramazanoğulları, Osmanlılar.

ADANA'NIN İŞGALİ VE KURTULUŞ SAVAŞI     karakalem
Kayıplara sebep olan I. Dünya Savaşı, siyasi ve ekonomik üstünlük için birbirleri ile mücadeleye girişen Avrupa devletleri arasında ve Avrupa'da çıkmıştır. Kısa zamanda mücadele bütün kıtalara yayılmış ve Osmanlı imparatorluğu da bu savaşın içine sürüklenmiştir. Sonunda imparatorluk çökmüş toprakları parçalanmış, anayurt bile düşman istilası altında kalmıştır. Beş cephede birden ve pek çok devlete karşı savaşmak zorunda bırakılan Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Anlaşması ile imparatorluk topraklarının pek çoğunu düşmana bırakarak çekilmiştir. İşte bu dönemde Suriye cephesinde kalan Türk birliği, o cephede Yıldırım Orduları komutanı olarak bulunan Mustafa Kemal idaresinde Halep'e çekilerek, tamamen yok edilmekten kurtarılmıştır. Zamanın sadrazamı İzzet Paşa tarafından, o sırada grup komutanı Liman Von Sanders'ten (Alman Komutanı) elindeki tüm grup komuta ve koordinasyon yetkisini Mustafa Kemal Paşa'ya devretmesi bildirilmiş ve bu devir-teslim işlerini gerçekleştirmek için 31 Ekim 1918'de Mustafa Kemal Paşa Adana'ya gelmiştir. Liman Von Sanders Paşa'nın Yenildik...bizim için her şey bitti sözüne karşılık, yetkiyi teslim alan Mustafa Kemal Paşa Savaş müttefikler için bitmiş olabilir ama bizi ilgilendiren savaş, kendi istiklalimizin savaşı, ancak şimdi başlıyor karşılığını vermiştir. İşte bu sözlerin özetlediği ve vurguladığı mücadele yılları 1922'ye hatta politik anlaşmaların bitimine kadar yani 1923'e kadar sürmüştür.





Toros geçitlerini tutmaya çalışan Bnb.Menil komutasındaki Fransız taburu, milli kuvvetler karşısında tutunamayarak kaçmaya çalışmış, ancak Karaboğazı'nda çevrilerek esir alınmıştır. İşte Fransız taburunu esir alan 40 kişilik Kahraman Milis Müfrezesi
Bucak Köyü'nde görülüyor.


Mustafa Kemal Paşa 31 Ekim 1918'de geldiği Adana'da 11 gün kalmış, etrafın ve halkın durumunu inceleyerek bunu Genel Kurmay Başkanlığı'na bildirmiştir. Bu telgraflarda sadece mevcut durum değil, ileriye dönük düşünce ve uyarılar da yer almıştır.


İskenderun'a asker çıkararak işgal teşebbüsünde bulunurlarsa ingilizlere ateş açılacağını zamanın hükümet ve başbakanına telgrafla bildiren Mustafa Kemal Paşa, aynı zamanda kendine bağlı kumandalara da benzer bir emir vermiştir. Verilen emre göre denizden İskenderun'a çıkartma yapmak isteyen İngiliz ve Fransızlar'a ateşle karşı konulacaktır.
Tarihi açıdan bakılacak olursa, Adana'dan verilen bu ilk emir Türk Kurtuluş Savaşı'nın ilk emridir. Nitekim, 15 Mart 1923'te Adana'ya tekrar gelen Mustafa Kemal Paşa bu durunu şu sözleriyle toplum ve tarih önünde kanıtlamıştır: Bende bu vekayiin ilk hiss-i teşebbüsü bu memlekette, bu güzel Adana'da vücut bulmuştur.Adana'dan İstanbul'a gönderilen telgrafların hiçbir olumlu etkisi olmadığı gibi, kısa bir süre sonra Yıldırım Orduları Grubu ve 7. Ordu Karargahı lağvedilmiş ve Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a çağrılmıştır.




Adanalılar, İstanbul Hükümetinin 23 Kasım 1918 tarihli, Adana ve dolaylarının boşaltılmasını zorunlu kılan kararını büyük tepki ile karşılamışlardır. Durumu protesto eden, böyle bir harekatın yaratacağı vahim hadiseleri vurgulayan bir telgraf dönemin İçişleri Bakanına yollanmıştır. Kısa bir süre sonra işgal kuvvetleri Mersin limanından Çukurova'ya girmiş, tüm kilit noktaları kontrol altına almış ve sonra Adana'yı işgal etmişlerdir. Bu işgal sırasında Türklere ait bütün sembol, arma, işaret ve levhalar yok edilmiş ve sistemli şekilde Türk halkının soykırımı yoluna gidilmiştir. Fransıs işgal kuvvetleri tarafından yine çok planlı ve katı bir şekilde uygulanan diğer bir işlem de Adana, Çukurova ve civarı bölgelere Ermenilerin yerleştirilmesi olmuştur. 1915 yıllarında yani I. Dünya Savaşı sırasında Anadolu'nun Doğu yöresinde isyan eden Türk halkını öldürüp, işkence eden ve Ruslara yardım ederek ülke içinde 5. kol olarak çalışan Ermenilerin 1915 tarihli Tehcir Kanunu ile Suriye'ye zorunlu göçleri sağlanmıştır. 1918'de Adana ve Çukurova'yı işgal eden Fransızlar kendi birlikleri içinde özellikle Ermeni askerleri getirdikleri gibi, Suriye'den 70 bin Ermeniyi Adana'ya, 12 binini Dörtyol'a, 8 binini Saimbeyli'ye yerleştirmişlerdir. Hatta Antep ve Maraş çevresine de 50 binden fazla Ermeni getirilmiştir. Bütün bu gayretler adeta I.Haçlı Seferi sırasında olduğu gibi yine Avrupa devletlerine bu bölgede ileri karokol görevini görecek bir Ermeni Krallığının yeniden oluşturulması içindi. 1918-1919 yıllarında Adana'da tam bir terör ve cinayet dönemi yaşanmıştır.


Bunlar arasında Abdiağa çiftliği olayları, şehir içi cinayetleri, Taşköprü'de Türklerin çarmıha gerilişi ve kırbaçlanarak öldürülüşü gibi olaylar toplum şuurundan ve hatırasından çıkmayacak olaylar haline gelmiştir. Bunca terör ve baskı arasında Adana ve yöredeki Türkler, örgütlenerek Kilikya Milli Kuvvetler Teşkilatını oluşturmuşlardır. Çukurova, bölgelere ayrılarak, her bölgeye milis kuvvetleri ve komutanı atanmış ve bölge bölge tüm yöre bu milli direnme ve mücadele teşkilatının denetimine girmiştir. Şubat 1920'den itibaren milli kuvvetler düşmana karşı zaferler kazanmaya başlamış ve her zafer daha iyi bir örgütlenme ve daha yüksek bir moral kuvveti sağlamıştır.1920'de Toroslar'dan Fransızlara saldırı başlatılmıştır. Sonuçta 27 Mayıs 1920'de Fransız orduları komutanı Menil, milli kuvvetler tarafından esir alınmıştır. Kar Boğazı Olayı olarak bilinen olay, Kuvayi Milliyenin ilk siyasi zaferidir. Bunu takiben 28 Mayıs 1920'de Fransızlar Mersin-Adana hattına çekilmişler ve kuzey Çukurova (Kozan ve diğer dağlık bölgeler) tamamen kurtarılmıştır. Düzlük, ovalık yörelerde Ermeniler zulüm ve şiddeti artırmışlar ve sayısıs cinayetler işlemişlerdir.10 Temmuz 1920'de Ermeniler tarafından Türklere karşı büyük bir şiddet ve soykırım harekatına girişilmiş ve bu harekat sonucu onbinlerce Türk Toroslara doğru kaçmıştır. Dörtgün süren bu hareket tarihte Kaç Kaç olayı olarak isimlendirilmiştir. 5 Ağustos 1920'de Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Bey (Çakmak) ve milletvekilleri Pozantıya gelmiş ve orayı il haline getirerek Pozantı Kongresini yapmışlardır.

Daha büyük direnişe geçen Türkler çok büyük kayıplar vermişlerdir. Buna rağmen Kasım 1920 sonlarında Fransızları ağır yenilgiye uğratmayı başarmışlardır. Sonuç olarak Fransa, T.B.M.M. hükümetini resmen tanıyarak barış yoluna gitmiştir. Türk-Fransız barış anlaşması, 20 Ekim 1921'de Ankara'da yapılmıştır. Bu anlaşma gereğince 5 Ocak 1922'de Fransızlar Çukurova'dan tamamen (getirdikleri Ermenileri de beraberinde götürerek) çekilmişlerdir. Fransızlarla gidemeyen veya yerli olan Ermeniler de bölgeden kaçmışlardır. Bunlardan 120 bini tekrar Suriye'ye, 30 bini Kıbrıs veya İstanbul'a gitmişlerdir. 5 Ocak 1922 kurtuluşunu kutlama amacı ile Büyük Saat ile Ulu Camii arasına çok büyük bir bayrak çekilmiş ve daha sonra bu bayrak çekilmesi olayı il'in kurtuluş günlerinde tekrarlanmıştır. Bayrak Adana'nın simgesi haline gelmiştir. Adana ve Çukurova halkı milli kuvvetlere katılarak yurdun diğer cephelerinde de çarpışmış ve anavatanı düşmandan kurtarma mücadelesinde sonuna kadar yer almışlardır.

ADANALI SANATÇILAR VE ÜNLÜLER

BİLİMADAMLARI

Abdullah Sisi ( ? ) : Din bilgini. Tefsir Tarihi adlı yapıtıyla tanınır.
Abdurrahim Efendi (1590-1656) : Din adamı. Deli İbrahim ve IV.Mehmet döneminde şeyhülislamlık yaptı. Din alanında yazıları vardır.
Abdurrahman (1707-1758) : Çalışmaları hayvanların yaşamıyla ilgilidir. Hayatül-Hayvan, hayvanlarla ilgili ansiklopedik özellikte bir yapıtıdır.
Abdülhamit Serbest (1953- ) : Elektrik elektronik mühendisi. Profesör.
Abdülkadir Tuan (1940- ) : İşletme profesörü.
Ahmet Ramazanoğlu (1525-1979) : Din bilgini. Mekke ve Medine’de kadılık yaptı. Kuran Tefsiri, Hidayet Şerhi önemli yapıtlarıdır.
Ali Sevim: (1928 - ) : Tarihçi. AÜ DTCF mezunudur. Aynı fakültede profesör olarak görev yapmaktadır. Şair yanı da olan Ali Sevim’in şiir kitapları vardır.
Ayzin Küden(1954- ) : Profesör.Uzmanlık alanı bahçe bitkileridir.
Cezmi Eraslan(1961- ) : Tarih doçenti. Atatürk Araştırma Merkezi bilim kurulu üyesi.
Erdoğan Pekel (1933- ) : Profesör. Alanı zooteknidir.
F.Özden Ekmekçi (1939- ) : Profesör. Alanı İngilizce’dir.
Halis Arıoğlu(1953- ) : Profesör.Uzmanlık alanı tarla bitkileridir.
Hamza Eroğlu (1922 - ) : Tarih profesörü.
Hilmi Demiray: Matematikçi.
İbrahim Agah Çubukçu (1928 - ) : Öğretim üyesi, şair. 1953’te bitirdiği A.Ü.İlahiyat Fakültesine asistan olarak girdi. 1969’da profesör oldu.Bilim alanı dışında da makaleleri olan Çubukçu’nun dört de şiir kitabı vardır.
İ.Çetin Derdiyok : Eski Türk edebiyatı doçenti.
Mahmut Sami Ramazanoğlu : Din bilgini. Yayımlanmış pek çok kitabı vardır.
Mehmetçik Beyazıt (1937- ) : Mühendis. Hidroloji ve su kuvvetleri üzerindeki araştırmalarıyla tanınan profesör. TÜBİTAK bilim ödülü sahibi. Yurt dışında pek çok üniversitede konuk öğretim üyeliği yaptı.
Muammer Tekeoğlu (1953- ) : İktisat profesörü.
Mustafa Akbulut (1934- ) : Kütüphanecilik eğitimi gördü. Aynı alanda profesör oldu. Uluslar arası Kütüphanecilik Şeref Üyeliği ödülü sahibi. Atatürk Araştırma Merkezi bilim kurulu üyesi.
Mustafa İnan (1911 - 1967 Freiburg) : Mühendis. İsviçre’de doktora yaptı. İTÜ İnşaat Fakültesi dekanlığı ve İTÜ rektörlüğü yaptı.
Mustafa Soysal (1937- ) : Tarım ekonomisi alanında profesör.
Necmi Yaşar (1950- ) : Fransızca profesörü.
Osman Fikri Sertkaya (1946 - ) : Türkolog. Eski Türk dili alanında profesör. İÜ Türkiyat Enstitüsü başkanı ve TDK üyesidir.
Remzi Oğuz Arık (1894 -1954 Adana) : Yazar. İstanbul Muallim Mektebi’ni bitirip öğretmen oldu. İ.Ü. Felsefe Bölümü’nü de bitirdi.Sorbon’da sanat tarihi alanında uzmanlık eğitimi aldı. Türkiye’de çeşitli kazılara katıldı. 1939’da profesörlüğe atandı. 1950’de siyasete atılıp, milletvekili seçildi. Türkiye Köylü Partisini kurdu. Meçhul bir uçak kazasında yaşamını yitirdi. Düşün, arkeoloji ve sanat tarihi alanlarında pek çok yapıt verdi. Yapıtlarından bazıları: Adana Ticaret Rehberi, Truva Kılavuzu.
Saime Paydaş : Tıp profesörü.
Semra Paydaş: İç hastalıkları alanında uzman. Profesör.
Semih Tangolar (1959- ) : Bahçe bitkileri dalında profesör.
Sevgi Paydaş (1960- ) : Bahçe bitkileri alanında uzman. Profesör.
Sevgi Kafalı (1941 - ) : Bilim adamı. Tarihçi.
Sinan Eti(1956- ) : Profesör. Alanı bahçe bitkileri.
Yaşar Gürgen (1940- ) : İktisat öğrenimi gördü. Tarım ekonomisi alanında profesördür.
Yılmaz Kurt : Tarih doçenti.
Yusuf Kırtok (1943- ) : Bahçe bitkileri alanında profesör.
Sevinç Sokullu (1926 - ) : Eczacılık Fakültesini mezunu. Bu fakülteyi bitirdikten 18 yıl sonra DTCF Tiyatro Bölümünde okudu. Bu alanda doktora yaptı. Çalışmaları tiyatro alanında oldu.
Şükrü Halûk Akalın(1956 - ) : Türkoloji profesörü. Türk Dil Kurumu üyesi.
Veyis Tansı (1957- ) : Tarla bitkileri alanında profesör.
Yusuf Halaçoğlu: Profesör olan Halaçoğlu Türk Tarih Kurumu başkanıdır.

ŞAİR, YAZAR VE ÂŞIKLAR
Abdülvahap Kocaman (1934 - ): Âşık. 1950’den sonra destan satarak geçimini sağladı. İlerlemiş yaşına rağmen halen şairliği sürdürmektedir. Adana âşıklık geleneğinde birçok âşığın ustasıdır.
Abdünnafi İffet Efendi (1824 - 1891 Hicaz) : Şair, yönetici. İçlerinde Elazığ Valiliği de olmak üzere çeşitli devlet görevleri yaptı. Yapıtları: Divançe-i Şiir, Mahzen-i Esrar-ı Şuara, Kamilül-Asar, Mizanül-Buhran, Tuhfetü’l-Fikir
Admî ( 1820-1894 ) : Şair, gazeteci. Ziya Paşa’nın yardımcılığını da yapan Admi Vilayet gazetesinin müdürlüğü yaptı. Şükufename adında bir şiir kitabı var. Seyhan gazetesinin yazarı ve yöneticisi.
Ahmet Ada (1947 - ) : Şair, yazar. Ceyhan Lisesinde sürdürdüğü öğrenimini yarıda bırakarak çeşitli işlerde çalıştı. Şairliğiyle ünlendi. Şiirleri ödüller kazandı.Pek çok şiir kitabı var. Gün Doğsun Gül Üstüne(1980), Begonyalı Pencere(1998) ilk ve son şiir kitaplarıdır.
Ahmet Hamdi Efendi (XIX.yy.): Divan şairi. Ulemadandır. İyi bir şairdir.
Ahmet Köklügiller (1936 - ) : Yazar. Türkçe öğretmeni. Edebiyata şiirle girdi. Deneme, inceleme türünde ürünler de verdi. Çocuk kitapları yazıp yardımcı ders kitapları ve sözlükler hazırladı.
Ahmet Naim Efendi ( ? - 1831) : Divan şairi. Adana’da öğrenim gördü. Kâtiplik yaptı. Bir anlaşmazlık sonucu yanında çalıştığı kişi tarafından idam ettirildi.
Ali ( ? - 1640 ) : Şair, tarihçi. Şair Nefi’nin öğrencisi. Arapça, Farsça, Türkçe yapıtlar vermiştir.
Ali İlmî ( Ali Bilgili), (1878-1964) : Şair, yazar. Adana’da resmi gazete yazarlığı ve matbaa müdürlüğü yaptı. Devlet memuru olarak başka görevlerde de bulundu. Adana’da yayımlanan Anadolu, Teceddüt gazetelerinin başyazarlığını yaptı. Rehber ve Ferda gazetelerini çıkardı. Kozan’dan milletvekili oldu. Kurtuluş Savaşı’na karşı tutumu nedeniyle 150’lik oldu.
Ali Kanuni (1870-1902) : Şair. II. Abdülhamit döneminde düşünceleri nedeniyle boğdurulan bir şairdir.
Ali Püsküllüoğlu (1935 - ) : Yazar, şair. Liseden sonra sanat ve edebiyat ağırlıklı işlerde çalıştı. Değişik gazete ve dergilerde düzeltmenlik, yazı işleri müdürlüğü gibi görevlerde bulundu. TDK yayın ve tanıtma kolunda çalıştı. Kadirli’de Karacaoğlan dergisini çıkardı. Yusufçuk, onun çıkardığı bir başka dergidir. Şiire ek olarak sözlükler hazırladı, çocuk kitapları yazdı.
Ali Remzi Efendi: ( ? - 1838 İstanbul) : Divan şairi. Bir süre memleketinde öğrenim gördükten sonra İstanbul’a geldi. Müderris oldu. Müfettişlik ve kadılık yaptı.
Arif Bilen (1913-1950) : Yazar. Robert Koleji bitirdikten sonra ABD’de Perdue Üniversitesi’nde okudu. Yücel dergisi kurucusu ve yazarlarındandır.
Arzu Bacı (1964 - ) : Âşık. Kadın âşıklar sorulduğunda adı geçen az sayıda kişiden biridir. Mahlası “Bacı”dır.
Atıf Özbilen (1929 - ) : Şair, eleştirmen. Yeni Adana gazetesinde yazdı. Güney Hareketleri adını taşıyan bir dergi çıkardı. Güney sanat dergisini 14 sayı çıkardı. İstanbul’da Güney’i yeniden çıkardı.
Ayşe Çağlayan (1939 - ) : Âşık. Âşık Muzaffer Çağlayan’la evlidir. Yedi yaşından beri şiir söylemesine karşılık, âşıklığa kocasına âşık olduktan sonra başlamıştır.
Celal Sahir Muter : Şair, gazeteci. Talat Muter’in oğlu. 1922’de çıkan Hayat’ın yazarlarındandır.
Ceyhun Can (1940 -1979 ): Şair. İÜ Hukuk Fakültesini bitirdi. İlk şiirleri Adana’da Şölen ve kendi yayınladığı 18 dergilerinde çıktı. Türkiye İşçi Partisi kurucularından olan Ceyhun Can, Adana'da yazıhanesinde saldırıya uğrayıp teröre kurban gitmiştir.
Çetin Yiğenoğlu (1948 - ) : Gazeteci, yazar. Cumhuriyet gazetesi bölge temsilciliğini yürütmektedir. Çukurova Gazeteciler Cemiyeti başkanlığı yapmıştır. Gazetelerde yazdığı röportaj ve araştırmacı gazeteciliğe yönelik yazıları yanında edebi yazıları da vardır. Öyküleri kitap olarak yayımlanmıştır. Kendisi edebiyatçı yanını ön planda görmektedir.
Dadaloğlu( XIX.yy.): Âşık. Doğum yeri ve tarihi, hakkındaki diğer bilgiler kesin değildir.Toroslarda göçebe yaşayan Avşarlardan Dadaloğlu Âşık Musa adlı şairin oğludur. Asıl adı Veli’dir. İyi saz çalıp, şiir söylemekte ve hikâye anlatmaktadır. Bazı bilgilere göre Avşar beyleri yanında kâtiplik ve imamlık yapmıştır. Kozanoğullarının ayaklanması üzerine Fırka-i İslahiye adlı orduyla Derviş Paşa görevlendirilmiş ve ayaklanmayı bastırmıştır. Avşarların bir kısmı Sivas’a yerleştirilmiş, bazı Avşar beyleri İstanbul’da oturmaya mecbur edilmişlerdir. Dadaloğlu şiirlerinde bu mücadeleyi işlemiş, kahramanlık ve yiğitlik şiirleri söylemiştir.
Deli Boran (XIX.yy.) : Âşık. Bir rivayete göre Çorumlu, bir rivayete göre Adanalıdır. İskân nedeniyle Çorum’a gitmiştir. Üç peşli entari giymesi ve garip davranışlarda bulunması nedeniyle deli olarak nitelenmiştir. Boran ve Deli Boran mahlaslarını kullandı.
Demirtaş Ceyhun (1934 - ) : Romancı, öykücü ve denemeci. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi mezunu. Serbest mimarlık yaptı. Bir ara kitapçılık yaparak yayın dünyasında yerini aldı. Yazarlığı uğraş edindi. Öykü ve romanlarıyla ödüller kazandı. Son zamanlarda araştırmaya yönelik ürünler vermektedir. Çamasan’la Sait Faik(1972), Apartman’la Türk Dil Kurumu Öykü Ödülünü kazandı(1974). Asya romanıyla TRT Roman Başarı Ödülünün sahibi oldu (1974). Haçlı Emperyalizm ilk deneme kitabıdır. Türk Edebiyatında Anadolu, araştırma alanında verdiği ürünlerden biridir. kara cizim ler
Elbeylioğlu (XIX.yy.) : Âşık. Bir rivayete göre Barak Türkmen beylerindendir. Düziçi’nin Elbeyli köyündendir. Adı çevresinde oluşmuş Elbeylioğlu hikâyeleri ile tanınmaktadır.
Fatma Behice Batur (1911- ) : Âşık. Osmanlıca bilmektedir. Türkçe’yi kendi çabasıyla öğrendi. Beş yaşında yitirdiği annesi de âşıktır
Ferrahi (1934-1969 Adana): Âşık. Asıl adı Mehmet Ali Metin’dir. Ferrahi mahlasıyla ünlü halk şairidir. Çiftçilikle uğraştı. Yavuzlar mahallesinde bir saz evi açıp öğrenciler yetiştirdi. 30 yaşında ses telleri felç olduğundan sesini yitirdi. Bundan sonra sadece saz çaldı. Türkülerini ise aşık olarak yetiştirdiği kızı Emine söyledi.
Feymani (1942 - ): Âşık. Asıl adı Osman Taşkaya’dır. Âşıklığa merakı yüzünden ilkokuldan sonra okumadı. Askerliğe kadar köyünde çiftçilik ve çobanlık yaptı. İstanbul’da bir oyuncak fabrikasında çalıştı. Başka işler de yaptıktan sonra 1968 yılında âşıklığa, 1971 de ise köyüne döndü.
Gündeşlioğlu ( XVIII-XIX. yy.) : Âşık. Elbeylioğlu’nun kayınbabası olduğu, Düziçi’nin Bayındırlık köyünden olduğu, bu köyde hâlâ aynı ad ve soyadını taşıyan kişilerin yaşadığı söylenmektedir. Zengin bir bey iken yoksul düşüp çobanlık yaptığı da onun hakkında verilen bilgiler arasında yer alır.
Hacı Nuri (1855 -1909) : Şair. Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere üç dilde şiirler yazdı.
Hakkı Bey (1853 -1915 İstanbul): Şair. Tam adı Mehmet Hakkı Bey’dir. Yeğen Ağazade Hakkı olarak da bilinir. Ali Münif Yeğenağa’nın babasıdır.Adana mektubi kaleminde çalışmış, Adana merkez mutasarrıflığında tahrirat müdürlüğüne gelmiştir. İmparatorluğun çeşitli yerlerinde görev yapmıştır. Emekli olduktan sonra geçim sıkıntısı çekmiş, kendini içkiye vermiştir. 1331’de ölmüş Eyüp’te defnedilmiştir.
Hakkı Dönmez (1881 - ? ) : Âşık. Medrese öğrenimi gören âşık Arapça ve Farsça bilir.
Hasan Talat Muter (1863-1942) : Şair. Sınırlı bir medrese öğrenimi gördü. Önce Fuzuli, Nedim sonra Kemal, Hamit, Ekrem yolunda yürüdü. Bu yüzden şiirleri eski ve yeni tarzın özelliklerini birlikte taşır. Şiirlerinin bir kısmı Görüşler dergisinin kendisine ayırdığı sayısında yayımlandı.
Hasibe Hatun ( ? - 1945 Adana) : Âşık. Ağıt türünde söylediği şiirlerle tanınmıştır.
Hayret (1848-1913 İstanbul) :Tam adı Mehmet Bahaiddün Hayret Efendi’dir. İstanbul’da medreseye devam etti. Darülmuallimin’den de diploma alarak öğretmen oldu. İstanbul’da giderek yükselerek değişik kurumlarda öğretmenlik yaptı. Bir makalesi nedeniyle beş yıl Rodos’ta sürgün olarak yaşadı. Şiirleri ölümünden sonra Eşar-ı Hayret adıyla bir araya getirilmiştir.
Hazım Demirci (1925-1996): İlkokulu bitirdi. Deli dolu olmasından dolayı Deli Hazım olarak tanınmıştır. Mahlas olarak Deli Hazım’ı da kullandı. Pek çok aşığı etkiledi.
Hoca Mehmet Hayrettin (1848-1912) : Şair . Hiciv yönü ağır basan şiirleriyle tanındı. Yüksek rütbeli görevliler rahatsız oldukları için onu sansür kurulunda görevlendirerek kontrol altına almak istediler. Bu kez de padişaha muhalif olanların yapıtlarına basılma izni verdi. Bu nedenle görevden alındı.
Hüseyin Kalaba (1921 -1979) : Eğitimci, yazar, şair. Adana Öğretmen Okulunu bitirip öğretmenliğe başladı. Çocuklara yönelik ürünler verdi. Masallar yazdı. Şiir ve başka türlerde de yapıtları vardır.
Hüseyin Ali Çelebi (XVIII. yy.) : Zeamet sahibi bir müderristir. Urfi-i Sani olarak anılan ve Nefi tarzında kasideler yazan şairin pek çok da gazeli vardır.
İbrahim Selami (1860-1946) : Âşık. Fransız işgalinde Adana’dan ayrılan âşığın yaşamı yoksulluk içinde geçmiştir.
İsmail Emre (1899 - ? ) : Hak âşığı. Kaynakçılık yapan şair Çukurova yöresinde Yeni Yunus Emre adıyla tanınmaktadır. Mutasavvvıf bir şairdir. Şiirlerine doğuş demektedir.
Kahraman Olgaç : Yazar. Satrançla ilgili kitaplar yazdı.
Kamuran Şipal (1926 - ) : Öykücü, çevirmen. Pertevniyal Lisesini ve İ.Ü Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi.Almanya’da iki yıl ihtisas gördükten sonra fakültesinde okutmanlık yaptı ve emekli oldu. Şiirle edebiyat dünyasına girip öyküyle devam etti. Bir öyküsüyle TDK Hikâye Yarışmasını kazandı. Elbiseciler Çarşısı kitabıyla da Sait Faik Hikâye Armağanını kazandı(1964).Köpek İstasyonu adlı yapıtıyla 1988 Türkiye Yazarlar Birliği Hikâye Ödülünü aldı.
Kasım Ener (1902 - 1995) : Araştırmacı, yazar. Almanya’daki Hohenheim Tarım Yüksek Okulu mezunudur. Adana İl Genel Meclisi ve Belediye Meclisinde görev yaptı. 1939-1946 arasında belediye başkanlığı yaptı. VIII. Dönemde milletvekili seçildi. Adana’yı konu alan pek çok yayını vardır. Tarih Boyunca Adana Ovasına Bir Bakış, Çukurova Kurtuluş Savaşı’nde Adana Cephesi, Ramazanoğulları ve Türkmen Beyliği, Adana Tarihine ve Tarımına Dair Araştırmalar yapıtlarının birkaçıdır.
Karacaoğlan (XVII. yy.) : Hakkındaki bilgilerin çoğu rivayet özelliğindedir. Buna göre badeli bir şairdir. İyi saz çaldığı ve birçok yöreyi dolaştığı onunla ilgili bilgilerimiz arasında bulunmaktadır. Karacaoğlan onun mahlasıdır. Şiirleri geniş bir coğrafyada yayılıp tanınmıştır. Hatta bir Karacaoğlan geleneği oluşmuştur. Karacaoğlan’ı taklit eden pek çok âşık vardır. Bunun sonucunda birden çok da Karacaoğlan ortaya çıkmıştır. Bugüne ulaşan şiirlerinin sayısı beş yüzün üzerindedir
Kul Mustafa (1930 - ): Dadaloğlu soyundandır. Dadaloğlu’nun torunu olduğundan Posoflu Müdami ona Toruni mahlasını vermişse de o bunu benimsememiştir. Pek çok kez aşıklar bayr!!!!! katılıp dereceler aldı. Adana aşıklarının ustaları arasında yer alır.
Mehmet Çetinkaya (1963- ) : Şair, yayıncı. Söylem dergisinin sahibi. Yıllar sonra Adana’da bir dergiyi düzenli olarak 63 sayı çıkarma başarısını gösterdi.
Mehmet H. Doğan (1931- ) : Eleştirmen. İlk ve orta öğrenimini Adana’da yaptıktan sonra Harp Okulu’na gitti ve 1953’te bitirdi. Bir süre görev yaptı. Sağlık nedeniyle İngilizce’ye yöneldi. Amerika’da İngilizce öğrenimi yaptı. Dönüşünde bu alanda çalıştı. Öykü ve şiirle edebiyat dünyasına giren Mehmet H. Doğan eleştiri ve denemeleriyle ün kazandı. Çeviri alanında da ürünler verdi. Biri Turgay Gönenç’le olmak üzere iki antoloji kitabı çıkardı. 1973’te çıkardığı Tekrarın Tekrarı adlı yapıtıyla TDK Eleştiri Ödülünü kazandı.
Mehmet Husrev Efendi (XIX.yy.) : Şair. İstanbul’da Halet Efendi’nin yanında Divan kâtibi oldu. Başka vezirlerin yanında da kâtiplik yaptı. Memleketi olan Adana’da vefat etti.
Menemenlizade Mehmet Tahir(1863-1903 İstanbul) : Şair, yazar. İstanbul’a götürülerek okutuldu. Mekteb-i Mülkiye’yi bitirdi. Kalemlerde çeşitli derecelerde görev yaptı, müdürlüklerde bulundu. Öğretmenlik de yaptı. Bir süre Adana maarif müdürlüğü görevini sürdürdü. Gayret dergisini çıkardı. Şiirleri ve makaleleri vardır.
Mustafa Arif Arık (1925-1963) : Şair. Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. Kaymakamlık yaptı.
Mustafa Emre(1955- ) : Şair,yazar. Altın Koza Şiir Yarışmasında iki kez birincilik
ödülü kazandı. Geçmişten Geleceğe Çukurova’da Şiir adlı bir antoloji hazırladı. İki şiir kitabı yayımlandı. Tömer’in şiir yarışması ile Sabri Altınel şiir yarışmasında da ödüller aldı.
Mustafa Onar (1931- ) : Araştırmacı, yazar. Öğretmenlikten emekli oldu. Yakın tarihimizle ilgili araştırmalar yaptı. Üçü Adana’yla olmak üzere yayımlanmış dört kitabı vardır.
Muzaffer İzgü: (1933- ) : Romancı, öykücü, çocuk kitapları yazarı. Diyarbakır İlköğretmen Okulunu bitirdikten sonra değişik yerlerde öğretmenlik yaptı. Aydın’da görev yaparken emekli oldu ve yazarlığa yöneldi. Özellikle gülmece öyküleriyle tanındı. Roman alanında ürün vermekle birlikte öyküde yoğunlaştı. Öykü kitaplarının sayısı kırkın üzerindedir. Çocuklara yönelik de pek çok yapıt verdi. Radyo için yazdığı skeçler beğenildi. Donumdaki Para (1977) adlı öykü kitabıyla 1978 yılında Türk Dil Kurumu Öykü Ödülünü aldı. Halo Dayı Ve İki Öküz (1973)adlı romanı televizyon dizisi oldu. Kaynanalar-Kaynatalar( 1972) ve Her Devrin İti(1975) sahnelenen oyunlarından sadece iki örnektir.
Nihat Ziyalan (1936 - ): Şair, aktör. İlk şiirleri Adana’da Bugün gazetesinde çıktı. Kimi şiirleri 2. Yeni çizgisindedir. Bir ara Adana Şehir Tiyatrosu ve Ankara Sanat Tiyatrosu’nda aktörlük yapan Nihat Ziyalan Avustralya’ya göç etmiş, halen orada yaşamakta ve şiirlerini Türkiye’de çeşitli dergilere göndermektedir. Asık Yüzlünün Biri (1963), Avustralya’dan Şiirler (1986).
Nurer Uğurlu (1940 - ): Şair, yazar. Mersin Lisesinde sonra İ.Ü Hukuk Fakültesini bitirdi. Orta öğretime yönelik tarih ve edebiyat kitapları yazdı. Şiir yanında eleştiri, anı-roman ve inceleme yazıları yazdı. İlk şiiri Adana’da çıkan Salkım dergisinde yayımlandı. Masal(1964), Rüzgardan Rüzgara(1993) şiir kitaplarından ikisidir.
Oktay Akıncı ( 1949 - ) :1965 yılında şiire başladı. Aralarında Yarın, Gösteri’nin de bulunduğu çeşitli dergilerde şiirlerini yayımladı. 1983’te bir yıl süreyle Yaşam İçin Şiir dergisini çıkardı.
Orhan Kemal (1914-1970 Sofya) : Roman ve öykü yazarı. Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür.Yüksek okul mezunu bir babanın oğlu olmasına karşılık öğrenimini sürdürmedi ve orta okuldan ayrıldı. Hayatını kazanmak için her türlü işte çalıştı. Askerliğinin bitmesine 40 gün kala tutuklandı. Edebiyata şiirle başladı. Şiirlerini Kayseri cezaevinden dergilere gönderdi. Bursa cezaevinde Nazım Hikmet’le tanışmasından sonra onun önerisiyle öyküye geçti. 1945 yılında Varlık dergisi okuyucularınca en beğenilen öykücü seçildi. Öyküde kendisini biledikten sonra romana geçti. Öykü yazmayı da bırakmadı. Son öykü kitabı 1968’de son romanı da 1970’te çıktı. Orhan Kemal bazı öykü ve romanlarını tiyatro haline koydu. Oyunları pek çok kez sahnelendi. Orhan Kemal pek çok da senaryo yazdı. Bunların çoğunda adı geçmedi. Gezmek ve tedavi olmak için gittiği Sofya’da vefat etti.
Öksüz Ali ( ? ): Âşık. Yaşamı hakkında elimizde bilgi yoktur. O daha çok adı çevresinde örülen hikâyeyle tanındı. Adana’daki âşıklar onu usta kabul ettiklerini belirtmektedirler.
Ömer Lütfi Efendi (1817 - ? İstanbul) : Divan şairi.Yaşamı hakkındaki bilgiler yok denecek kadar azdır. Fatin Tezkiresi’nde bir gazeli vardır.
Özcan Karabulut (1958- ) : Öykücü.ODTÜ’de İstatistik öğrenimi gördü. Edebiyat Derneği kurucularındandır. Genç kuşağın başarılı öykücüsü. Öykülerinde Adana çeşitli yönleriyle yer almıştır.
Pekşen Tamdoğan (1933- ) : Yazar, şair, çevirmen.Siyasal Bilgiler mezunudur. Şiir çevirileri yaptı. Şiirler yazdı. Kozanca adlı bir araştırma kitabını Çetin Yiğenoğlu ile birlikte çıkarttılar.
Recep Bilginer (1922- ) : Oyun yazarı, gazeteci. İlk öğrenimini Adana’da yaptı. Bir yıl İstanbul Gazetecilik Enstitüsüne devam etti. Vatan’da gazeteciliğe başladı. İstanbul Belediyesi’nde çeşitli görevlerde bulundu. Şiirle edebiyata giren Bilginer sonra oyun yazarlığına yöneldi.1968’de yazdığı Utanç Dünyası ile İlhan İskender En Başarılı Oyun Yazarı Ödülünü aldı. Yunus Emre ile 1980 TDK Tiyatro Ödülünü aldı. Sarı Naciye, Parkta Bir Sonbahar Günüydü de onun tanınmış oyunlarındandır.
Salih Bolat (1956- ): Şair. Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisini bitirdi. Bir süre öğretim üyesi olarak çalıştı. Kitabevi, Yaşar Nabi Nayır ve Ceyhun Atuf Kansu şiir ödüllerini aldı. Yaşanan(1883), Uzak ve Eski(1995) şiir kitaplarından ikisidir.
Sedat Memili (1956 - ) : Yazar, şair. Adana İTİA mezunu. Bir gazetede köşe yazarlığı yapıyor. Yayımlanmış üç kitabı var.
Selma Aktan (1932 - ): Yazar, araştırmacı. Öğretmendir. Adana yıllıklarının bazılarının hazırlanmasında görev aldı. Adana İli Yakın Çevre Araştırmaları adlı bir kitap çıkardı.
Süruri (1752-1814 İstanbul) Divan şairi. Asıl adı Seyyid Osman’dır. Hüzni mahlasıyla şiirler yazdı. Sonra Süruri mahlasını aldı. İstanbul’a gelip Şeyhülislam Mehmet Şerif Efendi’den ders aldı. Kadılığa atandı ve değişik yerlerde görev yaptı. Süruri tarih düşürmeye meraklıydı. Tarih düşürmekte aynı zamanda hünerliydi de. Bu yüzden Süruri-i Müverrih adıyla anıldı. Hezliyat türünde de şiirler yazdı. Kimi zaman küfürlü, açık saçık şiirlerinde Havai mahlasını kullandı.
Süleyman Şahin Tar (1913- ) : Şair, öykücü. Öyküleri Çığ dergisinde yayımlandı. 141’e aykırı davranmaktan yargılanıp Mersin’e sürgün edildi. Vatan Partisi kurucuları arasında yer aldı. Öykü yanında şiirler de yayımladı. Iztırap ve Arkadaş adında iki kitabı bulunmaktadır.
Taha Toros (1912- ) : Araştırmacı, yazar. Adı Ömer Taha Toros’tur. Adana Lisesini, sonra İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi (1933). İstanbul’da maliye memurluğu yaptı. Yedek subaylıktan sonra 1937’de Adana’ya döndü.Ticaret odasında kâtiplik yaptı. Hece vezniyle yazılmış şiirleri ile Çukurova ve Adana’ya yönelik yapıtları vardır. Şiirlerini Hayat dergisinde yayımladı. Daha sonra araştırma ve inceleme çalışmalarına yöneldi. Bu tür çalışmalarını gazetelerde dizi olarak yayımladı.Tarih, sanat halkbilimi ve monografi türünde çalışmaları vardır. Kitapları: Toros Demetleri, İki Ses, 5 Kanunısani, Türk Kadın Şairleri, Çukurova’da Etili Şairler, Toroslarda Tahtacı Oymakları, 15.Cumhuriyet Yılında Adana, Çukurova’da Köy İktisadiyatı, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, Ziya Paşanın Adana Valiliği. Taha Toros’un bunlar dışında kalan kitapları da vardır. Anılarını ise Mazi Cenneti adıyla yayımlamıştır (1992).
Tuncer Uçarol: (1941 - ) Şair, eleştirmen. Adana Lisesinin ardından Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. Ticaret Bakanlığında müfettişlik yaptı. Yeni Adana gazetesinde edebiyat ve sinema eleştirileri yazdı. Şimdi çeşitli dergilerde şiir üzerine eleştiriler yazmaktadır.
Turan Altuntaş (1932- ) : Yazar. Köy enstitülü öğretmenlerdendir. Gazete ve dergilerde çeşitli yazıları çıktı. Üç öykü kitabı yayımladı. Cumhuriyet gazetesindeki yazıları da Aydın Kime Denir adıyla basıldı.
Turan Oflazoğlu (1932 - ) : Oyun yazarı, şair. Yüksek öğrenimini İÜ İngiliz Dili ve Edebiyatı ile Felsefe Bölümünde yaptı. Askerliğini bitirdikten sonra gittiği Amerika’da Wasington Üniversitesinde tiyatro ve oyun yazarlığı dersleri aldı. İlk oyunları Keziban ile Allahın Dediği Olur’u 1967’de Amerika’da yazdı. Keziban Amerika’da oynandı.Turan Oflazoğlu ilk oyunu dışındaki oyunlarında konu ve kişilerini tarihten seçti.Oyunlarında tarihi olaylardan çok kişilerin içdünyalarını yansııtığı dikkati çeker. Oflazoğlu çeviriler de yaptı. Oyunlarıyla ödüller kazandı.
Yücel Kayıran (1964- ): Eleştirmen, şair. Hacettepe Ü. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 1984’ten bu yana çeşitli dergilerde şiir ve eleştirileri çıkmaktadır. Hayaline Firar Edemeyenlerin Afsunu(1997) onun şu an için tek şiir kitabıdır.
Yahya Nüzhet (1894-1922) : Yazar, gazeteci. 1. Dünya Savaşı’nda subay olarak Medine’de görev yaptı. Adana’ya döndüğünde kurtuluş mücadelesine katıldı. Kurtuluştan sonra Garp cephesine gönüllü olarak gitti. Hastalığı üzerine gönderildiği Adana’da vefat etti. Hayat gazetesi yazarıdır.
Yaşar Kemal (1922- ) : Asıl adı Kemal Sadık Göğceli’dir. Öğrenimini orta son sınıfa kadar sürdürebildi. İnşaatlarda denetçilikten pirinç tarlalarında su bekçiliğine varana kadar pek çok işte çalıştı. Adana’da maniler, ağıtlar derleyerek edebiyata girdi. Şiirler de yazdı. 1951’de İstanbu’a gidip Cumhuriyet gazetesine girdikten sonra yaşamı değişti. Bu gazetedeki röportajlarıyla ünlendi. Gazeteden ayrıldıktan sonra tüm vaktini edebiyata ayırdı. Önce şiirden öyküye, sonra öyküde de çok kalmayıp romana geçti. Öyküden uzaklaştığı düşünülürken Kuşlar da Gitti ile öyküden kopmadığını gösterdi. Yaşar Kemal çocuklar için de bir kitap yazdı. Sabahattin Eyüboğlu ile Ağacın Çürüğü adında bir de antoloji çıkarttı. Yaşar Kemal bugün de verimli bir yazar olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Yeğen Ali ( ? ) : Âşık. Darende valisi Ali Paşa’nın yeğenidir. Mahlası da buradan gelmektedir. Adı çevresinde örülen aşk hikâyesiyle tanınır. Eldeki şiirler de bu hikâyeden kaynaklanmaktadır.
Ziya Bey (Adanalı), (1870-1932):

Şair. Adana valisi şair Ziya Paşa tarafından yetenekli bulunup İstanbul’a gönderilmiştir. Bir süre tıbbiyeye devam etmiştir. Kalıplara sığacak bir yapıda olmadığından serseriyane yaşamıştır. Seraskere hakaretten tutuklanıp Fizan’a sürülmüştür. Afla döndüğünde de merkezden uzaklaştırmak için Afyon Evkaf Müdürü yapılmıştır. Çok yetenekli bir şair olmasına rağmen yaşantısına dikkat etmemiş, sürekli kendini bilmeyecek derecede içmiş, sefil bir hayat sürmüştür. Şiirleri dağınık olarak kalmıştır.

SİNEM

TİYATRO OYUNCULARI,

YÖNETMEN VE YAPIMCILAR
Abdurrahman Keskiner (1941- ) : Karakalem Sinema yapımcısı. Çiftçiliği bırakıp yapımcılığa başladı. Umut film şirketini kurdu. Güney Filmin kurulmasında öncülük yaptı. 1965-1971 arası Yılmaz Güney’e menecerlik yaptı. El Kapısı, Hazal önemli filmleri arasındadır. Otuzun üzerinde film yaptı.
Ahmet Hoşsöyler: (1952- ): Sinema oyuncusu, yönetmen. Adana’daki öğreniminden sonra Almanya’ya gidip Spor Akademisini bitirdi. Boks antrenörlüğü ve şarkıcılık yaptı. Bavyera Stüdyolarında eğitim gördükten sonra asistanlığa başladı. Türkiye’ye dönünce oyunculuk yaptı. Uzun metrajlı filmler ve belgeseller çekti.
Ahmet Ündağ (1946- ): Yönetmen. Adana Erkek Lisesi mezunu. Asistanlık yaparak sinemaya girdi. Gaddarlar adlı filmin bir bölümünü çekerek yönetmenliğe geçti. Sonra bağımsız olarak filmler yönetti.
Ali Habib Özgentürk (1945- ): Yönetmen. İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü mezunudur. Öğrencilik yıllarında amatör olarak tiyatroyla uğraştı. Adana Şehir Tiyatrosu ve Arena Tiyatrosunda oyunculuk yaptı.Sokak Tiyatrosunu yönetti, oyunlar yazdı. Öyküler ve radyo oyunları da yazan Özgentürk, belgesel filmler çekmeye başladı. Asya Film şirketini kurdu. Asistanlık döneminden sonra Hazal ile ilk filmini çekti. At filmi ilgi gören filmlerinden biri oldu.
Ali Şen (1918 -1990): Sinema ve tiyatro oyuncusu. Adana Halkevinde sahneye çıktı. Sadi Tek’te profesyonel oldu. 1953’te Ahretten Gelen Adam filmiyle sinema oyunculuğuna başladı. 500 kadar filmde rol aldı.
Alinur Uğurpakkan: Tiyatro oyuncusu, grafiker ressam.
Altan Karındaş: Tiyatro oyuncusu, kantocu. Film seslendirmeleri de yaptı.
Arif Keskiner (1938- ): İstanbul İTİA mezunu. Günaydın gazetesinde spor muhabirliği yaptı. Orada fotoromanlar çekti. Ekte ve Çiçek film şirketlerini kurdu. Kısa bir dönem seks komedisi türünde filmler yaptı. Daha sonra Bereketli Topraklar Üzerinde, Selvi Boylum Al Yazmalım gibi düzeyli filmlere imza attı.
Aytaç Arman (1948 - ) : Orta kuşağın başarılı aktörü. Ses dergisinin açtığı yarışmada Tarık Akan’ın ardından ikinci olmasıyla sinemaya girdi. Yakışıklı jön rolleri oynadı. Süreyya Duru’nun filmleriyle tanındı.Bedrana, Kara Çarşaflı Gelin filmlerinden örnekler arasında sayılabilir. Düşman filmiyle de büyük bir çıkış yaptı.
Bilal İnci (1936- ) : Sinema oyuncusu. Yönetmen Kemal İnci’nin kardeşi.Çeşitli işlerde çalıştı. 1966’da Karanlıkta Vuruşanlar filmiyle sinemaya girdi. Kötü adam rollerinde oynadı. Karakter oyuncusu olarak öne çıktı. Almanya’ya yerleşince sinemaya ara verdi. Rol aldığı filmler arasında Ezo Gelin, Dönüş sayılabilir.
Bünyamin Satanoğlu (1942 - ) : Tiyatro oyuncusu, yönetmen. Geçimini sağlamak için çeşitli işler yaparken tiyatroya da yoğun ilgi gösterip emek verdi. 1967’de “Dost Oyuncular”ı kurdu. 1974’te Adana Belediyesi Ziya Paşa Tiyatrosunun sorumlu yönetmenliğini yaptı. Şu anda akvaryumculuk yapmakta ve tiyatroyu da sürdürmektedir.
Cemil Şahbaz: Sinema oyuncusu. Aynı zamanda milli yüzücüdür. 1973 yılında Ses dergisi yarışmasında ikinci oldu. Uzay Yolu ile sinemaya geçti. Kara Murat, Kartal Yuvası, ince Memet oynadığı filmlerden birkaçıdır.
Cengiz Sezici: Tiyatro ve sinema oyuncusu.
Çoşkun Güven: Adana Halkevi’nin ilk temsil kolu yönetmeni.
Ercan Kont (1942- ) : Tiyatro oyuncusu. Adana Belediyesi Şehir Tiyatrosu müdürlüğü yaptı.
Demir Karahan (1944- ): Avusturya Lisesi ve sonra Şişli İktisadi Ticari İlimler Akademisini bitirdi. Sinema dünyasına girdikten sonra katıldığı Ses dergisinin yarışmasında finale kaldı. Çeşitli filmlerde oynadı. Bir filmde oynadığı Fransız aktrisle evlenip Fransa’ya gitti ve bir süre Paris’te yaşadı.
Güven Şengil (1941- ) : Sinema ve tiyatro oyuncusu. İstanbul Belediye Konservatuvarı mezunu. 1956’da Adana Şehir Tiyatrosunda oyunculuğa başladı. Ulvi Uraz, Gazanfer Özcan, Münir Özkul ve Ankara Birlik tiyatrolarında çalıştı. Kendisi de Kardeş Sahne adında bir topluluk kurdu. Filmler çevirdi. Baba, Düşman oynadığı filmlerdendir.
Hamdi Paramyok: Adana Halkevinin ilk temsil şubesi yönetmeni ve oyuncularındandır.
Hikmet Sihay (1915- ): Grafiker ressam, tiyatro oyuncusu. Adana Halkevi temsil şubesi oyuncusudur. Futbolculuğu yanında Adana takımlarına çeşitli biçimlerde katkıda bulunmuştur.
Hüsnü Çetiner (1948- ): 1980’li yıllarda Mahmut Hekimoğlu ile Gökçen film şirketini kurup yapımcılığa başladı. Yönetmenlik de yaptı.
İrfan Atasoy (1937- ): Küçük yaşlarda sinemaya girdi. Sinemanın her alanında çalışmalar yaptı. Vurdulu kırdılı filmlerde başrol oynadı. 1970’lerde Yılmaz Güney’le bazı filmlerde çalıştı. Sinema salonu işletti. 1960’ta bir film şirketi kurarak yapımcılıkla uğraştı. Film getirtme işine de girdi.
Mahmut Hazım Kısakürek (1954- ) : Tiyatro oyuncusu. Kukla ve Karagöz oynatıcısı. Geleneksel Gösteri Sanatları adlı topluluğu kurarak unutulmaya yüz tutan kukla ve karagözü yaşatmaya çalıştı.
Mahmut Hekimoğlu (1952- ) : Sinema oyuncusu. 1967’de İstanbul’a giderek ticaretle uğraşmıştır. 1973’te Ses dergisi yarışmasında finalist olup sinemaya atılmıştır. İstediği yere gelemeyen Hekimoğlu şarkıcılığı da denemiştir.
Mehmet Dinler (1928- ) : Yönetmen. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünü bitirdi. Bakırköy Bez Fabrikasında memurluk yaptı. Osman F. Seden’e asistanlık yaparak sinemaya girdi. Malta Film Şirketini kurdu. Sinema televizyon filmleri çekti. Sinekli Bakkal, Bazıları Dayak Sever filmlerinden iki tanesidir.
Melek Görgün : Oyuncu, manken,fotomodel. Türk sinemasının soyunan kadınlarındandır. Daha ilk filmi Donanma Kâmil’de soyundu. 1970’li yılların başında en çok film çeviren sanatçılardan biri oldu. Dansözlük de yaptı.
Menderes Samancılar (1954- ) : 1975 yılında Kelebek gazetesinin açtığı yarışmada fotoroman kralı seçildikten sonra sinemaya girdi. İnce Memet Vuruldu ilk filmidir. Ezik Anadolu genci tipiyle dikkati çekti.
Meral Zeren (1952- ) : Sinema oyuncusu, şarkıcı. On beş yaşında sahneye çıkıp, şarkı söylemeye başladı.1971’de sinemaya geçti daha çok güldürü filmlerinde rol aldı. Televizyon filmlerinde de oynadı.
Muhlis Sabahattin : Opera oyuncusu ve besteci.
Nejat Uygur :
Nurhan Tekerek (1959- ) : Bilim doktoru, tiyatro oyuncusu. Öğreniminden sonra Adana’ya dönerek tiyatroya çeşitli yönlerden hizmet etti. Çukurova Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.
Oğuz Bora : Tiyatro oyuncusu, yönetmen.
Oğuz Yalçın (1956- ): Ankara Ü. DTCF mezunu. Dokuz Eylül Ü. Sinema Televizyon Bölümünü de bitirdi. Asistanlıkla sinemaya başladı. 1990’dan sonra televizyon dizilerine yöneldi.
Sami Güçlü (1947- ): Reji asistanı, yönetmen. Haydarpaşa Lisesini bitirdikten sonra bir süre Toronto Üniversitesine devam etti. 1965’te sinemaya girdi. Film ve fotoroman yönetti. Feyzi Tuna’yla çalıştı.
Perihan (Duygulu) Doygun (1941-1995 Adana): Kumpanyalarda başladığı tiyatro yaşamını Adana Sanat Tiyatrosunda sürdürdü. Avni Dilligil tarafından İstanbul’a götürüldü. Orada çeşitli tiyatrolarda çalıştı. Filmlerde rol aldı. Bilal İnci ile evlendi. 1970’lerin ikinci yarısında Adana’ya gelerek tiyatro yapmaya başladı.. İkinci şehir Tiyatrosu’nda sahneye çıktı. Geçirdiği beyin ameliyatı sonrası öldü.
Saim Alpago: Oyuncu, yönetmen. Devlet tiyatrosunda çalıştı. Sinema filmlerinde de rol aldı.
Salih Güney (1943- ) : Sinema ve tiyatro oyuncusu. Konservatuar eğitimi gördü. Dormen tiyatrosunda sahneye çıktı. İlk filmini Dormen oyuncularıyla yaptı. 200 kadar filmde oynamasına karşılık istediği yere gelemedi. Aşk-ı Memnu adlı televizyon dizisindeki oyunuyla bir çıkış yakaladıysa da bunu iyi kullanamadı.
Şener Şen (1942- ): Tiyatro ve sinema oyuncu. Ali Şen’in oğlu. Şehir Tiyatrosunda sahneye çıktı. 1970’ten sonra sinemaya geçmiş, başarılı bir güldürü karakter oyuncusu olmuştur. Birçok filmde başrol oynadı.
Şükrü Üstün: Devlet tiyatrosu oyuncusu.
Yaşar Seriner (1944- ): İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümünden mezun. Asistanlık yaparak sinemaya girdi. Televizyon dizileri yönetti. Son zamanlarda reklam filmlerine yöneldi.
Yılmaz Duru (1933- ): Oyuncu, dansör, yönetmen. 1944’te bir operette sahneye çıktı. Dansörlük yaptı. Amerika’da dans dersleri verdi. Orada sinema ve TV eğitimi aldı. Tura filmi kurarak yönetmenliğe başladı. Yakasına taktığı kırmızı karanfil nedeniyle “Karanfilli Jön” olarak tanındı. Sovyet yapımcılarla dostluklar kurdu, ortak çalışmalar yaptı. Nazım Hikmet’in Ferhat İle Şirin-Bir Aşk Masalı bu çalışmalardan biridir. Değişik tarihlerde Antalya Film Festivalinde ödüller kazandı.
Yılmaz Güney (Pütün): Nüfus kağıdına göre 1937, kendi açıklamasına göre 1931 Yenice-Adana doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Adana’da yaptı. Yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. Kendisini geçim sıkıntısı ve yaşam kavgası içinde buldu. Irgatlık da dahil olmak üzere geçici işlerde çalıştı. And filmin Adana bürosunda çalıştı. Atıf Yılmaz’ın Bu Vatanın Çocukları filmiyle oyunculuğa başladı. Asistanlık yaptı. Senaryo çalışmalarına katıldı. At Avrat Silah’la yönetmenliği denedi. Geçim kaygısıyla sıradan filmlerde de oynadı. Başarılı oyuculuğuyla yakışıklı jön anlayışını yıkıp “Çirkin Kral” mitini yarattı. 1961’de bir öyküsü nedeniyle kısa süre hapis yatmıştı. 1972’de yasadışı bir örgüte yardım suçuyla tekrar hapse konuldu. 1974 affıyla özgür kaldı. Aynı yıl bir film çekimi için geldiği Yumurtalık’ta savcıyı öldürdüğü için 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapisteyken en olgun senaryolarını yazdı. 1981’de Isparta cezaevinden bayram iznine çıktıktan sonra yurt dışına kaçtı. 1983’te vatandaşlıktan çıkartıldı. 1982’de Cannes Film Festivalinde Yol filmiyle birinciliği Costa Gavros’la paylaştı. 1984’te Paris’te mide kanserinden öldü.
Yılmaz Güney daha sinemada tanınmazken öyküler yazmaktaydı. Salkım(Adana), Yeni Ufuklar, Pazar Postası dergilerinde öyküleri yayımlandı. On Üç Dergisine yazdığı Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri adlı öyküsü yüzünden 1.5 yıl hapis altı ay sürgün cezasına çarptırıldı. Öykü, roman, mektup türlerinde ürünler verdi. Boynu Bükük Öldüler romanıyla Orhan Kemal Roman Ödülünü kazandı.
Yılmaz Köksal (1939- ) : Sinema oyuncusu. On yaşında İstanbul’a gidip Tophane Sanat Enstitüsünde okudu. Gemici oldu. Görevle Avrupa’yı dolaştı. Sanat yaş!!!!! tiyatroyla başladı. Dormenlerde oynadı. Otuz kadar oyunda rol aldı. Murtaza ile sinemaya geçti. Bazı filmlerde başrol oynadı. Sonra ikinci rollere döndü.
Zeki Göker : Tiyatro oyuncusu, yönetmen.

MÜZİK ADAMLARI
Ahmet Polatöz (1934-1985 Adana ) : Neyzen, koro şefi. Adana’da uzun yıllar Türk sanat müziği dalında öğrenci yetiştirdi.
Ali Limoncu (1929- ) : Çukurova’dan Sesler Topluluğu’nun kurucuları arasında yer aldı. Saz çaldı, yöneticilik yaptı. Adana’da ilk saz evini açtı.
Ali Şenozan (1939- ) : Besteci ve ses sanatçısı. Asıl adı Ali Kaptıkaçtı’dır. Ankara Hukuk Fakültesine devam etti. 1963’te Ankara Radyosu sınavını kazanarak göreve başladı. 1975’te koro şefi oldu. Yüzün üzerinde bestesi denetimden geçmiş, çalınmaktadır.
Arif Nihat Aka ( ? - vefat etti) : Ses sanatçısı ve udi. Musiki derneklerinde ders verip koro şefliği yaptı.
Atilla Taş : Pop müzik sanatçısı.
Aziz Şenses (1914-1991 Yalova) : Sesinin güzelliğiyle dikkati çekti.İstanbul’da plaklar yaptı. Ankara Radyosuna girdi(1942). Sonra İstanbul Radyosu’na geçti. Çukurova türküleri ile Karacaoğlan bozlaklarını Türkiye’ye tanıttı.
Barış Manço(1943-1999 İstanbul) : Hafif müzik sanatçısı, besteci. Türk hafif müziğinin gelişmesinde katkıları olan bir sanatçıdır. Son on yıldır müzik çalışmalarını geri planda bıraktı. Televizyon programlarına ağırlık verdi. Çocuklara yönelik programıyla büyük ilgi gördü.
Can Etili (1942- ): Türk halk müziği sanatçısı. Bu alanda araştırmaları da vardır. Doçent ünvanını almıştır.
Celal İnce: Tangocu.
Çetin Ünal Özülkü (1939-1986 Adana) : Halk müziği uzmanı, koro şefi, kaval sanatçısı. Diş hekimidir. İstanbul’da öğrenciyken müzik bilgisini geliştirdi. Adana Radyosu’nda kaval çaldı. Adana Halk Eğitimi Merkezinde, Adana Belediye Konservatuarında dersler verdi.
Demir Demirkan:
Erkan Sürmen (1945- ) : Türk halk müziği sanatçısı ve koro şefi.
Erol Aktı (1938- ) : Derlemeci, kaynak kişi. Adana’da çeşitli kulüplerde kalecilik yaptı.Bağlama çalmayı öğrendi. İstanbul’a giderek İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi. Gazetecilikle müziği birlikte yürüttü. Gazetecilikten emekli oldu. Şimdi İTÜ Devlet Türk Müziği Konservatuarında halk müziği dersleri vermektedir.
Erol Büyükburç : Hafif müzik sanatçısı.
Faruk Tınaz: Ses sanatçısı. Türk sanat müziği dalında ünlü bir sanatçı. Müziğe Adana’da başladı.
Fatih Erenler (1963- ): Bağlama sanatçısı. İTÜ Devlet Konservatuarı mezunu. Devlet Türk Halk Müziği Korosu sanatçısı.
Ferdi Tayfur (1945- ): Asıl adı Turan Bayburt’tur. Babasının Adalet Cimcoz’un kardeşi olan sinema oyuncusu Ferdi Tayfur’a olan düşkünlüğü nedeniyle onun adını aldı.Ününü müzik ve sahne dünyasında ve arabesk şarkılarla yaptı. Kasetleri satış rekorları kırdı. Çeşme filmiyle oyunculuğa başladı.
Ferudun Düzağaç:
Grup Merdiven : Murat Hasarı’nın kurduğu bir gruptur.
Hakkı Bulut : Arabesk şarkıcısı
Halil Atılgan (1946- ) : Derlemeci, koro şefi . Öğretmenlik ve halk eğitimi merkezlerinde yöneticilik yaptı. Halen Kültür Bakanlığı Devlet Halk Müziği Korosu şefidir. Derlediği türküleri sazıyla çalıp söyledi. Folklor alanında yazılar yazıp kitaplar çıkarttı.
Haluk Levent : Pop şarkıcısı ve besteci.
Hasan Özçivi ( vefat etti) : Besteci, keman sanatçısı. Ankara Radyosu’nda çalıştı.
Hüseyin İleri : Ankara Radyosu ritm sanatçısı.
İboş Ali Ağa (1880-1968 Adana) : Adana’nın en eski bağlama ustasıdır. Ustaların ustası olan öğrenciler yetiştirdi. Ali Limoncu da onun öğrencisidir.
İsmail Demirkıran (1940-2000 Adana) : Udi, bestekar. Emekli makine mühendisidir. ÇÜ Güzel Sanatlar Bölümü’nde ud hocalığı ve ÇÜ TSM korosunda ud sanatçılığı yaptı. Dört yüzün üzerinde sazlı ve sözlü parçası TRT denetiminden geçmiş, çalınıp söylenmektedir.
İsmail Polat : Türk halk müziği sanatçısı.
Kazım Sanrı (1940- ) : Saz sanatçısı, koro şefi, besteci. Adana Radyosu Çukurova’dan Sesler Topluluğunda saz sanatçısı oldu. Halk Eğitimi Merkezinde dersler verdi. Çukurova’dan Sesler Topluluğu’nu yönetti.
Kurtuluş : Pop ve arabesk sanatçısı.
Murat Göğebakan : Pop şarkıcısı.
Murat Kekilli : Pop şarkıcısı.
Mustafa Sağyaşar (1930- ) : Türk sanat müziğinin ünlü icracısı ve koro şefi.
Nedim Adanalı : Ses sanatçısı.
Nurhan Damcıoğlu: Kantocu.
Sadettin Öktenay : Besteci, kanun sanatçısı.
Selahattin Sarıkaya (1931-1996 Adana) : Saz sanatçısı, koro şefi, besteci. Orta okul üçten ayrıldı. Kul Seyhanî mahlasıyla âşık tarzı şiirler söyledi. Ünlülere ders verdi. Adana Radyosu kurulunca Çukurova’dan Sesler Topluluğuna şef oldu. Çukurova’da halk müziğini doruğa ulaştırdı.
Seyfi Güldağı (1948- ) :Besteci ve tambur sanatçısı. DSİ İkmal şefliğinden emekli. TRT repertuarında 35 beste, ellinin üzerinde güftesi bulunmaktadır.
Seyhan Tütün : Türk halk müziği ses sanatçısı.
Suna Kan (1936- ) : Keman virtüözü. Beş yaşında babası Nuri Kan’dan keman çalmasını öğrendi. Tanınmış hocalardan ders aldı. Özel bir yasayla devlet tarafından Fransa’ya gönderildi. Paris Konservatuarı’nda Gabriel Bouillon’un öğrencisi olan Kan, okulu birincilikle bitirdi. Dünyanın pek çok yerinde konserler verdi. Yurt dışında pek çok ödülün sahibi oldu. Macaristan’da sefire olarak ülkemizi temsil eden Suna Kan devlet sanatçısı unvanı sahibidir.
Şaban Gen (1942- ) : Bağlama sanatçısı. Adana Radyosu Çukurova’dan Sesler Topluluğunda bağlama çaldı. Şimdi Adana’da kuyumculuk yapmaktadır.
Şadan Adanalı: Ses sanatçısı.
Şükrü Birbaş (1950- ) : Türk müziği uzmanı, koro şefi. İstanbul Ü. Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümünü bitirdi. Müziğe İstanbul’da Kubbealtı Musiki Enstitüsünde başladı. Adana’da uzun yıllar müzik çalışmalarına katıldı. Şimdi Ç.Ü. Güzel Sanatlar Bölümü başkanıdır.
Toktay Sökmen (1939- ) : Kanun sanatçısı, hoca. Divan Musiki Derneği başkanı. Çeşitli firmalarda yöneticilik yaptı. Şimdi emekli.
Tolgahan : Dansçı. Kurduğu dans grubuyla bir dönem çok ilgi çekti.
Uğur Türe (1936- ) : Koro şefi. Güzel sanatlar öğrenimi gördü. Mimar. 1953’ten bu yana müzikle uğraşmaktadır. Tanbur çalmaktadır.
Ümit Besen: Taverna şarkıcısı
Yalçın Remzi Yüreğir (1932- ) : Mühendislik eğitiminden sonra Amerika’da Michigan Üniversitesinde kompozisyon dalında eğitim gördü. Serbest olarak çalıştı. Müzik öğretmenliği de yaptı. Adana’da çok sesli müziğin tanınmasında etkili oldu. Ç.Ü Devlet Konservatuarı ile Çukurova Devlet Senfoni Orkestrasının kurulmasında katkıda bulundu. Halen Ç.Ü. Konservatuarında görev yapmaktadır. Seslendirilmiş müzik yapıtları yanında ders kitabı niteliğinde yapıtları da vardır.
Vahdet Vural : Ses sanatçısı.
Yılmaz Morgül:
Yaşar : Pop şarkıcısı.

RESİM, HEYKEL, FOTOĞRAF, HAT VE KARİKATÜR SANATÇILARI
Adnan Ateşok : Ankara ve İstanbul Hukuk fakültelerinde öğrenim gördü. Şu anda müteahhitlik yapmaktadır. Gazetelerde öykü ve makaleler de yazan Ateşok, yağlı boya resim çalışmaları yapmaktadır. Kendi adını taşıyan bir galerisi vardır.
Ahmet Akata: (1931- ) : Güzel Sanatlar Akademisine girdi.Bedri Rahmi Atölyesi Yüksek Resim Bölümünü bitirdi. Pek çok sergi açtı. Özel koleksiyonlara yapıtlar verdi. Teksas ET Taylor Üniversitesinin katalogunda dünya ressamları arasında yer aldı.
Arif Aşçı : Fotoğraf sanatçısı, ressam ve gezgin. İpek Yolu belgesini gerçekleştirdi. İstanbul’da belgesel çalışmalar yapmaktadır.
Ayla Aksungur : Heykeltıraş, öğretim üyesi.
Berika İpekbayrak : Heykeltıraş. Öğretim üyesi.
Bülent Özgeren (1955- ) : Fotoğraf sanatçısı. Miami Üniversitesi İş Sevk ve İdare Bölümünü bitirdi. 1972’de fotoğrafa başladı. Ulusal ve uluslar arası ödülleri var.
Duran Karaca (1935- ) : Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü mezunu. Paris, Amsterdam ve Kopenhag’ta çalıştı.
Ethem Çalışkan: Ressam.
Fethi İzan : Yurt dışında sergiler açtı ödüller aldı.Tıp doktoru. İstanbul’da profesyonel olarak fotoğraf sanatı ile ilgileniyor.
Fethi Sabunsoy (1950- ): Fotoğraf sanatçısı. Yurt içi ve yurt dışı ödüller sahibi.
Uluslar arası Fotoğraf Sanatı Federasyonu(AFİAP) üyesi.
Gülbin Koçak (1952- ) : Ressam, öğretim üyesi.Yurt dışında ve yurt içinde kişisel sergiler açtı. Ödüller kazandı.
Hacı Hattat (1772 -1848) : Kur’an-ı Kerim ve Esmaül-Hüsna adlı yapıtlarıyla tanındı
Koray Ariş (1944- ) : Heykel sanatçısı. İstanbul DGSA’da okudu. Bir yıl sonra burslu olarak İtalya’ya gitti. Dönüşünde Akademide asistan oldu. 1977’den bu yana serbest olarak çalışmaktadır.
Mehmet Güler : Ressam
Muzaffer Genç (1945- ) : Ressam ve şair. Örgün öğrenim görmeyip, okuduklarıyla kendini yetiştirdi. Adana’da bir atölye açtı. Bursa’ya giderek orada açtığı atölyede çalışmalarını sürdürdü.
Necmi Şenel: (1908- ) : Karikatürist. Adana Halkevi ilk temsil kolunda dekorcu olarak görev yaptı
Özgen Özgenal (1955-1995 Pozantı) : Fotoğraf sanatçısı. Uluslararası ödülleri var. AFAD kursiyerleriyle çıktıkları uygulama gezisinde geçirdikleri otobüs kazasında vefat etti.
Sefa Ulukan : Fotoğraf sanatçısı. Doktor olan Ulukan pek çok sergi açtı. Uluslararası ödülleri var. AFAD kurucusu. AFİAP üyesi.
Suavi Sonar (1910- ) : Ressam ve fotoğraf sanatçısı. Yurt dışında öğrenim gördü. 1960’tan bu yana Roma’da yaşamakta.
Şahin Kaygun ( 1951 - vefat etti ): Fotoğraf sanatçısı, grafiker, sanat yönetmeni. Tatbiki Güzel Sanatlar mezunu. Pek çok sergi açmış ve ödüller almıştır. Atıf Yılmaz’ın yönettiği Dul Bir Kadın filmindeki sanat yönetmenliğiyle sinemaya girmiş ve başka filmler yapmıştır
Yusuf Erkişi: (1951- ) : Ressam.
Zahit Büyükişleyen (1946- ): Ressam. Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünü bitirdikten sonra öğretmenlik yaptı. Almanya’da resim çalışmalarını sürdürdü. Yurda döndükten sonra öğretim üyeliği yaptı.

KURTULUŞ SAVAŞINDA YARARLILIK GÖSTERENLER
Kurtuluş Savaşında yararlılık pek çok Adanalı var. Bunlardan bir kısmı subay olduklarından kahramanca mesleklerinin gereğini yapmışlardır. Gerek subay olanları gerek diğerlerinden yaşayanları daha sonra da Adana’ya hizmet etmişlerdir. Kimisi gazeteci, kimisi vali, kimisi milletvekili ve başka alanlarda Adanalıların yanlarında içlerinde olmuşlardır. Onların bir kısmını başka bölümlerde andık. Geri kalanları burada anıyoruz. İçlerinden bazıları İstiklal Madalyası almışlardır.
Adile Onbaşı(Kara Fatma), Ahmet Cevdet Çamurdan, Ali Sırrı, Bekir Onat, Cezmi Çetinel, Deli Hacı Ağa, Gani Girici, Gizik Duran, Gülekli Abdurrahman (şehit), Gülekli Hacı Ali Ağa, Hatice Hatun, Hilmi Çamurdan, Hulusi Kurdoğlu, İbo Osman, İncirlikli Selahattin, Kaymakam Feyyaz Bozut, Kırmızı Osman, Lüt****ah Osman, Mehmet Gökveli, Mehmet Zait Çamurdan, Mustafa Üstün, Müftü Osman Çamurdan, Nasrullah Hoca (Nasrullah Yasa), Osmaniyeli Rahime (şehit), Recep Dalkır, Remzi Özdemir, Samurağazade Ahmet, Sehlikoğlu Hasan, Şehit Ökkeşoğlu Hayri, Topaloğlu Halil,

GAZETECİLER VE TELEVİZYON SPİKERLERİ :
Ahmet Remzi Yüreğir (1892-1952) : Gazeteci, politikacı. Öğretmen Okulunu bitirdi. Öğretmenliğini sürdürürken Adana gazetesini çıkardı(1918). Adana gazetesi işgal güçlerinin baskısıyla kapandı. Ahmet Remzi Yüreğir bu kez de Yeni Adana gazetesini çıkarır. Kurtuluş Savaşı sırasında tüm güçlüklere karşın gazete çıkarılmaya devam eder. Bir ara Karaisalı’da bir vagonda çıkarılır. Ahmet Remzi Yüreğir gazetesini uzun süre yaşatarak bölge gazeteciliğinin başarılı bir örneğini verir. 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkasına katılan Ahmet Remzi 1950 yılında CHP’den milletvekili seçildi.
Aydın Remzi Yüreğir (1923-1995 ) : Ahmet Remzi’nin oğludur. Adana TRT müdürlüğü yaptı.
Ayhan Kalaoğlu (vefat etti) : Adana tarihini iyi bilen araştırmacı gazetecidir. Basılı yapıtları vardır.
Ayşe Arman : Hürriyet gazetesi yazarlarındandır.
Baki Tonguç Arık : Karatepeli adlı mizah gazetesini 15 sayı çıkardı. İstiklal savaşı kahramanlarındandır.
Cenk Koray (1944- ): Gazeteci, yazar. Televizyon sunuculuğu yaptı. Tiyatro oyunlarında da rol aldı.
Çetin Remzi Yüreğir (1934- ) : Gazeteci. Orta öğrenimini bitirdikten sonra Amerika’ya giderek psikoloji öğrenimine başladıysa da babasının ölümü nedeniyle bitiremedi. Yeni Adana gazetesinin yönetimini üstlendi. Bu gazeteyi günümüze kadar yaşatmayı başardı. Bu arada belediyede çeşitli görevler üstlendi.
Çoban Yurtçu (1915 -1981) : Adana Öğretmen Okulunu bitirdi. Öğretmenlik yaptı. Uzun süre Bugün gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Türkiye Gazeteciler Sendikası Adana şube başkanlığı, Çukurova Gazeteciler Cemiyeti başkanlığı, Türkiye Spor Yazarları Derneği Adana temsilciliği görevini uzun yıllar sürdürdü. Gazeteciler Cemiyetinin ilk başkanı da odur.
Erdoğan Varol : Çukurova Gazeteciler Cemiyeti başkanlığı yapan gazeteci. Adana TRT’de çalıştı. Kısa süreli olan bir gazete çıkarttı. Şimdi İstanbul’da bir dergi grubunun üst yönetimindedir.
Erol Erk : Adana’nın iz bırakan gazetecisidir.
Fahri Uğurlu : 1923’te Adana Türk Ocağı dergisi Altın Yurt’u Ferit Celal ve Bedri Gülek’le bir yıl çıkarttı.
Ferit Celal Güven: (1894-1975) : Gazeteci, yazar. Adana Sultanisini bitirdi.Yüksek öğrenimini sürdürürken çıkan I.Dünya Savaşı nedeniyle askere alındı. Adana’da işgale karşı mücadele etti. Yeni Adana gazetesinde yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı destekledi. Cumhuriyetin ilanından sonra Türk Sözü gazetesini çıkardı. Urfa ve İçel illerinden milletvekili seçildi.
Işık Yurtçu: Gazeteci. Aralarında Cumhuriyet, Güneş, Özgür Gündem’in de bulunduğu pek çok gazetede yazı işleri müdürlüğü de yaptı. Özgür Gündem’de çalışırken Terörle Mücadele Yasasının 8. maddesi gereği hapis cezasına çarptırıldı.
İbrahim Bey(Kethüdazade) : Gazeteci, siyaset adamı.Çıngırak adlı mizah gazetesini meşrutiyet döneminde çıkardı. Teceddüd de onun çıkardığı bir gazetedir. 1920-1923 arası ilk dönem meclis üyesi.
İhsan Altay Orhun (1900- 1977) : Gazeteci. İşgal altındaki Adana’da Tan Yeri gazetesini çıkararak Milli Mücadeleye katkıda bulundu. İşgal güçlerinin baskı ve takibinden kaçarak işgal bölgesi dışına çıktı. Orada direniş hareketlerine katıldı. Kurtuluştan sonra hukuk öğrenimi yaptı. Hukuk ve felsefe doktorası aldı. Avukatlık yaptı.
Kemal Kusun(Ramazanzade) : 1909’da Çukurova gazetesini çıkardı. Hayat gazetesinde yazdı.
Kurtar Çakın: Çukurova Gazeteciler Cemiyeti başkanlığı yaptı. Türk Haberler, Günaydın ve Sabah’ta çalıştı.Kanal 6 Adana temsilciliğini yaptı. Şimdi Emekli.
Mesut Mertcan : Sunucu ve haber spikeri.
Mustafa Emin(Mücavirzade) : 1914-1918 arasında kesintili olarak Hayat gazetesini çıkardı.
Nebil Özgentürk: Gazeteci. Gazeteciliğini İstanbul’da yapan Adanalılardandır. Son zamanlarda televizyon için biyografik çalışmalar hazırlamaktadır.
Nevzat Güven (1904- ) : Gazeteci, futbolcu. Ferit Celal Güven’in kardeşi.Paris’teki Siyasal Bilgiler Okulunu bitirdi. Türk Sözü gazetesinde çalıştı. Adana’daki başka gazete ve dergilerde köşe yazıları yazdı. Çeviriler yaptı. Politikayla da ilgilenen Nevzat Güven Kozanoğlu adında bir de araştırma yapıtı verdi. İşgal yıllarında Türkgücü takımında Fransızlara karşı futbol oynadı.
Ragıp Batumlu : İstanbul’da gazetecilik yapan Adanalılardandır.
Reşat Güçlü : Eski gazetecilerden Gergerli Ali Efendi’nin oğludur.
Savaş Ay: Gazeteci, yazar, tv programcısı ve sunucu.
Tamer Ünal (1945- ) : Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’nin şu anki başkanı. Daha önce de iki dönem başkanlık yaptı.
Vasfi Polat : Yurt, Yurt Duygusu,Gürses, Ceyhan, Cebel-i Bereket, Mektep’i 1927-1928 yıllarında çıkardı. 1923’te Mücahede’yi çıkartmıştı.
Bunlar yanında şu gazeteciler Adana’da uzun yıllar gazetecilik yapmışlardır. Bunların çoğunun tek işi gazeteciliktir.
Fuat Yazgan (vefatı:1998), Hilmi Kürklü(vefatı: 1999), Çoşkun Güven, Derviş İlpars, Erol İlpars(Derviş İlpars’ın oğlu), İsmet Yoğurtçuoğlu, Kenan Gedikoğlu, Mithat Saraçoğlu, Muhittin Gedikoğlu, Mustafa Kaya, Nihat Akın(vefat etti), İbrahim Nihat Geven, Refik Şölen(vefat etti), Rıza Şen, Sabit Oktan, Selahattin Canka(uzun atlama rekortmeni), Selahattin Sepici (Belediye başkanı Ali Sepici’nin babası), Suat Yalçen, Şükrü Oğuz, Zeynel Besim Sun.

SİYASET ADAMLARI, SENDİKACILAR
Abdülkadir Kemali Öğütçü (1888-1947) : Gazeteci ve politikacı. İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra adliye vekilliği, avukatlık yaptı. Bolu’dan Heyet-i Temsiliye üyeliğine seçildi. 1920-1923 dönemi ilk Büyük Millet Meclisinde Kastamonu milletvekili oldu. Toksöz ve Ahali gazetelerini çıkardı. 1930’da Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkasını kurarak muhalefet yaptı. Partisi kapatıldıktan sonra önce Suriye’ye oradan da Lübnan’a gitti. 1939’da yurda döndükten sonra yeniden avukatlığa başladı.
Ahmet Akgün Albayrak : I.Yılmaz Hükümetinde Devlet Bakanı
Ahmet Şanal : Çiller hükümeti Devlet Bakanı.
Ali Münif Yeğenağa : 1908’deki ikinci meclis üyesi. Adana belediye başkanlığı ile Ankara Valiliği yaptı.
Ali Sepici : Üç dönem belediye başkanı seçildi.
Arif Sezer : IV. Ecevit hükümeti Orman Bakanı.
Bahir Ersoy (1920- ) : Sendikacı, siyasetçi. İlk ve orta öğrenimini Adana’da yaptıktan sonra hukuk fakültesine girdi. Oradan ayrılarak Sümerbank’ta işçi oldu. En alt kademeden girdiği sendikacılıkta TEKSİF Genel Başkanlığına kadar yükseldi. Türk-iş’in kuruluş çalışmalarına katıldı. !960’tan sonra Kurucu Meclis üyeliği, üç dönem de CHP milletvekiliği yaptı. !978’de Çalışma Bakanı oldu.
Ali Cavit Oral (1904- ) : Politikacı. Adana eşrafındandır. CHP, DP, AP üyesi oldu. Üç kez Tarım Bakanlığı yaptı. Toprak reformu konusundaki düşünceleriyle dikkati çekti.
Aytaç Durak (1938- ) : İnşaat Mühendisi. Müteahhitlik yaptı. Politikanın içinde oldu. Adana Belediyesinde meclis üyeliği yaptı.Üç kez belediye başkanı seçildi. Halen bu görevi sürdürmektedir.
Bekir Sami Daçe : Çiller hükümetlerinde iki kez Devlet bir kez Adalet Bakanlığı yaptı.
Cenan Bıçakçı (1933 - ) : Sendikacı.Gazetecilik ve matbaacılık yaparken sendikacılığa başladı. Ağaç Sanayi İşçileri Sendikasını kurup başkanlığını yaptı. DİSK yönetim kurulu üyeliği yaptı. Sosyalist Devrim Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Bu partinin genel başkanlığına da seçildi.
Damar Arıkoğlu : İlk Heyet-i Temsiliye milletvekilidir. Bundan sonra yedi dönem daha seçilmiştir. Kurtuluş Savaşı’nda yararlık göstermiştir.
Devlet Bahçeli (1948- ) : Siyasetçi ve bilim adamı.AİTA mezunu.Gazi Ü. İİBF öğretim üyesi. Alpaslan Türkeş’in ölümünden sonra MHY’ye genel başkan seçildi. Katıldığı ilk seçimde partisi büyük başarı sağladı. Ecevit hükümetinde Başbakan yardımcısı oldu.
Dıblanzade Mehmet Fuat Bey: İşgal kuvvetleri emrinde belediye başkanlığını yapamayacağını görünce Toroslara çıkıp milli işgalcilere karşı mücadele etti. Pozantı’ya taşınan Adana vilayetinde belediye başkanlığı yaptı.
Erol Çevikçe : I.Ecevit hükümeti Bayındırlık Bakanı.
Ege Bagatur (1937-1990) : Belediye başkanı. Silahlı saldırıya uğrayarak öldü.
Ersin Koçak : I. Yılmaz hükümetinde Devlet Bakanı
Hilmi Uran : Vali, milletvekili. Altıncı İnönü hükümetinde Nafia, II. Bayar hükümetinde Adliye vekilliği yaptı. Adana valiliği yaptı.
İbrahim Tekin : Adana milletvekili. II.Demirel hükümetinde Gümrük ve Tekel Bakanlığı yaptı.
İsmail Kemal Satır (1911- ) : Doktor, siyasetçi. İstanbul Tıp Fakültesini bitirip, Adana’da serbest doktorluk yaptı. Bu arada siyasete ilgi duydu. CHP’de uzun yıllar görev aldı.Genel sekreterliğe yükseldi. Beş dönem milletvekilliği yaptı. Ulaştırma bakanı oldu. 1961’de Kurucu Meclis üyesi oldu. İnönü’nün genel başkanlıktan ayrılmasından sonra istifa edip CP’yi kurdu. Milli Güven Partisi’yle birleşerek Cumhuriyetçi Güven Partisini oluşturdular. Turhan Feyzioğlu’nun genel başkan olduğu bu partide Kemal Satır başkan yardımcılığını üstlendi. 1974’te etkin siyaset yaşamından çekildi.
İsmail Safa Özler (1885-1940 ) : Siyasetçi, gazeteci, öğretmen. Kurtuluş Savaşında direniş hareketinde aktif olarak yer aldı. 1920 yılında Pozantı milletvekili olarak meclise katıldı. İsmet Paşa kabinelerinde milli eğitim bakanı oldu. İtidal ve Hayat gazetelerinde yazdı. Duman adında bir gazeteyi dört sayı çıkardı(1910). 1920 yılında vilayet Pozantı’ya taşındığında Pozantı’da valilik yaptı.
Kasım Rıfat Gülek (1905-1996) : Sırasıyla Galatasaray Lisesi, Robert Koleji ve Paris Siyasal Bilgiler okullarını bitirdi. Yurt dışında hukuk doktorası yaptı. Maliye öğrenimi de gördü.1950 öncesinde üç kez milletvekili oldu. 1950-1959 arasında CHP genel sekreterliği görevini yürüttü. 1960 sonrası Kurucu Meclisi üyeliği yaptı. 1957, 1961 yıllarında yeniden CHP milletvekili oldu. 1962’de bir yıl süreyle CHP’den ihraç edildi. 1965’te Adana’dan bağımsız milletvekili seçildi. 1969’da kontenjan senatörü oldu. 1973’te siyaset sahnesinden çekildi.
Kozanlı Çamurdanzade Hacı Mustafa Efendi : 1877’de ilk Meclis-i Mebusan üyesi.
Kutlu Aktaş : Çeşitli illerde valilik görevinde bulundu. Bir süre İçişleri Bakanlığı yaptı.
Makbule Dıblan : Milletvekili.
Mehmet Can : I. Ve III. Ecevit hükümetlerinde Gümrük ve Tekel ile Adalet Bakanlığı yaptı.
Mehmet Halit Dağlı : II. Yılmaz hükümeti Devlet, Erbakan hükümeti Orman bakanı,
Mehmet Selahattin Kılıç : Adana milletvekili. Demirel hükümetlerinde Sanayi, Bayındırlık, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlıkları yaptı.
Mukadder Öztekin : Adana milletvekili ve Cumhuriyet Senatosu üyesi. Beş kez bakanlık yaptı. Bayındırlık ve İçişleri Bakanlıklarında bulundu. Adana valiliği yaptı. Valiliği esnasında belediye başkanlığı görevini de yürüttü.
Musaballızade Kazım Bey : 1877’deki ilk meclis üyesi.
Muslihittin Yılmaz : Cumhuriyet Senatosu üyesidir. Gençlik ve Spor Bakanlığı yaptı.
Orhan Sefa Kilercioğlu : VII. Demirel hükümetinde Devlet Bakanı.
Ramazanoğlu Tevfik Kadri . İki kez belediye başkanlığı yaptı(1906-8 ; 1918-9). Belediyeye Fransız bayrağı çekmek istemediğinden istifa etti. İşgal yıllarında Fransızlara karşı mücadele etti.
Sait Efendi : Adana’nın ilk belediye başkanıdır. 1868-1870 arası görev yaptı.
Sallanbaş Mustafa Efendi: 1877’de ilk meclis üyesi. Belediye başkanlığı da yaptı.
Selahattin Çolak : İki dönem belediye başkanlığı yaptı. Altın Koza Film Festivalini yeniden canlandırdı.
Sinan Tekelioğlu: Adana milletvekili. Kurtuluş Savaşı’nda Çukurova’da büyük etkinlik gösterdi.
Timurçin Savaş : Çiller hükümeti Kültür Bakanı.
Turhan Cemal Beriker : 1926-1938 yılları arasında belediye başkanlığı yaptı.

SPORCULAR VE SPOR ADAMLARI
GÜREŞ:
Dişiçürük(Kemal, Süleyman) kardeşler, Yoylu kardeşler, Hanifi Demirkıran Zanapalı, Recep Kılıç Adana’nın yetiştirdiği ünlü karakucak güreşçileridir. Bunlar minder güreşi de yapmış ve başarılı olmuşlardır.
İsmet Atlı: Adana’nın yetiştirdiği en büyük güreşçidir. Olimpiyat ve dünya şampiyonu oldu.. 1951’den 1964’e kadar süren aktif güreş yaşamında 62 kez milli mayoyu giydi. On yıl Milli Takımın kaptanlığını yaptı.1951’de İskenderiye’de Akdeniz Oyunları şampiyonu, 1954’te Tokyo’da dünya ikincisi, 1956’da İstanbul’da dünya birincisi oldu. 1960 Roma’da Olimpiyat şampiyonluğunu kazandı. Halen Adana’da yaşayan İsmet Atlı Türkiye gazetesinde spor yazıları yazmaktadır.
Aşağıda adlarını saydığımız Adanalı güreşçiler milli olmuş, uluslararası yarışmalarda dereceler kazanmışlardır. Bu dereceler Balkan Şampiyonaları, Akdeniz Oyunları, Avrupa ve dünya şampiyonaları ile olimpiyatlarda elde edilmiştir. Bunların içinde pek çok birincilikler vardır.
Ali Abdurahman Çay, Ali Akkaya, Ali Cansız, Ali Demirkazık, Ayhan Taşkın, Bekir Büke, Cevdet Seçer, Fevzi Gökdoğan, Hacı Ali Kaya, Hüseyin Atlı, İbrahim Solmaz, İskender Var (aynı zamanda milli hakem), İlyas Kölük, Mehmet Adıgüzel, Mehmet Çelebi, Mehmet Kartal, Mehmet Sarı, Metin Çıkmaz, İbrahim Solmaz, Mustafa Çetin, Mustafa Çobansarı, Mustafa Kurt, Ruhi Var, Seyit Hışırlı, Şadi Doğdu.

FUTBOLCULAR
Ali Hoşfikirer (1944- ) : Futbol antrenörü, spor yazarı.
Ali Timur (vefat etti) : Fifa kokartlı hakem.
Enver Arsava : Halep’e giden Torosspor takımında yer aldı. Halep takımında Ermeniler ve Fransız milli oyuncular da yer alıyordu. İstanbulspor’da da oynadı.
Fatih Terim : Futbola Adana’da başladı. 1975’te Galatasaray’a transfer oldu. Galatasaray’da ve Milli takımda başarılı oldu. Aktif futbol yaşamından sonra antrenörlüğe başladı. Mili takımı çalıştırdı. Galatasaray’ı dört yıl üst üste şampiyon yaptı. 2000 yılında Galatasaray’a Türkiye’ye ilk UEFA kupasını kazandırdı. İtalya’nın Fiorentina takımını çalıştırmaya başladı 2000).
Gani Kasım: Eski Adanalı futbolcu. İngiliz işgali altındayken Kıbrıs’a giden Adana karmasında yer aldı.
İlyas Ayan : Fifa kokartlı hakem.
Muharrem Gülergin : Futbolcu. Lakabı Foto Muharrem’dir. Aynı zamanda rekortmen bir yüzücüdür.Milli formayı giydi. Adanaspor’da antrenörlük yaptı. Yönetici olarak da çalıştı.
Mustafa Ertan: Beton Mustafa lakaplı futbolcu. Adana’nın ilk milli futbolcularındandır. Beşiktaş’ta oynadı.
Osman Yereşen (1921- ) : Gazeteci, futbolcu, hokeyci. Adana’nın ilk hokey takımı oyuncusu olduğundan hokey Osman diye bilinir. Ulusal futbol hakemidir. Spor spikerliği ve spor yazarlığı da yaptı.
Selahattin Ünlü: 86 kez milli olan Adanalı kaleci. Fenerbahçe’de oynadı.
Selami Tekkazancı : Füze lakaplı futbolcu. 1948’den 1970’e kadar aralıksız Adanaspor’da oynadı. Sürati ve isabetli şutlarıyla ün kazandı.
Yukarıda verdiğimiz adlara Adana’nın yetiştirdiği ve milli takıma gönderdiği şu futbolcuları eklemek gerekir. Bu futbolcular aynı zamanda Türkiye’nin büyük kulüplerinde top oynamışlardır. Burada adlarını vermediğimiz milli olmayıp da büyük kulüplerde oynayan başka Adanalı futbolcular da vardır.
Bekir Hıncal, Burhan Sürer, Cumali Doğruöz, Çoşkun Akyel, Erden Arat, Cengiz Atahan, Eren Talu, Faruk Karadoğan, Feyzullah Küçük, Gavur Tahsin(soyadı Hazarer), Halis Tufan, İbrahim Başodacı, İlhan Özbay, İsmail Akbaş, Kartal Yaşar, Kasım Gündüz , Kemal Bilgiç (Yalınayak lakaplı futbolcu), Kemal Kılıç, Metin Gören, Mustafa Kaplakaslan, Mustafa Şentürk, Mustafa Öz, Mustafa Ulucan, Nuri Şengezer, Orhan Kozik, Orhan Uçak, Orhan Yüksel, Osman Çiller, Özden Uçal, Raşit Binöz (Atom Raşit), Reşit Kaynak, Rıdvan Kılıç, Savaş Erol, Savaş Öz, Tekin İncebaldır, Yahya Kurt, Yalçın Korkmazcan, Yener Çokyaşar .

YÜZME, SUTOPU
Ahmet Bozdoğan : Yüzücü, sutopu oyuncusu. Spor yaşamı Demirspor’da geçti. 1966-1977 yıllarında milli takımda sürekli olarak yer aldı. Serbest stilin değişik metrelerinde 12 Türkiye rekoru sahibidir.
Ayhan Karataş : Yüzücü. Şampiyon sutopu takımı oyuncusu. Değişik stillerde on Türkiye rekorunun sahibi oldu. 100 metre serbesti Türkiye’de bir dakikadan az sürede yüzen ilk sporcu oldu. En çok milli olan Adanalı Ayhan Karataş’tır. 1962-1971 yılları arası sürekli milli mayoyu giydi.
Behçet Kurtiç : Yüzücü. 100 ve 200 metrelerde birincilikleri var. 12 Türkiye rekoru kırdı. Altı yıl mili mayoyu giydi.
Erdal Acet: Şampiyon sutopu takımı oyuncusu. Türkiye’nin en büyük maratoncularındandır.1962-1972 yılları arasında sürekli milli takımda yer aldı.İstanbul yüzme maratonunda 5 birincilik 2 ikincilik aldı. 1976 yılında 9 saat 10 dakikayla en kısa sürede Manş’ı yüzerek geçti.
Ersin Aydın : Yüzücü. Türkiye’nin dayanıklı uzun mesafe yüzücülerindendir. Uluslararası yüzme maratonlarında dereceler aldı. Anamur’dan Girne’ye 34 saatte yüzdü.
Faruk Morkal : Yüzücü, sutopu oyuncusu. Değişik stillerde 20 Türkiye rekorunun sahibi oldu. 1966-1972 yılarında mili takımda yarıştı.
Gülsen Koşkun : Yüzücü. Adana’nın en çok rekora sahip bayan yüzücüsüdür. Değişik stillerde 15 Türkiye rekoru vardır. Üç yıl devamlı milli oldu.
Ünsal Fikirci (Vefat etti): Yüzücü. Şampiyon sutopu takımı oyuncusu. Adana Demirspor ve Deniz Harp Okulu takımlarında yarıştı. Serbest stilde 11 Türkiye rekorunun sahibidir. 4x 100 serbest takımıyla da iki Türkiye rekorunun sahibi oldu. Dört yıl aralıksız mili takımda yarıştı.
Adana’da yüzme ve sutopu 1940’lı yılarda çok gelişmişti. İlk sutopu takımı 12 yıl aralıksız Türkiye birincisi olmuştur. Bu takımın oyuncularının bir kısmı milli, bir kısmı rekortmen bir kısmı hem milli hem rekortmendir. Bu oyuncu ve yüzücüler şunlardır:
Ahmet Gökbuket, Ahmet Güçlüoğlu, Bedri Şensert, Cavit Tan, Faruk Suvar , Hasan Sime,
İhsan Seriner, Lütfi Erdem, Mecit Gülergin, Muharrem Gülergin (vefat etti), Nihat Erdem,
Recai Çevik, Sefa Aydın, Şükrü Ağcaoğlu, Ziya Soyak .
1965 yılında yeni kadrosuyla sutopu takımı yine üstüste şampiyon oldu. Bu takımda yer alan oyuncuların çoğu yüzmede hem defalarca rekorlar kırmış hem de milli olmuşlardır.
Ali Rıza Öngören, Aytaç Pekkoçak, Bora Özkök, Fahri Gez, Gürhan Bencan, Mustafa Acet, Tuncay Şenyüz, Turhan Demirdal,
Bu ilk sutopu takımlarından sonra Adana’da sutopu oynayan, yüzen sporcular vardır. Bunların içinde milli olanlar ve rekor kıranlar vardır.
Ahmet Güloğlu, Ahmet Kızıl, Cabbar Yuva, Fahri Yılmaz, İrfan Verekdal, Kemal Oyuntu(atlet), Lütfü Karacülük (futbolcu), Muzaffer Öksüzler, Nesrin Aslan, Serdar Karataş, Yılmaz Boztay, Zafer Çokduygulu.

ATLETİZM:
Adana’nın yetiştirdiği derece sahibi atletler şunlardır:
Abdülkadir Uğur, Adil Bozdoğan, Ahmet Temel, Behiye Kabakçı, Fehmi Öngül, Hakkı Gerdan, Hasan Tekin, Mehmet Çetinel, Mehmet İkigül, Necdet İstanbulluoğlu, Nihat Calba, Nursel Doğan, Orhan Aslan, Ökkeş Koşkun, Sabit Oktan, Sadettin Arpaç, Sedat Akkar, Selahattin Canka, Turan Arı, Turgay Renklikurt, Yalçın Altınel, Yıldıray Pağda.
ATICILIK

Bu dalda Türkiye’de derece yapan Adanalı atıcılar vardır. İzzet Erozan üç yıl üst üste yivli silahlar dalında Türkiye birincisi oldu. Necati Özsırkıntı Skeet dalında birinci oldu. Mehmet Üstün, Nursel Şensel ve Yücel Göksel ise milli takıma çağrılan Adanalı atıcılardır.
HENTBOL
Adana’dan milli takıma giden ilk hentbolcü Metin Muhacir’dir. Daha sonra şu oyuncular milli olmuştur:
Ali Yıldırım, Ferhat Çakırgil, Gürçin Can, Hakan Ergül, İbrahim Şentürk, İsmal Tarakçı, Mehmet Ali Keskin, Murat Tarakçı, Mustafa Demiryol, Rasim Kurt, Şükrü Özhan.
Adana’da yetişip Türkiye’nin önemli kulüplerine transfer olan pek çok başarılı oyuncu vardır.
Füsun Canan ve Safiye Diker Adanalı Milli hentbol hakemleridir.
BASKETBOL
Aşağıdaki oyuncular Adana’da yetişip Türkiye’nin büyük kulüplerinde oynayan milli voleybolculardır. Burada adını sayamadığımız pek çok voleybolcu daha büyük kulüplerde oynamıştır.
Alaattin Atsal, Arzu Özyiğit, Bülent Karpat, Can Sonat, Cem İpek, Cumhur İpek, Demiray Sayılır, Dolunay Ertan, Filiz Yürük, Güray Kenan, Haluk Yıldırım, Hasan Arat, Hayri Uğur, Hüsnü Çakırgil, Isak Cerit, Lütfi Arıboğan, M.Ali Kıraç, Mehmet Perçin, Mehmet Selekoğlu, Mustafa Ebeş, Necati Güler, Orhan Calba, Soley Zaman, Tuncer Kobaner, Üstün Öngel, Yalçın Altunel,
MASA TENİSİ
Adana’nın milli masa tenisçileri Alper Çalış, Hakan Pirinçoğlu ve Mamut Tezcan’dır.
HALTER
Adana’da halterde ilk rekortmenler Mehmet ve Salih Suvar kardeşlerdir. Adana’nın yetiştrdiği derece ve rekor sahibi milli halterciler şunlardır :
Adil Gül, Bilal Doğan, Cafer Eser, Erdal Ekici, Erol Ekici, Faruk Küreci, Fethi Ülke, Halil Bilgin, Hasan Bayseler, Hasan Yıldırım, İsmail Bayam, Kürşat Ayaz, Malik Eser, Mehmet Suvar, Ömer Haydın(vefat etti), Sabahattin Yıldırım, Salih Suvar, Soner Küreci, Yusuf Dalgınlı, Ziya Suvar.
VOLEYBOL
Aziz Kalaoğlu : Milli voleybolcu. Voleybole Ankara’da başladı. İETT ve Eczacıbaşı takımlarında oynadı. Adana’ya dönüp sporu bıraktı.
Hüseyin Arıboğan : Milli voleybolcu. Galatasaray’da oynadı. Türkiye’de topa en sert vuran smaçörü olarak ün yaptı.
Nevzat Karazincir: Uluslararası voleybol hakemidir. Darüşşafaka, Fenerbahçe ve Kadıköy’de voleybol oynadı.
Oktay Kökten : Milli voleybolcu. Voleybola İstanbul’da başladı. Eczacıbışı takımındaki kaptanlık döneminde dört şampiyonluk yaşadı.
Özcan Sarıtürk : Milli takımın değişmez oyuncusu olarak görev yapan voleybolcu. Adana’da başladığı voleybol yaşamını Galatasaray’da sürdürdü. Başarılı bir pasör olarak dikkati çekti.
Yıldıray Pagda : Darüşşafaka’da voleybola başladı, sonra Galatasaray’a geçti. Voleybol ve atletizm milli takımlarında yarıştı.
Aşağıdaki isimler milli olan voleybolculardır. Bu voleybolcuların hepsi Türkiye’nin büyük takımlarında voleybol oynamışlardır. Bunlar dışında da Adana’da yetişip büyük takımlarda oynayan voleybolcular vardır.
Ercüment Pağda, Hakan Hanikoğlu, İbrahim Sarıtürk, Mithat Barım, Muhsin Gökmen, Mustafa Salar, Mustafa Izkır, Nalan Gülergin, Necati Güler, Semir Karazincir, Sonay Gülergin.
TENİS
Teniste Adana’yı ferdi yarışmalarda şu üç isim başarıyla temsil etmişlerdir:
Atlıhan Binöz, Mine Terliksiz, Yunus Hakan Binöz.
JUDO
Adanalı Milli judocular şunlardır :
Bülent Ağan, Halit Yılmazer, Mustafa Çiçek, Naim Baştan, Sibel Güleç, Yücel Bayram
TEAKWON-DO
Abdullah Çokgör, Ahmet Çavuş, Ali İşlek, Cem Gencel, Çiğdem Topçuoğlu, Gönül Avcı, Hasan Güder, İsmail Ramazanoğlu, Mahmut Atıcı, Mehmet Çeken, Muhittin Aydın, Murat Batur, Murat Güllü, Mustafa Cura, Mutlu Özsoy, Osman Aşan, Özcan Karadiş, Ramazan Yıleri, Selim Dağdoğan, Sinan Gönülrazı, Tuğgen Gedik, Zübeyde Özbenli,
Murat Batur ve Osman Aşan aynı zamanda milli hakemdir.
KARATE :
Adana’da milli takıma çağrılan ve dereceleri olan karateciler şunlardır:
Ahmet Küçüktüfekçi, Cenap Türkeri, Elif İnce, İlkay Metin, Mustafa Toksöz, Sedat Baysu.
Mehmet Özlü: Milli hakem.
BİSİKLET
Ahmet Şahin Ünsal : Milli. Uluslar arası yarışmalarda dereceleri vardır.
Ertuğrul Arlı : Milli. İtalya’dak Akdeniz Oyunlarına katıldı.
BOKS
Adanalı milli bokserler ve Türkiye Şampiyonları:
Ahmet Boğa, Ahmet Karahan, Ali Yaylacı, Atilla Pakyürek, Ayhan Aslanvuran, Deniz Dağsuyu, Doğan Berkan, Ekrem Yıldız, Ercüment Erdoğan, Esat Ortaçbayram, İlhami Yenilmez, İlhan Düzgün, İrfan Olgunoğlu, İsmail Yalçın, İsmet Atıcı, Kaplan Tokaç, Mehmet Gül, Mehmet Evren, Mehmet Kılıç, Murat Örnek, Mustafa Kızılkaya, Mustafa Yalçın, Müslüm Kaya, Nazif Kuzucu, Nurullah Yüksel, Orhan Zinciroğlu, Ramazan Alaçam, Ramazan Yavuz, Resul Ekrem Özbe, Salim Bilgin, Sefa Nar, Sezai Demirbaş, Süleyman Sırrı Sevindik, Tufan Polat, Turgut Aykaç, Turgut Doğan, Ülkü Alpan.
YELKEN:
Yelkende derece sahibi Adanalı sporcular vardır. Bunlardan milli takıma çağrılanlar şunlardır:
Cenk Sarıaslan, Emrah Sürmen, Evren Varol, Özgür Öztürk, Özhan Sarıslan

ADIYAMAN

Adıyaman, tarihin bilinen en eski yerleşim yerlerinden biridir. Adıyaman Palanlı Mağarasında yapılan incelemelerde kent tarihinin M.ö. 40.000 yıllarına kadar uzandığı anlaşılmıştır.

Yine Samsat-Şehremuz Tepe'deki tarihi bulgulardan M.ö. 7.OOO yılına kadar Paleolitik, M.O. 5.000 yıllarına kadar Neolitik, M.Ö. 3.OOO yıllarına kadar Kalkolitik ve M.O. 3.0OO-1.200 yıllan arasında da Tunç Çağı dönemlerinin yaşandığı anlaşılmıştır. Bu dönemde bölge Hititlerle Mitannilar arasında el değiştirmiş ve Hitit Devletinin yıkılmasıyla (M.Ö. 1.200) karanlık bir dönem başlamıştır. M.Ö. 1.2OO'den Frig Devletinin kuruluşu olan M.Ö. 750 yıllan arası dönemle ilgili olarak yazılı kaynağa rastlanmamıştır. Ancak; bu dönemde yöre, Asur etkisine girmeye başladığından, Samsat'ta bulunan Asur etkili mühürler ve Kahta Eskitaş Köyünde bulunan Hitit Hiyeroglifi ile yazılmış kitabeler, Anadolu'daki tarihi silsilenin ilimizde de aynen devam ettiğini, göstermektedir. Bu dönemde Adıyaman ve çevresinde Hitit Devletinin yıkılmasıyla ortaya çıkan Geç Hitit şehir devletlerinden biri olan Kummuh Devleti hüküm sürmüştür.

M.Ü. 9OO-70O yılları arasında yöre Asur etkisinde kalmakla birlikte, Asurlular tam olarak egemen olamazlar. 6. yüzyılın başlarından itibaren yöreye Persler hakim olur ve yöre Satrap'lar (Valiler) eliyle yönetilir. M.O. 334 yılında Makedonya Kralı Büyük iskender'in Anadolu'ya girmesiyle Pers'ler hakimiyetini kaybetmiş ve M.ü. 1. yüzyıla kadar yörede Makedonyalı Selev-kos Sülalesi hüküm sürmüştür. Bu sülalenin gücünün zayıfladığı sıralarda, Kral Mithradetes l Kallinikos Kommagene Krallığının bağımsızlığını ilan etmiştir (M.O. 69).

Başkenti Samosota (Samsat] olan Kommagene Krallığı, egemenliğini MS. 72'ye kadar sürdürmüş, bu tarihte yöre Roma imparatorluğunun eline geçmiş ve Adıyaman Roma imparatorluğunun Syria (Suriye) Eyaletine, 6. Lejyon olarak bağlanmıştır. Roma imparatorluğunun 395 yılında Batı ve Doğu Roma olarak ayrılmasıyla, Adıyaman Doğu Roma imparatorluğuna katılmıştır. 643 yılından itibaren bölgeye İslam akınları başlamakla birlikte İslam hakimiyeti ancak 670 yılında Emevi'lerle kurulabilmiştir. 758 yılında ise, II, Abbasi komutanlarından Mansur Ibni Cavene'nin hakimiyetine girer. 926 yılına kadar Abbasi hakimiyetinde kalan H'de bu tarihte Hamdanüerin egemenliği başlar. 958 yılında yöre yeniden Bizanslıların eline geçer.

1114-1181 yıllan arası yöreye Türk akınları olur. 1204-1298 yılları arasında Samsat ve yöresini Anadolu Selçukluları ele geçirir. 1230 ve 1250 yıllarında Moğol saldırılan yaşanır. 1298'de yöre ve bölge Memlüklerin eline geçer. 1393 yılında Adıyaman bu kez de Timurlenk tarafından yağmalanır.

Büyük bir istikrarsızlığın olduğu Orta çağ boyunca Adıyaman Bizans, Emevi, Abbasi, Anadolu Selçukluları, Dulkadiroğullan arasında el değiştirmiş ve nihayet Yavuz Sultan Selim'in Iran seferi sırasında 1516 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı topraklarına katılan Adıyaman, başlangıçta merkezi Samsat'ta bulunan bir Sancakla Maraş Beylerbeyliğine bağlıyken, Tanzimat’tan sonra bir kaza olarak Malatya'ya bağlanmıştır.

Cumhuriyetin kuruluşundan 1954 yılına kadar eski idari yapısı korunarak Malatya'ya bağlı kaza konumunda olan Adıyaman 1 Aralık 1954 tarihinde 6418 sayılı Kanunla Malatya'dan ayrılarak müstakil il haline gelmiştir.

KRONOLOJİ

 

M.Ö. 40000- M.Ö. 7000

Paleolitik

M.Ö. 7000 - M.Ö. 5000

Neolitik

M.Ö. 5000 - M.Ö. 3000

Kalkolitik

M.Ö. 3000 - M.Ö. 1200

Hititler

M.Ö. 1200 - M.Ö. 750

Asurlular

M.Ö. 750 - M.Ö. 600

Frigler

M.Ö. 600-M.Ö. 334

Persler

M.Ö. 334-M.Ö. 69

Makedonlar

M.Ö. 69-M.S. 72

Kommagene Krallığı

72-395

Roma imparatorluğu

395-670

Doğu Roma (Bizans)

670-758

Emeviler

758 - 926

Abbasiler

926- 958

Hamdaniler

958 –1114

Bizanslılar

1114 –1204

Eyyubiler

1204 –1298

Anadolu Selçuklular

1298 –1516

Memluklular

1516 –1923

Osmanlı imparatorluğu

 

ADIYAMAN ADININ KAYNAĞI

Adıyaman isminin menşeyi hakkında çeşitli rivayetler vardır.

Birinci rivayete göre; Perre şehrinde cereyan ettiği belirtilen bir olaya bağlanmaktadır. FARRİN yada PERRE olarak bilinen şehirde PUT’ a tapan bir babanın yedi oğlu, babalarında evde olmadığı bir gün bütün putları imha ederek ALLAH’ın (Hz. İsa’nın söylediği gibi) bir olduğunu kabul ve ilan ederler. Putperest baba durumu öğrenince yedi oğlunu da öldürür. Babaları tarafından öldürülen yedi kardeşin hatırasına Farrin (Perra=Pirin)’ de bir manastır yaptırılır. Bu olaydan ötürü de şehre Yedi Yaman adı verilir. Yedi Yaman zamanla Adıyaman şekline dönüşür.

İkinci rivayete göre; Adıyaman şehrinin ortasında yaptırılan Mansur’un kalesi olarak bilinen kale’ ye halk, Hısn-ı Mansur ismini vermiştir. Hısn-ı Mansur isminin menşeyi hakkında iki ayrı rivayet mevcuttur. Kaynaklarda VII. yüzyılda buraya gelen Emevi komutanlarından Kays kabilesine mensup Mansur. Ca'vene'ye izafetle bu ismin verildiği rivayet edilmekte ise de başka bir rivayete göre bu ismin Abbasi Halifesi Ebu Cafer El-Mansur'un adından gelmektedir. Zamanla halk arasında telâffuz şeklinin de değişmesiyle “HÜSNÜ MANSUR” olarak bu şehrin ismi değiştirilmiş olmaktadır.

Üçüncü rivayete göre; Adıyaman şehrini doğu, batı ve güney yönlerinde derin vadiler çevirmiştir. Bu vadilerin yamaçları zengin meyve ağaçları ile kaplı olduğu gibi, şehrin çevresinin de meyve ağaçlarıyla kaplanmış olmasından dolayı güzel vadi anlamında olan “VADİ-İ LEMAN” (Güzel vadi) kelimesinin söylenişi zamanla değişmiş ve halk arasında “ADIYAMAN” şekline dönüşmüştür. Ancak, Hısn-ı Mansur yani Hüsnü Mansur ismi 1926’ ya kadar resmi ad olarak kalmıştır. 1926 yılından itibaren Bakanlar Kurulu kararları ile şehrin ismi tekrar ADIYAMAN olarak değiştirilmiştir.

ADIYAMAN VE ÇEVRESİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

Adıyaman ve çevresinde yapılan arkeolojik kazılar ve yüzey araştırmaları bu şehrin tarihinin paleolitik döneme kadar uzandığını göstermiştir.

İnsanlık aleminin Toplayıcılık ve Avcılık Dönemi adını verdiğimiz kültür evresinin de izlerini taşıyan, büyük medeniyetlere beşiklik eden Adıyaman, 100 yıldan bu yana dünya arkeologlarını meşgul eden bir araştırma alanı haline gelmiştir.

Yöredeki arkeolojik kazılarda bulunan Paleolitik (40.000) ve Neolitik dönemlere ait çakmak taşından yapılmış el baltaları, delici ve kazıcılar, obsidiyenden yapılmış ok uçları, pişmiş toprak parçaları; Kalkolitik döneme ait pişmiş topraklardan yapılmış kaplar ve objeler, Erken Tunç çağına ait madeni eserler; Demir çağına ve Helenistik döneme ait taş ve pişmiş topraktan eserler, Roma dönemine ait kandiller, çeşitli kaplar, heykeller ve taş eserler, Bizans dönemine ait küp ve diğer seramik çeşitleri; Abbasiler dönemine ait altın ziynet eşyaları, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait sırlı seramikler, vazolar, cam eserler; mühürler, yüzük ve bilezikler, insan ve hayvan figürleri gibi daha birçok arkeolojik eserler, Adıyaman ve çevresinin tarihi zenginliklerini ortaya koymaktadır.

Adıyaman ve çevresinin tarihi zenginliklerinin eskiden beri bilinmesi bölgenin son yüz yılarda birçok yerli ve yabancı bilim adamı, seyyah tarafından araştırılmasına neden olmuştur.

ESKİ ÇAĞDA ADIYAMAN KARAKALEM

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında kalan havzadaki Adıyaman, Gazi Antep, Şanlı Urfa, Siirt, Şirnak, Batman ve Mardin illerini içine alan topraklardaki sulama ve enerji üretimine yönelik bir proje gerçekleştirilmiştir. Bu proje kısa adı GAP olan Güneydoğu Anadolu Projesi’dir. Bu proje çerçevesinde, su altında kalmış antik yerleşim bölgelerinde arkeolojik araştırmalar yapılmıştır.

Coğrafi konum itibariyle Güneydoğu Anadolu Bölgesi, güneyde Mezopotamya, doğuda İran, kuzeyde doğu Anadolu ve Kafkasya, batıda Orta Anadolu bozkırları arasında yer alan bir orta bölgedir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi yaylaları, sözü edilen bölgeler arasında binlerce yıl önce parlayıp sönen eski medeniyetlerin bir kavşak yeri olduğu için insanlık tarihi boyunca eşi az görülen medeniyetlere sahne olmuştur (ERZEN,Afif: Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Tarih Anatolia and Urartions-Ankara 1984 s.7).

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Tarih öncesi çağlarda yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılayacak elverişli bütün özelliklere sahipti. Su kaynakları, doğal kaya sığınakları, çayır ve ormanlık alanları ile zengin av hayvanları insanları en eski çağlardan beri bu bölgeye çekmiş olmalıdır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bu elverişli özellikler, avcılık ve toplayıcılıkla geçimlerini sürdüren insanlara çok olumlu yaşama ortamı sunmuştur. Bu ortam bölgede bir çok medeniyetin filizlenmesi sonucunu doğurmuştur.

Adıyaman Bölgesindeki Eskiçağ Yerleşmeleri

Paleolitik Yerleşmeler

Paleolitik kültürü meydana getiren insanlar mağaralarda yaşıyorlardı. Bu insanlar için avcılık kültürel gelişimin ilk devrelerinde en önemli aşamalardan biriydi. Bölgede bulunan bol miktardaki av hayvanı insanların düşüncesine ve sosyal yaşantısına yön veren etkenlerden biri olmuştur. Adıyaman-Malatya karayolu üzerinde bulunan PALANLI KAYAALTI SIĞINAĞI işte böyle bir paleolitik dönem yerleşmesidir.

Adıyaman Samsat Şehramuz Tepesi ve Çevresi Yerleşmeleri’nde yine paleolitik dönem kalıntıları bulunmaktadır. Bölgede ayrıca Kung Kıracı Tepesi, Ziyaret Tepesi ve Kemşak Tepesi gibi yerleşim yerleri de vardır.

Adıyaman yöresinde Neolitik, Kalkolitik ve Eski Tunç Dönemini yansıtan yerleşme yerlerinin başında, bugün Atatürk Barajı gölü sahası içinde kalan Samsat (Samosata Höyüğü) gelmektedir. Ayrıca Kommegene Krallığı’nın başkentliğini yapmıştır. Keza Tille Höyük yörenin diğer önemli bir höyüğüdür.

Adıyaman bölgesi Helenistik ve Roma Dönemi eserleriyle ün yapmış bir bölgemizdir. Bu kalıntıların en önemlisi Eski Kahta Köyünün yanındaki 2150 m yüksekliğinde Nemrut Dağı’nın üzerindedir. Toros Dağları ile Fırat Nehri arasındaki yöre, Helenistik ve Roma çağlarında Kommagene olarak adlandırılır.

Kommagene M.Ö. I. yüz yıl başında Selevkoslar soyuna son veren iç savaşlar sırasında I. Mithradates Kallinikos tarafından bağımsız bir krallık olarak kurulmuştur. Antikçağ’ daki adı Nymphaios olan bugünkü Kahta Çayı üzerindeki Eski Kahta Köyünün yanında yer alan Arsameia kentinde, antik kentin kuruluşunu anlatan yazıtlara rastlanmıştır. Bu kentin 3 km güneybatısında Kahta Çayı’nın bir kolu olan Cendere Çayı’ndaki güzel köprü, sütunlar üzerindeki Latince bir yazıta göre Roma döneminde dört Kommagene kenti tarafından yaptırılmıştır.

Antitorosların bir uzantısı olan Nemrut Dağı’nın 2150 m yükseklikteki zirvesinde bugün herkes tarafından bilinen ve Geç Helenistik Devirden kalma tapınaksal mezar anıtı, yeryüzünün en değerli kültür varlıklarından biri olarak kabul edilmiştir. Bu anıt ve çevresi 1987 yılında UNESCO nezrindeki “İnsanlığın Kültür Mirası” listesine alınmış 1988 yılında da Türk Hükümeti tarafından Milli Park ilan edilmiştir.

Roma dönemi eserleri arasında kaya mezarları da bulunmaktadır. Adıyaman Kahta İlçesi Eskitoz (Ancos) Köyünün doğusundaki Fırat vadisinde yamaç boyunca kalker kayalara oyulmuş pek çok mezar bulunmuştur. Ancak bunlar Atatürk Barajı suları altında kalmıştır.

Güneydoğu Anadolu Bölgesinde özellikle Adıyaman ve Gaziantep yöresinde kurulmuş olan ilk devlet Kommagene (M.Ö.69-M.S.72) Krallığıdır. Bölgede Selevkos hakimiyetini İran’daki Parth’ların (M.Ö.240-85) hakimiyeti takip eder. Parthlar sınırlarını Fırat boylarına kadar genişleterek Diyarbakır’ı ellerine geçirdiler. Ancak M.S.226 yıllarına kadar ellerinde tutabildiler (OKTAY Akşit,“Roma İmparatorluk Tarihi” İstanbul 1985).

ORTA ÇAĞDA ADIYAMAN

Adıyaman ve çevresi M.S.395 yılından itibaren Doğu Roma İmparatorluğu’ nun (Bizans Devleti’nin) egemenliği altındayken İslam akımlarına maruz kalmıştır.

Hz. Ömer’in halifeliği döneminde (634-644) Adıyaman ve çevresi Müslüman Arapların eline geçmiştir. Aba Ubeyde, Halid Bin Velid, Sait Bin Ebi Vakkas ve İyaz Bin Ganm gibi tanınmış islam komutanlarının katıldığı savaşlar sonucunda 638 yılında bu bölge İslam topraklarına katılmıştır.

Adıyaman ve çevresi bir süre Müslümanlarla Bizanslar arasında sınır bölgesi ve çekişme konusu olur. 670 yılında Emevi komutanlarından Mansur Bin Cavena Adıyaman’ı ele geçirir. Bu komutanın Adıyaman şehrinin ilk yerleşim alanı içinde kalan bugünkü Adıyaman Kalesini yaptırdığı rivayet olunur.

M.S. 758 yılında Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur tarafından Emevi egemenliğine son verilir. Böylece Adıyaman ve çevresine Abbasiler hakim olurlar.

M.S. 1066 yılında Selçuklu komutanlarından Gümüştekin, Adıyaman şehrini (Hısn-ı Mansur-u) ve çevresini ele geçirir; ancak iç karşılıktan dolayı geri çekilir. 1071 Malazgirt Muharebesi’ni izleyen 1082 yılında Hıns-ı Mansur (Adıyaman şehri), tekrar ele geçirilir ve Abbasi hakimiyeti sona erer. Selçukluların egemenliği altında kalan Adıyaman ve çevresi Haçlı Savaşları’nın etkisi altında kalarak geçici olarak el değiştirir. Adıyaman ve çevresi1114-1204 tarihleri arasında Eyyubilerin kontrolü altına da girmiştir. Anadolu Selçukluların 1298 yılında Moğolların istilasına uğrar; iç karışıklık yaşanır. Bu durum 1339 tarihine kadar devam eder. 1339 tarihinde Adıyaman ve çevresi, Dulkadıroğulları Beyliği’nin kurulmasından bir süre sonra Dulkadıroğulları’ nın egemenliğine girer. 1398’ de Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt yöreyi ele geçirirse de Doğu Anadolu’ya egemen olan Timur tehlikesi nedeniyle geri çekilir. Sonuçta Adıyaman ve çevresi tekrar Dulkadıroğulları’nın eline geçer.

YENİ ÇAĞDA ADIYAMAN

1515 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun hükümdarı Yavuz Sultan Selim, İran seferi dönüşünde Dulkadiroğulları Beyliği’nin egemenliğine son vererek, Adıyaman ve çevresini topraklarına katar. Böylece Adıyaman’da Osmanlı İmparatorluğu dönemi başlamış olur.

Adıyaman ve çevresi Osmanlı yönetimine girdikten sonra, sınır boyu olmaktan çıkar. Bunun sonucu olarak savaş, baskın ve istila korkusundan kurtulur, huzura ve sükuna kavuşur. Osmanlı yönetiminin Türk aşiretlerini belli yörelerde oturmaya mecbur eden iskan (yerleşme) politikasından dolayı, Anadolu’nun diğer yerlerinde olduğu gibi bu yörede de zaman zaman isyanlar meydana gelir; ancak bu isyanlar bastırılır.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE ADIYAMAN

Milli Mücadele Döneminde:

Milli Mücadele döneminde Adıyaman düşman işgaline uğramayan yöreler arasında yer alır.

Adıyaman Şehrinin Kuruluşu ve Adının Kaynağı:

Adıyaman şehrinin yeri, ne zaman ve nasıl kurulduğuna dair kesin bir kayda rastlanmamıştır. Adıyaman şehrinin ilk çekirdeğini oluşturan yerleşim alanını şehrin 5 km. kuzeydoğusunda bugünkü Örenli Mahallesi olarak ifade edilen PERRE (Pirin) adı ile ortaya çıktığı ve bunun Neolotik döneme kadar uzandığı kesinlik kazanmıştır. Perre (Pirin) şehri Kommagene Krallığı döneminde önemi kazanmış ve dönemin önemli şehirlerinden biri olarak tarihte yerini almıştır.

Eskiçağın sonu, ortaçağın başlangıcında Perre (Pirin) şehri terk edilerek, 5 km güney de Girik köyü veya şimdiki kalenin bulunduğu yerde şehir yeniden kurulmuştur. Bizans Devleti zamanında şimdiki yerin inşa edildiği izlemini vermektedir. Çünkü, 634 yılından sonra Arap Müslümanlarca bu bölge istila edildiğine göre, şehrin kuruluşunun 634 yılından önce gerçekleşmiş olması gerkmektedir.

Adıyaman adının nereden geldiği hakkında çeşitli rivayetler vardır.

Birinci rivayet: Perre şehrinde cereyan ettiği belirtilen bir olaya bağlanmaktadır. FARRİN yada PERRE olarak bilinen şehirde PUT’ a tapan bir babanın yedi oğlu, babalarında evde olmadığı bir gün bütün putları imha ederek ALLAH’ın (Hz. İsa’nın söylediği gibi) bir olduğunu kabul ve ilan ederler. Putperest baba durumu öğrenince yedi oğlunu da öldürür. Babaları tarafından öldürülen yedi kardeşin hatırasına Farrin (Perra=Pirin)’ de bir manastır yaptırılır. Bu olaydan ötürü de şehre Yedi Yaman adı verilir. Yedi Yaman zamanla Adıyaman şekline dönüşür.

İkinci rivayet: Adıyaman şehrinin ortasında yaptırılan Mansur’un kalesi olarak bilinen kale’ ye halk, Hıns-ı Mansur ismini vermiştir. Zamanla halk arasında telâffuz şeklinin de değişmesiyle “HÜSNÜ MANSUR” olarak bu şehrin ismi değiştirilmiş olmaktadır (SUCU, M.1985.s.12).

Üçüncü rivayet: Adıyaman şehrini doğu, batı ve güney yönlerinde derin vadiler çevirmiştir. Bu vadilerin yamaçları zengin meyve ağaçları ile kaplı olduğu gibi, şehrin çevresinin de meyve ağaçlarıyla kaplanmış olmasından dolayı güzel vadi anlamında olan “VADİ-İ LEMAN” (Güzel vadi) kelimesinin söylenişi zamanla değişmiş ve halk arasında “ADIYAMAN” şekline dönüşmüştür. Ancak, Hıns-ı Mansur yani Hüsnü Mansur ismi 1926’ ya kadar resmi ad olarak kalmıştır. 1926 yılından itibaren Bakanlar Kurulu kararları ile şehrin ismi tekrar ADIYAMAN olarak değiştirilmiştir.

ADIYAMAN' IN İDARİ TARİHÇESİ

Dulkadiroğullarından Osmanlı İmparatorluğu’na geçen Adıyaman şehri, önce Kahraman Maraş (Zülkadriye) Eyaleti sınırları içinde yer alır. İlk yıllarda (1519-1530) Samsat sancağına bağlanır. 1531’ den sonra da Elbistan sancağına bağlanır. 1841 yılında Adıyaman şehrinin ilçe merkezi olduğunu görüyoruz. Şehrin, vali adına görev yapan bir memur yani kaymakam tarafından yönetilmeye başladığını görüyoruz. Ancak tarihi belgelerde “Kaymakam”sözcüğüne rastlanmamıştır. 1849 yılında sancak haline getirilerek Diyarbakır’a bağlanmıştır. Bu tarihten itibaren Besni, Kahta ve Siverek ilçelerinin de Adıyaman sancağına bağlandığını görüyoruz. 1859 yılında bu defa Malatya sancak olunca, Adıyaman tekrar ilçe haline dönüştürülür. Bu durum, Adıyaman’ın resmen il merkezi olduğu 01.12.1954 tarihine kadar devam eder.

Söz konusu yasayla Adıyaman il olmuştur. 22.06.1954 tarih ve 6414 sayılı yasa ile Kahta, Besni, Gerger ve Çelikhan ilçeleri ile birlikte 16 bucak da Adıyaman'a bağlanmıştır. Daha sonra 7035 sayılı kanunla 01.04.1958 tarihinde Gölbaşı, 01.04.1960 tarihinde Samsat, 09.05,1990 tarihinde 09.05.1990 tarihinde 1664 sayılı yasayla Tut ve 1991 yılında ise Sincik ilçe merkezine dönüştürülmüştür. Bugün Adıyaman’a bağlı 8 ilçe merkezi bulunmaktadır.

AFYONKARAHİSAR

Afyon’un ilk sahipleri Hititlerdir. Pekçok höyüklerde Hititlere ait tarihi zenginlikler ortaya çıkarılmıştır. Afyon kalesini yapan Hitit imparatoru “Mürsil”dir.

Hititlerden sonra Sakarya boylarında hüküm süren Frikler (Frikyalılar) Afyon’a sahib oldular. Frikyalılar bu şehre “Sineda” ismini vermişlerdir. Afyon müzesi, Hitit ve Frikyalılara ait eserler bakımından en zengin olanıdır.

Frikyalılardan sonra Lidlar (Lidyalılar) bu bölgeye sahib oldular.

M. Ö. altıncı asırda Perslerin eline geçti. M.S. 4. asırda Makedonya Kralı Büyük İskender’in istilasına uğradı. Bunun ölümünden sonra Selevkosların, sonra da Bergama Krallığının eline geçti. M.S. 2. asırda Bergama Krallığı ile birlikte Roma İmparatorluğuna katıldı.

Roma İmparatorluğu M.S. 395 senesinde ikiye ayrılınca burası Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğunun elinde kaldı.

Müslüman Araplar ve İranlı Sasaniler Afyon’a kadar geldiler. Müslümanların meşhur kahramanlarından Battal Gazi’nin Afyon’da Bizanslılarla savaşırken 739 senesinde şehid olduğu rivayet edilmektedir.

Bizanslılar, Afyon’a "yüksek kale” manasına gelen Akronium (Akroenos) ismini verdiler

1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu Fatihi ve Anadolu’daki Türk devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şah bütün Anadolu gibi Afyon’u da feth etti. 1146’da Birinci Kılıçarslan, Bizans İmparatoru Manuel Komnenos’u Bolvadin civarında yendi.

Birinci Haçlı Seferinde haçlı orduları Afyon’u geri aldılar. Afyon şehri civarında Türklerle Bizanslılar arasında büyük ve kanlı savaşlar oldu. Selçuklular, Afyon’u Bizanslılardan yeniden aldılar.

Selçuklu sultanı Alaeddin, Afyon şehrini imar ettirdi. Devlet hazinesi burada saklandı. Bu sebepten Selçuklu devrinde, Afyon’un bir ismi de “Hisar-ı Devlet”, Devlet hazinesinin saklandığı hisar olmuştur.

Moğolların Anadolu genel valisi Timurtaş, taht şehri Konya'yı işgalden sonra Afyon’u kuşatmış, fakat Selçuklu veziri Sahib Ata şehri teslim etmemiştir.

On üçüncü asrın ikinci yarısında Sahib Ata Fahreddin Ali Bey, oğul ve torunları da asrın sonuna kadar Afyon valiliği yaptılar. Şehir sonra Germiyan Beyliğine geçti. 1390 senesinde Sultan Yıldırım Bayezid Han, Afyon’u Osmanlı Devletine kattı. 1402’de Timur Han burasını yeniden Germiyan Beyliğine verdi. Germiyanoğlu Yakub Beyin ölümü ve vasiyeti üzerine Afyon, Osmanlı toprağı oldu.

1451’de Kütahya’da bulunan Anadolu Beylerbeyliği’ne (eyaletine) bağlanarak, Karahisar-ı Sahib Sancağı ismini almıştır. 1685’te Hüdavendigar (Bursa) vilayetine bağlı sancak, Tanzimattan sonra Kütahya’ya bağlı bir ilçe olmuştur. 1914’te bağımsız sancak olan Afyon, Cumhuriyet devrinde Afyonkarahisar ismiyle il olmuştur.

Osmanlı devrinde yolların birleştiği ve ikmallerin yapıldığı bir üs olarak kullanılmıştır.

On yedinci asırda Celali isyanları, on dokuzuncu asırda Anadolu’nun an’anevi sanayiinin yıkılışı ile Afyon geriledi. 1833’te Kavalalı Mehmed Ali Paşanın birkaç ay işgalinde kaldı.

28 Mart 1921’de şehri Yunanlılar işgal etti. Sonra 7 Nisan 1921’de geri çekilip 13 Temmuz 1921’de yeniden aldılar.

Türk İstiklal Harbinin dönüm noktası olan Başkomutanlık Meydan Savaşı, Afyon’da cerayan etti. 27 Ağustos 1922’de, Afyon yeniden hakiki sahipleri olan Türklerin eline geçti... Yunanlılar 1 sene 25 gün süren işgallerinde Afyon’u aşırı derecede tahrib ettiler.

27 Ağustos’ta Afyon’un kurtuluş törenleri, 30 Ağustos Zafer Bayramında ise Dumlupınar’da törenler yapılır.

AĞRI


Ağrı’nın bilinen tarihi M.Ö. 15. asra dayanır. M.Ö. 15. asırda, Hurri Mitana Krallığı bu bölgede bulunuyordu. Hititler ve Urartulardan sonra, Kafkasya’dan atlı göçebe olarak gelen Kimmenler M.Ö. 8. asırda bu bölgeye yerleştiler. M.Ö. 7. asırda Sakalar, 6. asırda Persler, 4. asırda Makedonya Kralı İskender, M.S. 6. asırda Hazer Türkleri, M.S. 642’de Müslüman Araplar, İlhanlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, İranlı Türk Safevilerin eline geçmiş, Celaleddin-i Harzemşah ve Moğolların istilasına uğramış, zaman zaman da, Bizans ve Persler arasında el değiştirmiştir. 1515’te Ağrı, Yavuz Sultan Selim Han Çaldıran’da Şah İsmail’i yenince, Osmanlılara geçmiştir. Yavuz Sultan Selim’in tayin ettiği Tuğ Beyinin çocukları halen bu bölgede “Tugan”, “Doğan” ve “Toğanoğlu” soyadı ile anılmaktadır.

Yavuz, Sultan Selim’in İstanbul’a dönüşünden bir müddet sonra İranlı Safeviler burasını geri almışlar, 1578’de Kanuni Sultan Süleyman Han bu bölgeyi tekrar Osmanlı Devletinin sınırlarına katarak merkezi Bayezid olan Van beylerbeyliğine bağladı. Tanzimattan sonra Bayezid sancağı olarak Erzurum vilayetine bağlandı. Cumhuriyetin ilanında il merkezi Doğu Bayezid idi. 1926’da Karaköse il merkezi,Doğu Bayezid ise ilçe oldu. 1938’de Karaköse ismi Ağrı olarak değiştirildi.

93 Harbinde (1877-1878) ve Birinci Dünya Harbinde Türkiye-Rusya ve İran arasında bölünmüş olan Ağrı, 1920 Kars, 1921 Moskova ve 1923 İran-Türk antlaşmaları neticesinde bütünüyle yeniden hukuki sahipleri olan Türklerin eline geçti. Ağrı, bin senelik bir Türk toprağıdır.

Amasya

Tarihi


Amasya'nın tarihi M.Ö. 4000 senelerine dayanmaktadır. Hititlerden sonra Asurlar bir süre Amasya’yı işgal ettiler. Hitit başkenti Hattuşaş, Amasya’nın güney batısındadır.

M.Ö. 6. asırda Pers ve M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı Büyük İskender’in istilasına uğradı. Pontus krallığının başkenti Sinop’a taşınmadan önce Amasya idi. M.Ö. 1. asırda Romalılar Mitridat’ı yenince Amasya, Roma İmparatorluğuna geçti. M.S. 355’te Roma İmparatorluğunun devamı olan Bizans’ın eline geçti. 712’de Araplar, İslam ordularıyla Amasya’yı fethettiler. Fakat bir süre sonra Bizanslılar Amasya’yı geri aldılar. 1071 Malazgirt savaşından kısa bir süre sonra Danişmendoğlu’nun başkenti oldu. Melik Danişmend Ahmed Gazi Amasya’yı fethetti.

Daha sonra Türkiye Selçuklularının hakimiyetine geçen Amasya'ya bilahare İlhanlılar hakim oldu. İlhanlı genel valisi Timurtaş'ın Mısır'a kaçmasından sonra yetine tayin edilen Büyük Şeyh Hasan vekaleten Alaaddin Eratna'yı Anadolu'ya gönderdi. Bir müddet sonra, Eratna bağımsızlığını ilan ederek Eratna Beyliğini kurdu. 1360'da Şadgeldi, Eratna Beyliğinden ayrılarak Amasya'da Amasya Beyliği'ni kurdu.

Yıldırım Bayezid 1393’te Amasya’yı Osmanlı Devletine kattı. Osmanlılar devrinde “Şehzadeler şehri” olarak isim yapmıştır. Osmanlı sultanlarından İkinci Murad ve Yavuz Sultan Selim Han Amasya’da doğmuşlardır. Fatih Sultan Mehmed Han 8 yaşında iken Amasya valisi olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman Han sık sık Amasya’ya gelmiştir. İkinci Bayezid şehzadeliğini Amasya’da geçirmiştir.

1402 Ankara Savaşını Timur Han kazanınca, Amasya’nın teslim olmasını istedi. Amasya teslim olmadı. Timur’un Amasya halkını cezalandırmasını, Amasya’daki alimlere sorduğu 10 sual kurtardı. İlyas Çelebi, Timur’un sorduğu on suali bilince, Timur, Amasya halkını bağışladı. Amasya, Osmanlı Devletini ikinci defa kuran Çelebi Sultan Mehmed'in üssü oldu. Devlette birliğin sağlanmasından sonra Amasya, sancak merkezi oldu. Bir ara Rum eyaletinin de merkez sancağı vazifesi gördü. Sultan İkinci Murad ve İkinci Bayezid gibi Osmanlı sultanları ve bazı şehzadeleri Amasya'da sancağa çıkıp, bir taraftan idare tecrübelerini arttırırken, diğer taraftan Amasya'nın geniş kültür muhitinin ilminden istifade ettiler.

Osmanlı idaresi altında Amasya, bir çok tarihi hadiselere şahit oldu. Osmanlı Devleti ile İran Safevi Devleti arasındaki ilk barış da, 29 Mayıs 1555'te Amasya'da yapılmıştır.

Tanzimattan sonra Sivas’a bağlı bir sancak haline getirilen Amasya, İstiklal Harbinde mühim bir yer işgal etmiş, Sivas Kongresine burada karar verilmiştir. Meşhur Amasya Tamimi Türkiye’nin bütün şehirlerine buradan duyurulmuş ve Amasya Protokolü burada imzalanmıştır.

1773 ve 1841’de şiddetli deprem, 1915’te büyük bir yangın Amasya’yı büyük çapta harab etmiştir.

Ankara

Tarihi


Ankara’nın geçmişi çok eski devirlere dayanır. Nitekim Bağlum, Çubuk Barajı ve Maltepe'deki kazılarda eski çağlara ait eşyalar bulunmuştur. Alatlıbel ve Etiyokuşu, eski çağlardan kalma köylerdir. Ankara’nın bilinen tarihi Hititlere dayanır. Hitit İmparatorluğu Anadolu’ya hakim olunca, Ankara’ya 160 km uzaklıktaki Hattuşaş’ı (Bogazköy) başkent yaptı; bu sebepten Ankara Kalesinde Hititlere ait izler vardır.

Hitit İmparatorluğunun yıkılışından sonra M.Ö. sekizinci asırda Anadolu'ya hakim olan Frigyalılar, Ankara’ya sahip olmuşlardır. Frigyalılar şehirlerini yığma topraklarla yapılmış tepeler (höyükler) üzerine kurmuşlardır. Orman Çiftliği civarında 20’ye yakın yığma tepede Frigyalılara ait mezar ve eşyalar bulunmuştur. Frig kralı Gordius’un oğlu Midas, Ankara’yı genişletmiştir. Ankara, Avrupa-Asya arasında göç, ticaret ve fetih yolları üzerinde olduğundan, Lidyalılar, Persler, Galatlar, Bergamalılar, Makedonya kralı Büyük İskender’in ve Romalıların istilasına uğramıştır. Roma İmparatorluğu (M.S. 189-395) idaresi altında iken Roma’nın bölünmesi üzerine 395-684 arasında Doğu Roma (Bizans) idaresinde kalmıştır. 684 senesinde İslam ordusu Ankara'yı ele geçirmiştir. Ankara kalesinde pekçok Eshab-ı kiramın kabirleri vardır (yerleri belli değildir). Abbasiler devrinde, Halife Harun Reşid zamanında Ankara bütünüyle feth edilmiştir. Bundan sonra Ankara zaman zaman müslümanlarla Bizanslılar arasında el değiştirmiştir.

1071 Malazgirt Meydan Savaşında Alparslan Bizans ordularını yenip bozguna uğratınca, Selçuklu Türkleri hızla Anadolu’yu feth ettiler. 1073’de Ankara’yı ele geçirdiler. Bizanslılar, Ankara’yı geri almak için iki defa saldırdılarsa da hezimete uğradılar. İlhanlılar, Selçuklu ülkesini istila edince, Ankara 40 sene İlhanlıların elinde kaldı. 1210 Moğol istilasında Sultan İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev, Ankara kalesine sığındı. 1341’de Anadolu’da çıkan karışıklıklarla “Ahi Teşkilatı” Ankara’nın siyasi iktidarını ele geçirdi. Huzur ve güven sağlandı. 1354’te Ahiler kendi istekleri ile Ankara’yı Orhan Gazi zamanında oğlu ve Rumeli fatihi Süleyman Paşaya devrettiler. Böylece Ankara 1354’te Osmanlı Devletinin toprağı oldu.

İstiklal Savaşı’nda Milli mücadelenin merkezi, karargahı, 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma yeri, 13 Ekim 1923’de de yeni cumhuriyetin başkenti olmuştur.

Antalya

Tarihi


Antalya’nın tarihi çok eski devirlere dayanır. Karain mağaralarında milattan önce yaşıyanların eşyalarına rastlanmıştır. Hitit devrinde “Irkların Ülkesi” manasına gelen “Pantilya” ismi ile anılırdı. M.Ö. 7 ve 8. asırlarda bu bölgeye yapılan göçler sebebiyle bölgenin nüfusu çoğaldı.

M.Ö. 700-546 arasında Lidyalılar, sonra Persler ve M.Ö. 333’te Makedonya Kralı Büyük İskender’in eline geçti. M.Ö. 2. asırda da Romalılar’ın hakimiyetine girdi. Roma imparatoru Antonius, Antalya’yı Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya hediye etmiş, Kleopatra da Antalya ormanlarındaki Sedir ağaçlarından kuvvetli donanma hazırlamıştır. Pamfilya ve Klikya bölgedeki Roma hakimiyetine karşı çıkarak bağımsız oldular. Roma’nın parçalanmasından sonra ise buraya Doğu Roma (Bizans) hakim oldu.

1071 Malazgirt Savaşından sonra Antalya Türklerin eline geçti. Bizanslılar birkaç defa Antalya’yı geri almak istemişlerse de, 1206-1207’den sonra Antalya günümüze kadar devamlı Türk toprağı olarak kaldı.

Antalya’nın ilçesi olan Alanya, Selçuklular zamanında kış aylarında devletin başkenti olmuştur. İlhanlıların saldırmaları ile Selçuklular zayıflayınca, Antalya, Hamidoğulları ve Tekelioğullarının idaresinde kalmıştır. Osmanlı Devleti, Anadolu’da birliği temin edince 1391’de Sultan Yıldırım Bayezid zamanında Osmanlı Devletine katılmıştır. Osmanlı devrinde Konya’ya bağlı (Teke Sancağı) olarak Cumhuriyet devrine kadar gelmiştir.

Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Harbinde yenik sayılmasından sonra, İtalyanlar tarafından işgal edildi. İtalyanlar 9 Temmuz 1922’de buradan ve Anadolu’dan çekildiler.

ARTVİN

Hakkında Bilgi


Artvin, ili ikiye bölen Çoruh nehri, dik yamaçlı uzun vadileri, 3900 metreye kadar yükselen birbiri ardına sıralanmış yüksek dağları, balta girmemiş doğal ormanları, yüksek dağların doruklarında Krater gölleri, Karagülleri, yeşil yaylaları, fauna ve flora zenginliği, tarihi kilise, kale ve kemer köprüleri, geleneksel mimarisi ve festivalleri ile çeşitli turizm değerlerini içinde barındıran otantik bir turizm beldesidir.

Kaçkar ve Karçal dağlarında yapılan dağ tırmanışları, bölgenin değişik yörelerinde doğal güzellikler içinde bulunan trekking parkurlarında yapılan doğa yürüyüşleri, Çoruh Nehri ve Barhal çayında yapılmakta olan rafting, katamaran ve kano gibi akarsu sporları Artvin'in turizm çeşitliliğini zenginleştirmektedir. 4 ncü Dünya Akarsu Sporları Şampiyonası 1993 yılında Çoruh nehrinde yapılmıştır.

İLÇELER:

Artvin (merkez), Ardanuç, Arhavi, Borçka, Hopa, Murgul, Şavşat, Yusufeli.

Aydın

Tarihi


Aydın'ın tarihi oldukça eskidir. M.Ö. 3000 ve 2000 yılları arasında Orta Asya asıllı ilk Oğuz Türkleri Ege adaları, Makedonya, Mora Yarımadası ve Anadolu'nun Ege sahillerine, bu arada Aydın'a da geldiler. Nitekim 11. asırda gelen Oğuz Türkleri Aydın'ı ele geçirdiklerinde Türkçe konuşan, bazı Türk örf ve adetlerini devam ettiren, fakat Hıristiyanlaşmış Oğuz Türkleri ile karşılaştıklarında çok şaşırdılar. Zamanla bunların mühim kısmı Müslüman oldu. Aydın gibi Ege adalarının ilk sakinleri de daha sonra benliklerini kaybeden Orta Asya asıllı Türklerdir. Aydın kalesini ilk olarak Argoslar kurdular.

Anadolu'da ilk siyasi birliği kuran Hitit İmparatorluğu Aydın'ı ele geçirdi. Burası, Hititler zamanında (M.Ö. 2500 senelerinde) çok gelişti. Daha sonra sırasıyla Frikya Krallığı, Lidya Krallığı, Persler, Makedonya Kralı Büyük İskender tarafından ele geçirildi (M.Ö.333). Şehir, İskender'in ölümünden sonra Şelevkoslar (Asya İmparatorluğu) Bergama Krallığı ve M.Ö. 130 senesinde Roma İmparatorluğunun eline geçti. M.S. 395'te Roma İmparatorluğu bölününce, Aydın, Doğu Roma İmparatorluğunun payına düştü.

Daha sonra Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah, Aydın'ı fethetti. Fakat bir müddet sonra Haçlı seferlerinden faydalanan Bizanslılar, şehri tekrar geri aldı. Selçuklu uç beylerinden Menteş Bey, 1280'de Aydın'ı tekrar fethederek, Sasa Beye verdi. Aydınoğlu Mehmed Bey 1310'da Aydın'ı Sasa Beyden geri aldı.

İzmir ve Aydın, Aydınoğulları (Aydın Türkmen)Beyliğinde bulunuyordu. Başşehirleri Ödemiş yakınındaki "Birgi" idi. 1335'e kadar İlhanlılara tabi olarak varlıklarını sürdürdüler. İlhanlıların zayıflamasından istifade ederek bağımsızlıklarını kazandılar. Birinci Murad Han zamanında Osmanlı hakimiyetine girdiler. 1390 senesinde Sultan Yıldırım Bayezid Han zamanında Osmanlı Devletine katıldılar. 1402 Ankara Savaşından sonra Aydınoğlu Cüneyd yeniden bağımsızlık peşinde koştu. Fakat 1426'da öldürülünce bu teşebbüs de sona erdi. Aydın'da, Selçuklu devri (1186-1300), Aydınoğulları (1300-1426) ve Osmanlı devri (1426-1922) tarihleri arasındadır.

Aydın, Osmanlı devrinde, merkezi Kütahya'da bulunan Anadolu beylerbeyliğinin (eyaletinin) 14 sancağından (vilayetinden) biriydi. 1811'de eyalet merkezi, 1830'da tekrar sancak oldu. Birinci Dünya Harbini müteakip 27 Mayıs 1919'da Yunan ordusu Aydın'ı işgal etti. Mert ve kahraman yöre halkı 57. fırkaya katılarak Yunan kuvvetlerini 30 Haziran 1919'da Aydın'dan çıkardılar. Takviye alan Yunan kuvvetleri yeniden saldırarak 4 Temmuz 1919'da şehri tekrar işgal etti. 7 Eylül 1922'de işgalden kurtuldu. Yunanlılar kaçarken Aydın'ı tamamen YAKIP YIKMIŞLARDIR.

Balıkesir

Tarihi


Balıkesir ilinin bulunduğu topraklar eski çağlarda "Misya" ismi ile anılırdı. Anadolu'da ilk siyasi birliğini (devleti)kuran Hititler (Etiler)bu bölgeyi de sınırları içine almışlardı. Hititlerden sonra Frikyalılar, Mısırlılar, Lidyalılar, Persler bu bölgeyi ele geçirdiler. Pers Kisrası (kodaman)Dara ile Makedonya Kralı İskender arasında yapılan Granik Çayı Savaşında Persler yenilmiş, bu bölge Makedonyalıların eline geçmiştir. İskender ölünce imparatorluk, komutanlar arasında taksim edilmiş ve Lizimak "Misya"ya hakim olmuştur. Lizimak ile Selefkus arasındaki savaşta Lizimak ölünce, onun maliye işlerini yürüten Filiter, bağımsız Bergama Krallığını kurdu. M.Ö. 130 senesinde bu bölge Bergama Krallığı ile birlikte Roma İmparatorluğuna katıldı. Roma İmparatorluğu M.S. 395 senesinde ikiye bölününce, bu bölge Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. İslam orduları 672-677'de iki defa İstanbul'u fethetmek için geldiler. Her ikisinde de bu bölgede konakladılar. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Selçuklu Sultanı Süleyman Şah komutasındaki birlikler Balıkesir'i feth ettiler. Süleyman Şahın oğlu Birinci Sultan Kılıç Arslan'ın kayınpederi İzmir emiri Çaka Beyin nüfuz sahasına verildi. Haçlı seferleri esnasında zaman zaman Türklerle Bizanslılar arasında bazı şehirler gibi burası da el değiştirdi.

Danişmend Hanedanından Karasioğulları Balıkesir'i fethederek beyliğin başkenti yaptı. Karasioğulları Balıkesir, Çanakkale ve Bergama bölgesinde uç beyliği olarak ilk önce Selçuklulara, sonra da 1308-1335'e kadar İlhanlılara tabi oldu. Kuvvetli bir donanması olan Karasi Beyliği, Orhan Gazinin emrine girdi. 1345'te Osmanlı Devletine katıldı. Osmanlı Devletine ilk katılan Anadolu Beyliği, Karasi Beyliğidir.Karasi Beyi Süleyman1361'e kadar Çanakkale valiliği yaptı. Osmanlılar zamanında Balıkesir, Anadolu Beylerbeyliğinin 14 sancağından biri; Tanzimattan sonra ise Bursa (Hüdavendigar)eyaletinin üç sancağından biri oldu. Birkaç isyan dışında Osmanlı devrinde Balıkesir, Birinci Dünya Harbine kadar en sakin bölgelerdendi.

1919 senesinin Mayıs ayında Yunan istila kuvvetleri Edremit'e, 29 Mayıs 1919'da ise Ayvalık'a girdiler. Milli mücadelenin ilk toplu cephesi Ayvalık'ta açıldı. Milli mücadele bir çığ gibi büyüyerek gelişti. 26 Ağustos 1922 Başkomutanlık Zaferinden sonra 3 Eylül 1922'de Burhaniye, 4 Eylül Bigadiç, 5 Eylül Susurluk, 6 Eylül Balıkesir, Balya, Gönen ve İvrindi, 9 Eylül Edremit, 14 Eylül Manyas ve 17 Eylül'de Ayvalık ve Bandırma düşman istilasından kurtuldu.

Bilecik

Tarihi


Bilecik'in tarihi çok eskilere, Hititlere dayanır. Bilahare Frigyalılar, Persler, Makedonya Kralı İskender, Selevkos, Bergama, Golat, Roma ve Bizanslıların eline geçti. İslam orduları zaman zaman burasını ele geçirdiler. 1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu fatihi ve Anadolu Türk devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şahın ordularınca Bilecik fethedildi. Birinci Haçlı Seferinde Bilecik yeniden Bizans tarafından alındı.

Anadolu Selçuklu Devletinin bir uç beyi olan Ertuğrul Gazi, Söğüt'te Oğuz Türklerinin Kayı aşireti olarak Kayı Beyliğini kurdu. Oğlu Osman Gazi, Bizans Tekfuru elinde olan Bilecik Kalesini fethedince, Osman Gazinin adı ve ünü etrafa yayıldı. Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Mes'ud, Osman Gaziye tuğ, sancak, gümüş eğer, kısrak, altın kabzalı kılıç ve pekçok hediyeler gönderdi. Kayı Beyliğine bağımsızlık tanıdı. Osman Gazi, Gıyaseddin Mes'ud vefat edinceye kadar Selçuklu Sultanını başbuğ olarak tanıdı. Vefatından sonra bağımsızlığını ilan etti. Osmanlı Devletinin ilk temeli burada atılmıştır. İznik ve Bursa'nın fethine kadar Osmanlı Devletinin başkenti olmuştur. Daha sonra Bilecik Anadolu eyaletinin Sultanönü (Eskişehir) sancağına bağlı bir kaza olmuştur. Sultan İkinci Abdülhamid Han ise, Bilecik'i, Hüdavendigar (Bursa) vilayetine bağlı Ertuğrul sancağının merkezi yapmıştır.

Yunan istila birlikleri Bilecik'i üç defa işgal etti. İstiklal Harbinde en çok tahrip ettikleri yer olup, Yunanlılar iki bin ev, 500 dükkan, 20 han, bütün cami, okul ve fabrikaları yaktılar. Yanan binaların harabeleri yakın zamana kadar bulunuyordu. Bu yıkıntılardan bazıları hala durmaktadır. Bilecik, 6 Eylül 1922'de düşman işgalinden kurtarıldı ve 20 Nisan 1924'te il oldu.

Bilecik yeni ve eski Bilecik olarak iki kısım halindedir. Bilecik'in ve bilhassa Söğüt'ün Türk tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Söğüt, Osmanlı Devletinin ilk başkentidir. Osmanlı Devletinin, Türk Osmanlı kültürünün ve mimarının temelidir.

Bingöl

Tarihi


Bingöl'ün tarihi çok eskilere dayanır. Bingöl yakınlarında Ahpik köyü ile Karlıova'nın Küpik köyünde bulunan mağaralar çok eski devirlere aittir.

Tarihte ilk defa Anadolu birliğini kuran Hititler, Bingöl'ün dağlık arazisine ulaşamamışlardır. Bu sarp topraklara ilk önce M.Ö. 3000 senelerinde Orta Asya'dan ilk Oğuz göçleri olmuş, bunlar gelip yerleşmiş, zamanla ve istilalarla benliklerinin mühim kısmını kaybetmişlerdir.

Hurriler (Suariler), Kimmerler, Asurlular, İskitler'den sonra M.Ö. 7. asırda Medler, M.Ö. 6. asırda Persler, M.Ö. 4. asırda İskender bölgeyi işgal etmiştir. Makedonya Krallığı bölününce bölge Pantlar, Selökidler ve Romalılar arasında el değiştirmiştir. Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılması üzerine de, Doğu Roma (Bizans)payına düşmüş ve zaman zaman Bizans ile Sasaniler arasında el değiştirmiş ve Bizanslıların elinde kalmıştır.

M.S. 7. asırda İslam orduları hazret-i Halid ibni Velid kumandasında gelerek Azakpert ve Kiği kalelerini fethetmiş ve bölgeye İslamiyet yayılmış ve Müslümanlar yerleşmiştir. Daha sonraları Bizans bu bölgeyi yeniden işgal etmiştir.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra, Alparslan'ın emirlerinden Mengüç Bey, Erzincan'ı alarak, beyliğini kurunca, Kığı ve Bingöl yaylalarını Mengüç Beyliğine kattı. Daha sonra Saltukoğulları, Danişmendliler ve 1402'de Timur Han bölgeye hakim oldu. Tumur Han 1403'te Anadolu'dan ayrılınca, Bingöl, Akkoyunluların eline geçti. 1473 Otlukbeli Savaşında Osmanlı Hükümdarı Fatih Sultan Mehmed Han, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ı yenince, bu bölge Osmanlı Devletinin eline geçti. Daha sonra da Şah İsmail Bingöl'ü işgal etti. Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim Han 1514'te Çaldıran Meydan Savaşında İran'ı yenince, bu tarihten itibaren Bingöl hep Türk olarak kaldı.

Osmanlı devrinde Diyar-ı Bekr Beylerbeyliğini (eyaletini)teşkil eden 24 sancaktan (vilayetten) ikisinin merkezi olan Genç ve Çapakçur'u içine almıştır. Bingöl düşman istilası görmeyen illerimizden biridir.

Bitlis

Tarihi


Bitlis tarihinin en mühim hususiyeti on üç asırdır Müslüman devletlerin elinde bulunan bir il olmasıdır. Daha önceki asırlarda bu bölgeye Hurrililer, Mitanniler, Asurlular, Babilliler, Medler, Persler Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslılar hakim olmuşlardır. Hazret-i Ömer zamanında, 641 senesinde İyad bin Ganem Bitlis'i ve kalesini fethetmiştir. Birkaç defa, İslam Devleti Bizanslılar arasında el değiştirmiş ise de Hamdani ve Mervani emirlikleri altında İslam hakimiyeti devam etmiştir. 1071'den önce Mervaniler, Selçuklu Devletine tabi olmuşlardır. 1071 Malazgirt Savaşından sonra Melikşah, Bitlis'i Dilmaçoğlu Mehmed Bey emrine verdi. Dilmaçoğluları Beyliği (1084-1192) kuruldu. Beylik, kısa bir müddet sonra Ahlatşahların idaresine girdi. 1207 yılına kadar Ahlatşahların idaresinde kalan bölge, 13. asırda Eyyubiler, Harezmşahlar, Moğollar, İlhanlılar ve Celayirliler tarafından ele geçirildi ise de, Türk beyleri bölgeyi idareye devam ettiler.

Çağlarboyu Bitlis Ortadoğunun stratejik bir bölgesi olarak sık sık el değiştirmiştir. Hazret-i Ömer'in Bitlis fethinden sonra, devamlı olarak İslam ülkelerinin elinde bir serhat şehri olarak kalmıştır. Selçuklulara bağlı Artukoğulları ile Eyyubiler, Haçlı seferlerine karşı Bitlis'i korumuşlardır. Bitlis bir ara Timur Devletine tabi olmuştur. On dördüncü asır başında Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevilerin eline geçmiştir. 1514 senesinde Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han, Safevi Şah İsmail'i Çaldıran'da yenince, Bitlis Osmanlı toprağı olmuştur. Van Beylerbeyliğine bilahare Erzurum Beylerbeyliğine bağlanmıştır. Tanzimattan sonra eyalet olmuştur. Bir ara Muş'a bağlanmıştır. Birinci Dünya Harbinde Rusların istilasına uğramış ve çekilmelerinden sonra Ermeni çeteleri Bitlis'i tahrip etmiş ve katliamlar yapmıştır. Cumhuriyet devrinde 1929-1936 arasında idari sebeplerle (nüfus azlığı gibi) Muş'a bağlanmışsa da sonra yeniden il olmuştur.

Bolu

Tarihi


Bolu'nun ilk sakinleri Hititlerdir. M.Ö. 1211 senelerinde bütün Hitit toprakları gibi Bolu da Frigyalıların eline geçti. Frigyalıları yenen Lidyalılar Bolu'ya sahib oldular. Persler M.Ö. 6. asırda (546 senesinde) Lidyalıları yenince kısa bir müddet bölgeye hakim oldular. 200 sene Misya ve Patlagonya isimleri altında genel valilerle idare ettiler. M.Ö. 336'da Makedonya Kralı Büyük İskender, Persleri yenerek Anadolu'nun birçok yeri gibi Bolu'yu da ele geçirdi. Büyük İskender'in ölümü üzerine Makedonya Krallığı yıkılınca, Anadolu'nun bazı yerlerini Yunanlı olmayan fakat Yunan kültürü altında kalan milletler ele geçirdiler. Bugün bazı Afrika ülkelerinin resmi dili İngilizce ve Fransızcadır. Fakat bu ülkenin İngiliz ve Fransız milletiyle ilgisi yoktur. İşte o zamanda Yunanca konuşan, fakat Yunanlılıkla ilgisi olmayan bazı milletler, Anadolu'nun bazı bölgelerine hakim oldular. Bolu'da da Bitinya Krallığı kuruldu. M. Ö. birinci asırda Pers asıllı fakat Yunanca konuşan Pontus Devleti saldırınca, Bitinya'nın son kralı Üçüncü Nikomedes Romalıları yardıma çağırdı. Pontus Krallığı yenildi. Bitinya Kralı Üçüncü Nikomedes ölünce vasiyeti icabı Bolu bölgesi Roma İmparatorluğuna katıldı. Roma 395 senesinde ikiye parçalanınca Bolu, Doğu Roma'nın yani Bizans'ın payına düştü.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra Türkler, Anadolu'nun batısına doğru ilerlemeye devam ettiler. Alparslan'ın oğlu Melikşah, Süleyman Şahı Kızılırmak ile İstanbul arasındaki bölgeyi almaya memur etti ve bölgeye yerleştirilmek üzere Türkistan'dan gelen 100.000 Türkmen verdi. Bolu, bölgeye yapılan akınlar sırasında Horasanlı Aslahaddin tarafından fethedildi. 1074'te Bolu'ya yerleşen Türkmenler, Bizanslıların çok önceleri Balkanlardan getirdikleri Bulgar, Peçenek, Uz ve Kuman Türkleri ile kolayca kaynaştılar. Bolu ve köyleri tamamen Türkleşerek Türk isimleri aldılar. Dadurga, Salur, Karken, Yenice, Çatak, Berk, Karaceli, Bayındır, Yuva ve daha pekçok yerin ismi hep Türk boylarının isimleridir.

Balkanlardan gelen Türkler Hıristiyanlaşmış, fakat Türkçe lisanını, örf ve adetlerini unutmamışlardı. Bunlar kısa zamanda Müslüman oldular. Selçuklu Devletinin komutanları Artuk, Tutuk, Danişmend, Karatekin ve Saltuk beyler, Süleyman Şahın emrinde İstanbul sınırına dayandılar.

Haçlı seferlerinde kısa bir müddet Bolu'ya Trobzon Rum İmparatorluğu hakim oldu ise de, bölgedeki halk Türk olduğundan bu işgal kısa sürdü.

1197'de Bolu ikinci defa fethedildi. Selçuklu Devleti yıkılınca (1308) bir ara Bolu Moğolların eline geçti. Osmanlı Devleti kurulunca, Osman Gazi zamanında Bolu, Göynük, Mudurnu ve Taraklı Konuralp tarafından fethedildi. Orhan Gazi zamanında ise Akçakoca, Kandıra, Düzce ve Üsküb fethedildi. Timur Hanın Ankara Savaşı zamanında Bolu, Candaroğulları (İsfendiyaroğulları)nın hakimiyetine geçmişse de, İkinci Murad Han zamanında yeniden Osmanlı Devletinin idaresine geçti. 1324-1694 arasında sancak olarak idare edildi. Bu tarihten sonra Voyvodalık haline getirildi. Kanuni şehzadelik devrinde Bolu'da valilik yaptı. 1811-1864 arasında tekrar bağımsız sancak haline geldi. Kütahya'daki Anadolu Beylerbeyliğine bağlı 14 sancak (vilayet) merkezinden biri oldu. Tanzimattan sonra, sancak olarak Kastamonu'ya bağlandı. Birinci Dünya Harbinden sonra düşman istilası görmediyse de maddi zarar gördü. Nüfus ve ticareti azaldı. Cumhuriyet devrinde vilayet oldu. Son senelerde yeniden her sahada gelişmeye başlamıştır.

Burdur

Tarihi


Burdur ve çevresi dünyânın en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Eski devirlere âit eşyâlar ve harâbeler bulunmuştur. Anadolu’nun ilk sâhipleri ve Anadolu’da ilk devlet kuran, Anadolu birliğini temin eden Hititler, M.Ö. 2000 senesinden M.Ö. 700 senelerine kadar Burdur bölgesine hâkim olmuşlardır. Hititlerin kendi iç bünyelerinde iktidar ve iç savaşları Hitit Devletini zayıflatmış ve Frigyalılara yenilince, bu bölge de Frigyalıların kontrolüne geçmiştir.Lidyalılar, Frigyalıları yenince bu sefer Lidyalılar bölgeye hâkim olmuşlardır. Perslerin de Lidyalıları yenmesiyle kısa bir müddet Perslerin işgâli altında kalan bölge, Makedonya Kralı İskender’in istilâsı ile Anadolu, İran ve Hindistan, Makedonya’ya katılmıştır. İskender’in ölümü üzerine imparatorluğu kumandanlar arasında bölünmüş ve Burdur, Selevkos Devleti içinde kalmıştır. M.Ö. 183 senesinde Romalılar bu bölgeyi ele geçirmişlerdir. M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu parçalanınca, Burdur ve çevresi Doğu Roma (Bizans)nın payına düşmüştür.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra Burdur, Selçuklu Devletinin toprağı olmuştur. Haçlı seferleri sebebiyle Bizanslılar kısa bir müddet yeniden bu bölgeyi istilâ etmişlerdir. Daha sonra bölgeye hâkim olan Hamidoğulları, 1308’e kadar Selçuklulara ve 1335’e kadar İlhanlılara tâbi olmuşlar. 1391’de Yıldırım Bâyezîd, Hamidoğlu Beyliğine son verince, Burdur ve çevresi Osmanlı Devletinin olmuştur. Timur’un 1402 senesinde burayı almasından başka hiçbir devlet tarafından bugüne kadar ele geçirilmemiş; Osmanlı devrinde Isparta (Hamidili) sancağına bağlı bir kazâ iken; Tanzîmâttan sonra Konya vilâyetine bağlı bir bağımsız sancak olmuştur. Birinci Dünyâ Harbinden sonra İtalyanlar Burdur’u işgâl ettiklerini îlân etmelerine rağmen, fiîlen işgâl edemediler. Mayıs 1921’de bölgeden askerlerini çektiler. Cumhûriyet devrinde vilâyet olmuştur.

Bursa

Tarihi


Bu şehre târih, damgasını o kadar derin ve kuvvetle basmıştır ki, o her yerde önümüze çıkar. İstanbul’dan sonra en çok târihî şahsiyetler ve eserleri bağrında taşıyan Bursa’nın Türk târihinde çok müstesnâ bir yeri vardır.

Mîlâttan iki bin yıl önce Trakya’dan gelen "Bitiniler" Bursa ve civârına yerleşmiş ve Bitinya Krallığını kurmuşlardır. Bitinya kralı Prosyas, M.Ö. 1500 senelerinde Bursa’yı kurmuş, şehre Prosa denmiştir. Kartaca komutanı Anibal, bu krallığa sığınmış ve verdiği plâna göre bu şehir kurulmuştur. Bitinya’nın merkezi İzmit idi. Lidya kralı Krezüs, Bitinya topraklarını ele geçirmiş, Persler Lidya’yı yenerek 200 sene vâlilik (satraplık)olarak idâre etmiştir. Persleri Makedonya Kralı İskender yenerek bu bölgeye hâkim olmuştur. İskender’in ölümü üzerine imparatorluk kumandanlar arasında taksim edilince, bu bölge "Antiyon"un hissesine düşmüştür. Bilâhare bu bölge, Roma İmparatorluğu’na dâhil edilmiş ve Roma’nın M.S. 395’te Doğu ve Batı olarak bölünmesinde Bursa ve civârı Doğu Roma’nın (Bizans’ın) hissesine kalmıştır. Bizans devrindeyken İran Sâsânî hükümdârı Hüsrev Perviz, Bizans imparatoru Herakliyüs’ü yenerek Bursa’yı ele geçirmiş, Trakya’dan gelen Türkler Bizanslılara yardım ederek geri almıştır.

Abbâsi halîfesi Hârun Reşîd zamânında İslâm ordusu Söğütçük kasabasına kadar gelmiş anlaşma yapıp geri dönmüşlerdir. Hamdanoğlu Sülâlesinden Seyfüddevle 924’te Bursa’yı kuşatmış ise de alamamıştır. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Bursa civârı Türkler’in eline geçmiştir. 1097’de Türkler Bursa’yı fethetti fakat bu kısa sürdü. Selçuklu Sultanı Melikşâh, Kutalmışoğlu Süleyman Şâhı Bursa fethine gönderdi. İznik alındı. Kılıçarslan, ilk Haçlı seferini İznik önünde geri çevirdi. Oğuz Türklerinin Kayıhan boyundan Karakeçeli aşîretinin lideri Ertuğrul Gâzi, Selçuklu Sultânı Alâeddîn Keykubat zamânında (1210-1236) Söğüt ve Domaniç civârında yerleşti. Oğlu Osman Bey, Osmanlı Devletini kurdu. Osmanlı Devletinin ilk fethettiği yer Kulacahisar’dır. (İnegöl’e 5 km uzaklıkta bir köy.) Bilâhare Karacahisar’ın fethinden sonra sırayla İnegöl, Kestel, Uluabat, Yalova, Karamürsel fethedildi. Osman Gâzi, oğlu Orhan Gâziye Bursa’nın güneşte parlayan Sent Eli Manastırının kubbesini (Tophâne) göstererek beni buraya gömün diyerek vasiyet etti. Orhan Gâzi Mudanya, Gemlik ve Atronos (Orhâniye)u fethettikten sonra, Bursa güneyinde Pınarbaşı’nda karargâhını kurdu. Bursa’yı kuşattı. Bursa tekfuru, Köse Mihâl vâsıtasıyla teslim olmak istediğini bildirdi. 30 bin flori altın verdi ve Osmanlı askerleri nezâretinde İstanbul’a gitti.

Bursa 6 Nisan 1326 Cumartesi günü Türkler tarafından fethedildi. Orhan Gâzi, Bursa’yı Osmanlı Devletinin başkenti yaptı. Birinci Murad (Hüdâvendigar) 1365’te Osmanlı başkentini Edirne’ye nakletti. Fakat tahta çıkmalar, cenâze törenleri ve gömülmeler Bursa’da olmuştur. İstanbul’un fethine kadar Bursa sembolik başkent olarak devâm etti. 1841’den sonra Anadolu Beylerbeyi Bursa’da oturmuştur.

Yıldırım Bâyezîd ile Timur Han arasında 28 Temmuz 1402’de yapılan Ankara Savaşından sonra Bursa ve Osmanlı Devleti sıkıntılı günler geçirdi. Kısa zamanda burada Osmanlı hâkimiyeti sağlandı. Birinci Dünyâ Harbine kadar her hususta gelişen Bursa, bu savaşı müteâkip İngilizlerin yardımı ile Yunan ordusu tarafından işgâl edildi. 26 Ağustos 1922’de büyük taarruzla kesin olarak hezîmete uğrayan Yunan ordusu kaçmaya başladı ve 11 Eylül 1922’de Bursa düşman işgâlinden kurtuldu. Yunanlılar kaçarken Bursa’yı yakıp yıkmaya çalıştılar. Bursa 1801’de büyük bir yangın, 1854’te deprem, 1429’da vebâ salgınlarında çok zarar görmüştü. Sultan Birinci Ahmed Celâlî isyanlarını bastırma işini Bursa’dan tâkip etmiştir. Dördüncü Murad ve 1860’ta Sultan Abdülazîz ile Sultan Abdülmecîd Bursa’yı ziyâret etmişlerdi.

Çanakkale

Tarihi


Çanakkale, Anadolu’nun ve Ortadoğu’nun stratejik bir bölgesidir. Bu sebeple geçmişte pekçok istilâlalara uğramıştır. Çanakkale il merkezine 30 km mesâfede bulunan Truva harâbeleri en eski yerleşim merkezlerindendir. Truva iki bin sene Anadolu’nun bir kültür merkezi olmuştur. Truva harâbeleri 9 yerleşme katına sâhiptir. M.Ö. 3200 ile M.S. 400 seneleri arasına âittir.M.Ö. 1200 târihinde Akalılar (Akhaialılar) Truva Kalesini ele geçiremeyince gemilerine bindiler, kale dibinde ise tahtadan yapılmış büyük bir at bıraktılar. Bu atı kale içine alan Truvalılar, zafer şenlikleri yaparken, at içinde gizlenen Akalar, kale kapılarını açarak gemideki diğer askerlerle birlikte saldırıp şehri ele geçirdiler.

Bu bölgeyi Akalardan sonra Ispartalılar, M.Ö. 6. asırda Persler ve M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender işgâl etti. İskender, M.Ö. 334’te Çanakkale Boğazından geçti. İskender ölünce Makedonyalı generaller, bu bölgeye sâhib olmak için devamlı mücâdele ettiler. Netîcede Roma İmparatorluğu bölgeye hâkim oldu. Roma M.S. 395’te ikiye bölününce, bu bölge Doğu Roma’nın payına düştü. Bir ara Hun Türkleri geçici olarak bu bölgeye sâhib oldular. İslâm orduları 668, 672 ve 717 senelerinde kudretli donanmalarıyla Çanakkale Boğazından geçerek İstanbul’u kuşattılar ve Çanakkale bölgesini üs olarak kullandılar.

Bizans, Lâtin, İtalyan cumhuriyetleri ortaklaşa bu bölgeye hâkim oldular. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Selçuklular Çanakkale’ye kadar geldiler. Fakat Çanakkale Boğazını tam olarak ele geçiremediler. 1097’de Haçlı seferlerinde İznik’i Haçlı ordusu işgâl edince, Selçuklular Marmara ve Ege Denizi kıyılarından içlere doğru taktik îcâbı çekildiler.

1113’te Emir Muhammed komutasındaki Türk birlikleri Çanakkale’ye kadar geldilerse de, 1147-1149 İkinci Haçlı Seferi sebebiyle geri çekildiler. Anadolu Selçuklu Devletinden ayrılarak bağımsız olan Karesi Beyliği, Çanakkale’yi kesin olarak ele geçirdi. 1345’te Orhan Gâzi zamânında Karesi Beyliği Osmanlı Devletine katıldı.Türkler Avrupa’ya Çanakkale’den geçerek çıktılar. Şehzâde SüleymânPaşa tarafından 1349’da Gelibolu fethedildi. Birinci Murad zamânında 1362’den sonra Boğaz’ın bütün kıyılarını Osmanlılar fethettiler. Tanzimata kadar Gelibolu Cezayir-i Bahri Sefid (Akdeniz Adaları)veya Kaptan Paşa eyâletinin merkeziydi. Çanakkale, Kocaeli, Rodos, Oniki Ada, Asya adaları (Midilli, Sakız ve diğerleri), İyonya adaları (Korfus, Kefalonya ve diğerleri)Siklad adaları ve Egriboz Adası bu eyâlete bağlı idi. Çanakkale’nin Truva ile ilgisi yoktur. Çanakkale şehrini Fâtih Sultan Mehmed Han kurmuş ve geliştirmiştir.

Fâtih’ten sonra da coğrafî durumu îtibâriyle gelişmesine devâm etmiştir.

Tanzimattan sonra Biga bağımsız sancağının merkezi olmuştur. Cumhuriyet devrinde kendi ismini taşıyan ilin merkezi olmuştur. Birinci Dünyâ Savaşında İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Çanakkale Boğazını geçip, İstanbul’u ele geçirmek, Rusya’ya boğazlar yolunu açmak için saldırdılar.Savaş 3 Kasım 1914’te İngilizlerin Seddülbahir’i denizden dövmesiyle başladı. 19 ve 23 Şubat 1915 saldırılarından netîce alamayınca, 18 Mart 1915’te büyük bir saldırı yaptılar. Bu saldırıda düşman, 3’ü büyük zırhlı olmak üzere 9 savaş gemisi kaybetti. 11 savaş gemisi de ağır yaralandı. Denizden netîce alamayan düşman kuvvetleri, 25 Nisan 1915’te Seddülbahir ve Arıburnu’na kuvvet çıkardılar.

Seddülbahir, Arıburnu, Morto Koyu, Alçıtepe, Kanlısırt, Conk Bayırı, Kabatepe, Kocaçimen ve Anafartalarda çok kanlı mevzi ve göğüs göğüse savaşlar oldu.Türk askeri kahramanlık destanları yazdı. “Çanakkale geçilmez!” fikrini kabullenen düşman kuvvetleri, hezîmetlerini sineye çekerek 9 Ocak 1916’da çekilip gittiler. Düşmanın çoğu müstemleke askeri olan 252.000 kaybına karşılık 253 bin kaybımız oldu. Bu savaşta Osmanlı Devleti en seçkin ve genç evlatlarını kaybetmiştir. (Bkz. Çanakkale Savaşları)
Çorum

Tarihi


Boğazkale kazılarında elde edilen eserler ve çevredeki mağaralar Çorum ve çevresinin çok eski bir yerleşim alanı olduğunu göstermektedir. Binlerce yıllık medeniyet üstüste gelmiş bir târih şehridir.

Boğazkale ve çevresinde yapılan kazılarda M.Ö. 4000-5000 yıllarına âit olduğu tesbit edilen kalıntılar bulunmuştur. M.Ö. 1700 yıllarında kurulan Hitit Devleti ve bundan sonra kurulan devletler pekçok târih mîrâsı bırakmışlardır. Başkenti Hattuşaş olan ilk Hitit Devleti, M.Ö. 1200 yıllarına kadar hüküm sürmüş, sonra Frigler Devleti kurulmuştur. Güneye çekilen Hititler, bir müddet daha yaşamış ve târih sahnesinden silinmiştir. Hititlerden daha ileri olduğu tesbit edilen Frigler de M.Ö. 676 târihine kadar Çorum’a birçok târih mîrâsı bırakmışlardır. Kafkaslardan Anadolu’ya gelen Kimmerler, her yeri yakıp yıkarak Frigler devrine son vermiş ve bölgeyi yağmaladıktan sonra çekip gitmişler, daha sonra Çorum ve çevresine Asurlular hâkim olmuştur. Bu sırada doğuda büyüyen Medler M.Ö. 612 yılında Asurluları yenerek buraları ele geçirmişlerdir. M.Ö. 585 yıllarında parçalanan Medlerin yerine Persler hâkimiyet sürmüştür. M.Ö. 332’de Makedonya imparatoru İskender, Anadolu’yu almış, İskender’in ölümünden sonra M.Ö. 276 yıllarında Galatlar Çorum’a hâkim olmuştur. Pontus Rum tehdidi altında kalan Galatlar, Roma İmparatorluğu’na bağlanmış, böylece Bizanslılar hâkimiyet sürmeye başlamıştır. Bu târihten sonra 1071 yılına kadar Çorum, Bizanslıların prensliği olarak uzun yıllar kalmış, bu arada İslâm orduları zaman zaman buralara seferler düzenlemiştir. Emevîler zamânında İstanbul’u kuşatan İslâm ordusu, geri dönerken Eshâb-ı kirâmdan Kereb-i Gâzi, Süheyb-i Rûmî ve Ubeyd-i Gâzi’nin Çorum civârında şehîd oldukları ve mübârek kabirlerinin Hıdırlık mevkiinde olduğu rivâyet edilir.

Büyük Türk sultânı Alparslan’ın 1071’de Malazgirt Muhârebesiyle Anadolu kapıları Türklere açılmış, Bizans hâkimiyeti son bulmuştur. Dânişmend Ahmed Gâzi, Amasya’yı aldıktan sonra, o zamanki adıyla Nikonya olan Çorum’u almak üzere amcasının oğlu Çavlı Beyi gönderdi. Yapılan çetin muhârebeden sonra 1075’te Çorum fethedildi. Alayuntlu boyundan Çorumlu oymağının başı İlyas Bey, buraya vâli tâyin edildi. Daha sonraları Anadolu Selçukluları, bu bölgede Dânişmendlileri yenerek hâkimiyet kurdular. 1243 yılında Baycu Noyan komutasındaki Moğol saldırısına uğrayan Selçuklular, Çorum ve çevresinden çekilmiş, böylece Çorum bir süre başsız kalmış, ferdî mücâdeleler olmuştur. 1308’de kurulan İlhanlılar bölgeye hâkim oldular. Daha sonra da Eratna Beyliğinde kalan Çorum, 1398’de Yıldırım Bâyezîd Han zamânında Osmanlı topraklarına katılmış, bundan sonra bir daha Osmanlılardan çıkmamıştır. Selçuklular ve Osmanlılar tarafından birçok eserlerle îmâr edilen Çorum’da sık sık meydana gelen zelzelelerden dolayı pekçok eser tahrib olmuştur.

Osmanlı devrinde Çorum, Sivas-Rum beylerbeyliğine bağlı 8 sancaktan biriydi. Tanzimâttan sonra Ankara eyâletinin 5 sancağından biri oldu. Cumhûriyet devrinde ise il hâline getirildi.

Denizli

Nüfus ve Sosyal Hayat


Nüfus: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 750.882 olup, 337.793’ü şehirlerde, 413.089’u köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 11 bin 874 km2 olup, nüfus yoğunluğu (kesâfeti) 64’tür.

Örf ve Âdetler: Denizli’de Türk İslâm kültürü yerleşmiş ve 11. asırdan bu yana Türk İslâm kültürü ile yoğrulmuştur. On birinci asırdan sonra Türk olmayanlar İzmir’e doğru göç etmiş ve 1071’den sonra Denizli civârındaki dağ ve yaylalara yerleşen 200.000 çadırlık Türkmenler bölgeye hâkim olmuşlardır. Osmanlı Devleti Denizli’yi toprağına kattığında Denizli tamâmen Tükleşmiş bulunuyordu. On birinci asırdan önce bu bölgede yaşayan milletler ve bunların kültürleri eriyip gitmiştir. Sâdece târihî eser ve harâbeleri kalmıştır.

Mahallî kıyâfet: Denizli’nin kendine özel mahallî kıyâfeti vardır. “Süğüm”, “çeki”, “yemeni”, “cepken” ve “şalvar” ve diğer mahallî kıyâfetler ancak düğün ve folklor gösterilerinde giyilir.

Yemekleri: Bu bölgeye mahsus meşhur yemekler ise; kuru patlıcan dolması, kuru börülce çorbası, patlıcan közlemesi, tahinli katmer, nohutlu et ve sirkeli et, tas kapamasıdır.

Eğitim: İl dâhilinde 618 ilkokul, 129 ortaokul, 54 lise (genel-meslekî) vardır. Denizli’de, İzmir’deki Dokuz Eylül Üniversitesine bağlı bir meslek yüksek okulu, bir tıp fakültesi, bir de eğitim yüksek okulu bulunur. Ege Üniversitesine bağlı Eğitim, Mühendislik ve Mîmârlık Fakültesi de bulunmaktadır (1993).

Folklor bakımından çok zengindir. Zeybek oyunları yaygındır. Halk edebiyâtı bakımından zengin mâni, atasözü, bilmece, alkış ve kargışlara sâhiptir. Güreş sporu yaygındır. Bayram Şit, Hasan Güngör, Ramazan Uysal ve Mehmet Güçlü gibi dünyâ ve olimpiyat şampiyonları yetişmiştir. Deve ve horoz döğüşü yaygındır.

Diyarbakır

Tarihi


En eski medeniyetlerin kurulduğu “Mezopotamya” ile “Anadolu” medeniyetlerinin geçiş bölgesinde olan Diyarbakır’ın târihi çok eski devirlere uzanır. Çayönü Tepesi kazılarında, dünyânın en eski köyü bulunmuştur. Hitit İmparatorluğunun bir parçasıyken Hurri-Mitanni Krallığına dâhil olmuş, zaman zaman Babil ve Asuriler arasında (M.Ö. 1400) el değiştirmiştir. Asurlular devrinde bölge vâlilik merkeziydi. Daha sonra bölgeye Medler ve peşinden de Persler hâkim oldular. M.Ö. 4. asırda İskender, bu bölgeyi ve İran’ı Makedonya Krallığına kattı. İskender’in ölümünden sonra kısa bir müddet Selevkoslar İmparatorluğunun hâkimiyetinde kaldı. Tekrar târih sahnesine çıkan Partlar, bölgeyi ele geçirdiler. Mîlâttan sonra bir ve ikinci asırlarda bu bölge için Romalılar ve Partlar arasında çok kanlı savaşlar oldu. Romalılar bölgeye hâkim oldular. M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu parçalanınca, Anadolu gibi bu bölge de Doğru Roma (Bizans) payına düştü. Partların halefi olan Sâsânîler, bölgede, hâkimiyet mücâdelesini devâm ettirdiler. Hazret-i Ömer’in halîfeliği zamânında İran (Acem-Sâsânî) İmparatorluğuna son verildi. 639 senesinde hazret-i Ömer’in emri ile İyaz ibni Ganem kumandasındaki İslâm ordusu Diyarbakır (Amid)ı ve çevresini fethetti. Bu İslâm ordusunun kumandanlarından olan Hâlid bin Velid, Amid’e (Diyarbakır’a) ilk giren komutandı. Muhâsarada oğlu Süleymân ile sahâbelerden hazret-i Sâsaa şehid oldular. Diyarbakır bir eyâlet olarak İslâm devletine bağlandı. 869 senesinde Emir Îsâ, Abbâsî halîfelerinin umûmî vâlisi olarak tâyin edildi. Fakat Emir Îsâ, halîfeye bağlı olarak bağımsızlık îlân etti. 869-899 arasında 30 sene Şeyhiler Hânedânı olarak Emir Îsâ, Emir Ahmed ve Emir Muhammed bölgede hüküm sürdüler.

Halîfe Mütazıd, Amid’e gelip Şeyhiler Hânedânını ortadan kaldırdı. Bir müddet bu bölgeye Hamdânîler hâkim oldularsa da, 990 senesinde bölgeye hâkim olan Mervânîler, 1096 senesine kadar saltanat sürdü. Alparslan 1071 Malazgirt Zaferinden bir sene önce Diyarbakır’a geldi. Mervânîler, Selçuklulara tâbi oldu. Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra bölge, Suriye Selçuklularına kaldı. Bir süre sonra da Diyarbakır ve havâlisine İnaloğulları hâkim oldular. 1138’den sonra Vezir Emir Nisan idâreyi ele geçirdi. Selâhaddîn Eyyûbî, 1183’te Diyarbakır’ı aldı ve Hısn Keyfa Emiri Artuklu Nûreddîn’e verdi. Artuklular 1232 senesine kadar hüküm sürdüler. 1232’de Eyyûbî Sultânı Melik Kâmil Diyarbakır’ı ele geçirerek Artukoğullarına son verdi. 1240’ta Anadolu Selçukluları Diyarbakır’ı aldılar.

Eyyûbî Emiri Melik Kâmil, 1258’de Diyarbakır’ı Selçuklulardan geri aldı. 1259’da şehir, İlhanlılara geçti. İlhanlılar, bölgeyi Artukoğullarına bıraktılar. 1401’de Timur Han, Diyarbakır’ı Akkoyunlu Karayülük Osman Beye verdi. Karayülük Osman Bey Akkoyunlu Devleti başşehrini Diyarbakır yaptı. Uzun Hasan, başkenti Tebriz’e götürdü. İran Safevî Sultanı Şah İsmâil, 1507’de Akkoyunlu Devletini ortadan kaldırarak Diyarbakır’ı ele geçirdi.

1507-1515 arasında Türk-Memlûk-Mısır-Suriye-İran-Safevî arasında bu bölge için mücâdele devâm etti. Fakat halkın çoğunluğunu Türkler teşkil ediyordu. Osmanlı hükümdârı Yavuz Sultan Selim Han, 1515’te Diyarbakır’ı ve bütün Güneydoğu Anadolu’yu Osmanlı Devleti topraklarına kattı. O târihten bu yana hiç istilâ görmedi. Osmanlı devrinde Diyarbakır eyâlet (beylerbeyilik) idi. Kendisine bağlı 24 sancağı (vilâyeti) bulunuyordu. Bu eyâletin kapladığı alanda bugün Diyarbakır, Elazığ, Siirt (Kığı hâriç), Bingöl, Mardin, Tunceli ve (Birecik hariç) Şanlıurfa bulunmaktadır.

Edirne

Tarihi


Türk-Osmanlı târihinde büyük bir yeri olan serhat şehri Edirne’ye, ilkçağda Trak kabilelerinden Betlegerriler ve ardından Odrysler yerleşmişlerdir. M.Ö. 4. asırda Makedonyalılara, sonra Roma İmparatorluğuna ve M.S. 395’te Roma’nın parçalanması ile Doğu Roma (Bizans)ya geçmiştir. M.S. 586’da Avar Türkleri kuşatmış, fakat alamamıştır. Bulgar Türkleri, 914’te Edirne’yi almışsa da, kısa bir müddet sonra Bizanslılar geri almışlardır. 1050 ve 1078’de Peçenek Türkleri kuşatmıştır.

Osmanlı Türklerinin Rumeli’ye geçmesinden kısa bir müddet sonra, 1361 Temmuzunda Hacı İl Bey ve Evranos Bey emrindeki Türk ordusu tarafındanBizanslılardan alınarak fethedilmiştir. Edirne tekfuru kuşatma esnâsında Enez’e kaçmıştır. Tekfursuz kalan şehir halkı, dînî liderlerine “Ne yapalım?” diye sorar. Papazlar güzel kızları su almak için sur dışına gönderirler.Türk askerleri bu kızlara bakmaz bile. Ayrıca üzüm bağlarından yenilen üzüm kütüklerine paralarının bir mendil içinde bağlanmış olması üzerine, bu ordunun yenilmeyeceğini anlayan papazların tavsiyesi üzerine şehir halkı, Osmanlı komutanı Lala Şahin Paşaya teslim olurlar. Edirne 1361-1453 arasında Osmanlı Devletinin başşehri olmuş ve 91 sene başşehirlik yapmıştır. Birinci Murad Han,Avrupa fütûhâtını buradan başlatmıştır.

Fetret devrinde (1402-1413) Emir Süleymân ve kardeşi Mûsâ Çelebi’nin başşehri olmuştur. 1413’te pâdişah olan Çelebi Sultan Mehmed, uzun müddet Edirne’de kalmıştır. İkinci Murad Han zamânında,Edirne’nin ve çevresinin Türk-Osmanlı mîmârîsi ile yeniden inşâ edilmeye başlandığı görülür.Trakya ulaşımı bir ağ gibi örülmeye başlanmış, târihî Uzunköprü köprüsü yapılmış, Ergene nehri üzerinde iç kısımlara doğru ulaşım sağlanmıştır. İstanbul fethinde kullanılan toplar “Tophâne Bayırı’nda” dökülmüştür.Türk akıncılarının üssü hâline gelenEdirne Kalesi,İstanbul’un fethine zemin hazırlayan müstahkem mevki hâline gelmiştir.Üs olan Edirne Osmanlı Türk hükümdârlarının İstanbul’dan sonra en hoşlandıkları bir şehir olmuştur. Hattâ bâzıları Edirne’yi İstanbul’a tercih etmişlerdi.

Dördüncü Mehmed (1648-1687) ile kardeşleri İkinci Süleymân (1687-1691) ve İkinci Ahmed’in oğlu İkinci Mustafa (1695-1703) uzun süre Edirne’de oturmuşlardır. Bu devirde İstanbul bir kaymakam (Başbakan vekîli) tarafından yönetiliyor, devletEdirne’den idâre ediliyordu. Bu durum bâzılarının menfaatlerine dokunduğu için huzursuzluğa sebeb oldu. “Edirne Vak’ası” denilen hâdise ile İkinci Mustafa tahttan indirildi.Yerine kardeşi Üçüncü Ahmed pâdişâh oldu. Dördüncü Mehmed ile kardeşi İkinci Süleymân ve İkinci AhmedEdirne’de vefât ettiler.

Edirne, Osmanlı devrinde merkezi Sofya’da bulunan Rumeli Beylerbeyliğine (Eyâletine) bağlı bir vilâyetti. Edirne kâdısı, Osmanlı Devletinin İstanbul kâdısından sonra en yüksek rütbeli kâdısı sayılırdı. Edirne bir ilim merkezi, medreseler (üniversiteler) şehriydi. Tanzimâttan sonra Edirne vilâyeti (eyâleti) kuruldu. Doğu ve Batı Trakya Edirne’ye bağlandı. Balkan Harbinden sonra Batı Trakya (2 vilâyet)Bulgaristan’a bırakıldı.

1700 senesinde, Edirne 350 bin nüfûsu ile dünyânın en büyük birkaç şehrinden biriydi. Bunlar; İstanbul, Pâris, Londra ve Edirne idi. On sekizinci asırdan îtibâren gerilemeye başladı. 1745 senesinde çıkan büyük bir yangınla 60 mahalle kül oldu. 1751 yangını da 1745’teki yangın şiddetindeydi.

Edirne 4 defâ istilâya uğramış ve çok zarar görmüştür. 1829’da Ruslar Edirne’ye girmiş bir kaç ay kalmıştır. İkinci Sultan Mahmud, Edirne’de 10 gün kalarak halkın moralini takviye etmiş, istilânın tahribâtının yeniden îmârı için emir vermiştir. 20Ocak 1878’de Edirne’ye giren Ruslar 13 ay kalmışlar ve şehri tahrib etmişlerdir. Balkan Harbinde Şükrü Paşanın kahramanca savunmasına rağmen, açlık sebebiyle, Bulgarlara 26 Mart 1913’te teslim oldu. 4 ay sonra Türk ordusu 22 Temmuz 1913’de Edirne’yi geri aldı. Birinci Dünyâ Harbinden sonra 1920 Temmuzundan 25 Kasım 1922’ye kadar Yunan ordusunun işgâlinde kalan Edirne, çok geriledi ve dünyâda Edirne derecesinde gerileyen başka bir şehir görülmedi. Lozan Antlaşması ile EdirneTürkiye sınırları içine alındı. Cumhûriyetten sonra Edirne kendi adını taşıyan ilim merkezi oldu. İkinci Dünyâ Harbinde Edirne boşaldı ve çok sıkıntılı günler yaşadı.

Elazığ

Tarihi


Elazığ, Eski Harput’un bir devâmıdır. Harput şehri ise, Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerindendir. Harput’un bilinen en eski sâkinleri Hurrilerdir. Hurrilerden sonra bölgeye Hititler hâkim olmuştur. M.Ö. IX. yüzyıldan îtibâren ise Urartular bölgeye hâkim oldular. Hitit devletinin başkenti “Hattuşaş” (Boğazköy)taki yazılı kaynaklarda Harput mıntıkası, “Işuva” olarak geçer. Bilâhare bu bölge Mittaniler, âsurlular, Persler arasında el değiştirmiş, Makedonya Kralı İskender’in istilâsına uğramış, İskender’in ölümünden sonra Selevkoslar, Partlar, Kommagene Krallığı arasında el değiştirmiş, M.Ö. 3. asırda Roma’nın hâkimiyeti altına girmiştir. Roma’nın M.S. 395’te bölünmesi üzerine bu bölge Bizans (DoğuRoma)ın payına düşmüştür. Hazret-i Ömer zamânında 624-650 seneleri arasında Harput ve civârı, İslâm ordusu tarafından fethedilmiştir. Sonra Bizanslılar bölgeyi geri almışlarsa da, 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Türk akınları başlamıştır. Türkmen beylerinden Çubuk Bey, 1085’te Bizans komutanı Philaretos Brakhamios’u yenerek Harput’u fethetmiştir. Kısa bir müddet sonra civar kaleleri de fetheden Çubuk Bey ölünce yerine oğlu Mehmed Bey geçti.

1115’te Artukoğlu Belek Bey, bölgeyi ele geçirerek, Harput merkez olmak üzere Artukoğulları’nın Harput kolunu kurdu. Kısa zamanda Harput’tan Halep’e kadar uzanan bir devlet hâlini aldı. 1234’te Anadolu Selçuklu Sultânı Alâeddîn Keykubat, Elazığ’ı kendi topraklarına katarak Artukoğullarının Harput koluna son verdi.

Selçuklular devrinde Harput, bir Subaşı ile idâre ediliyordu. Gıyâseddîn Keyhüsrev’in 1243 Kösedağ Savaşında Moğollara yenilmesi üzerine bölge İlhanlıların hâkimiyeti altına girdi. Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılması üzerine Anadolu’da beylikler dönemi başladı. 1399’da bağımsızlığını îlân eden Dulkadiroğlu Zeyneddîn Karaca, Harput’a hâkim oldu. Dulkadiroğulları zamânında Harput önemli yerleşim merkezlerinden biriydi.

1468’de Akkoyunlu Hükümdârı Uzun Hasan, Dulkadiroğullarından Melik Arslan’la mücâdele etmiş ve Melik Arslan’ın sulh istemesi üzerine 4000 altın göndererek Harput Kalesini teslim almıştır.

Akkoyunlulardan sonra Harput’un idâresi Şah İsmâil Safevî’ye geçmiştir (1507). Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Seferinden döndükten sonra (1514) Doğu Anadolu’nun fethi için Bıyıklı Mehmed Paşayı görevlendirmiştir. Bu bölgedeki beylerin Osmanlı idâresine alınması için Mehmed Paşaya meşhur târihçi İdris-i Bitlisî yardım etmiştir. Yavuz Sultan Selim Han 1515 yılında Karaman beylerbeyi Hüsrev Paşa kumandasında büyük bir orduyu yola çıkardı ve ordu Diyarbakır tarafına gitmeden evvel Harput ve Ergani’yi zaptetmekle meşgul oldu. Harput’un etrâfı Çerkez Hüseyin Bey tarafından alınmasına rağmen, kale henüz İranlıların elindeydi. Yeniçerilerle berâber Kemah Hâkimi Karaçinzâde Ahmed Bey kaleyi kuşattılar ve üç günlük muhâsaradan sonra kale zaptedildi.

Harput ve yöresi eski devirlerden Osmanlı devrine kadar, kültürel bakımdan târihte önemli bir bölge olmuştur.

Erzincan

Tarihi


Erzincan’ın bilinen târihi Hititlere dayanır. Mühim bir stratejik bölgede ve Asya ile Avrupa’yı birleştiren yollar üzerinde oluşu yüzünden birçok istilâya mâruz kalmıştır. Sırasıyla bölgeye Urartular, Medler, Persler, Makedonyalılar ve Romalılar hâkim oldular. Roma İmparatorluğunun M.S. 395’te ikiye ayrılması ile Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans)nın payına düşmüştü. Erzincan havâlisi daha sonraları Sâsânîlerle Romalılar arasında el değiştirmiştir. Hazret-i Osman devrinde Habîb bin Mesleme H. 655 senesinde Erzincan’ı fethederek bölgenin tamâmen Müslümanların idâresine girmesini sağladı. Bir süre sonra Bizanslılar bölgeyi tekrar geri aldılar.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu Fâtihi Kutalmışoğlu Süleymân Şah, Erzincan’ın fethi görevini büyük komutanlarından Mengüc (Mengücek) Beye verdi ve Mengüc Bey, Erzincan’ı fethetti. Mengücoğulları uzun müddet bu bölgeye hâkim oldular. Selçuklu Sultânı Alâeddîn Keykubad Mengücoğullarının bağımsızlığına son vererek Konya’ya bağlı bir vilâyet hâline getirdi. Sultan Keykubad, 10 Ağustos 1230’da Sultan Harzemşâh ve müttefiklerini Erzincan yakınlarında Yassıçemen’de askerî hezîmete uğrattı.

On üçüncü asrın sonunda Anadolu, Moğol ve İlhanlıların istilâsına uğradı. İlhanlılar ve Selçuklular târih sahnesinden çekilince bu bölge Celâyirlilere daha sonra da Eratnaoğullarının hâkimiyeti altına girdi. Eratnaoğullarından Barak Bey ve Mutahharten Bey, Erzincan ve Kemah’ı 14. asrın ortasına kadar idâre ettiler. 1401’de Osmanlı Sultânı Yıldırım Bâyezîd, bu bölgeyi ele geçirdi. Mutahharten Bey Timur’a sığındı. 1402 Ankara Savaşının bir sebebi de bu oldu. Timur Han Anadolu’yu terk edince Yıldırım’ın oğlu Çelebi Sultan Mehmed, yeniden kaybolan bölgeleri geri aldı. Timur’a bağlı olan Akkoyunlular, Erzincan’a sâhip çıktılar.

Fâtih Sultan Mehmed Han Akkoyunlu Sultânı Uzun Hasan’ı Tercan yakınlarında Otlukbeli Zaferi ile yenerek Erzincan ve civârını ele geçirdi. Akkoyunluları yıkan İran Safevîleri, Erzincan bölgesi için Osmanlılarla mücâdele ettiler. 1514’te Yavuz Sultan Selim Han, Çaldıran Zaferi ile bu bölgeyi Osmanlı Devleti topraklarına kattı.

Osmanlı idâresinde Erzincan, Erzurum beylerbeyliğinin 12 Sancak (vilâyetinden)birinin merkezi oldu. Eğin (Kemâliye) Sivas Beylerbeyliğine, Kemah ise önce Diyar-ı Bekr sonra da Erzurum beylerbeyliğine bağlandı. Erzincan Tanzimâttan sonra da Erzurum Beylerbeyliğinin 4 sancağından biri oldu.

1877-1878 Türk-Rus savaşından sonra Ruslar, Erzurum ve Kars’ı işgâl edince, Dördüncü Ordu merkezini Erzincan’a nakletti. 24 Temmuz 1916 ile 26 Şubat 1918’e kadar 1 sene 7 ay 3 gün ErzincanRus işgâli altında kaldı. Bu işgâlden sonra Ermeni çeteleri Erzincan’a çok zarar vermişlerdir. 36 ve 28. tümenlerin savunduğu Kemah’a Ruslar giremedi. Cumhûriyet devrinde bütün sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilâyet-il” denilince, Erzincan da vilâyet oldu. 1939 senesinde çok şiddetli bir deprem ile Erzincan harâbe hâline geldi.

Erzurum

Tarihi


Anadolu’nun en eski devletlerinden olan Hititlerin sınır bölgesinde bulunan Erzurum, târihî göç ve istilâ yolları üzerinde bulunduğundan, pekçok savaşlara sahne oldu. Hurriler, Asurlar, Kimmerler, İstikler (Sakalar)bölgeye hâkim oldular. Medler bu bölgeyi ele geçiremedilerse de burayı M.Ö. 6. asırda Persler istila etti. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, İran’ı yenerek bu bölgeyi ele geçirdi. İskender’in ölümü ile Selökidler, sonra da Roma İmparatorluğunun eline geçen bu bölge, Romalılarla Partlar arasında kanlı savaşlara sebeb oldu. Roma’nın bölünmesiyle M.S. 195’te Erzurum, Bizans’ın (Doğu Roma) payına düştü. Bizanslılar ile Partların halefi Sâsâniler arasında el değiştirdi. M.S. 422’de Bizanslılar Erzurum’a yakın yerde “Theodosiopolis” şehrini kurdular.

Hazret-i Ömer zamânında 633 senesinde İslâm ordusu Erzurum ve Theodosiopolis’i fethetti. Müslümanlar Theodosiopolis’e “Kaalikalâ” ismini verdi. Bu şehrin nüfûsu kısa zamanda 200 bine ulaştı. O devirde Erzurum dünyânın en büyük şehirlerinin başında geliyordu.

İslâm devletleri; kendi aralarında iç mücâdelelere başlayıp, zayıflayınca, Bizanslılar, Erzurum’u ve diğer şehirleri geri aldı. Oğuz Türklerinden Selçuklular, 1071 Malazgirt Zaferinden 22 sene önce 1048’de Pasinler Meydan Muhârebesinde Bizanslıları yenerek Erzurum’u Tuğrul Bey, kardeşi Çağrı Bey ve ilerde Anadolu Fâtihi ünvânını alacak olan Süleymân Şahın babası Şehzâde Kutalmış Bey fethettiler. Fakat anlaşma îcâbı Erzurum Bizans’a geri iâde edildi. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Selçuklu Sultânı Alparslan’ın kumandanlarından Ebü’l-Kasım, Bizanslıları yenerek Erzurum’u fethetti. Erzurum ve civârında Saltık (Saltuk)oğulları “Saltuklular” Beyliği kuruldu. Saltuklular Anadolu’da kurulan ilk Türk beyliğidir. 1202 senesine kadar Erzurum Saltuklu Beyliğinin başşehriydi. 1202’de Konya’daki Anadolu Selçuklularına bağlı bir vilâyet oldu. 1242’de Moğolların eline düştü, böylece bölgeye İlhanlılar sâhip oldular. 1335’te İlhanlılar dağılınca, Erzurum ve çevresi Eratna (Ertene)Türk beyliğine geçti. On dördüncü asır sonlarında Karakoyunlular ve sonra Timur Han, Erzurum’u ele geçirdi. On beşinci asır ortalarına kadar Timurlulara tâbi Karakoyunluların elinde kaldı. Karakoyunluların yerine geçen Akkoyunluların eline geçen Erzurum, 1502’de Akkoyunlulardan Safevî Hânedânının kurucusu Şah İsmâil Erzurum’u ele geçirdi. Safevîler zamânında Erzurum çok geriledi. 1514’te Yavuz Sultan Selim Han Erzurum’u fethetti. Safevîler Erzurum’u geri alınca, Kânûnî Sultan Süleymân Han Erzurum’u kesin olarak Osmanlı toprağına kattı.

Trabzon-Tebriz ticâret yolunun üzerinde bulunan Erzurum, serhat şehri (kalesi) ve İran’a yapılan seferlerin askerî üssü olarak Osmanlı devrinde yeniden bir eyâlet merkezi olarak çok gelişti. Kültür, sanat, sanâyi ve askerî merkez hâline geldi. Erzurum eyâleti; Erzurum, Erzincan, Gümüşhâne illeri ile Muş’un Malazgirt ve Bingöl’ün Kığı ilçelerini içine alıyordu. Erzurum 1828-1829, 1878 ve 1916’da 3 defâ Rus istilâsına mâruz kaldı. Bu istilâlar geçici olmakla berâber Ruslar çok büyük tahribat yaptılar. 1877-1878’de Müşir Gâzi Ahmed MuhtarPaşa doğuda Rusları ard arda birkaç defâ bozguna uğratmasına rağmen savaş, devamlı takviye alan Rusların lehine döndü.

Müşir Gâzi Ahmed Muhtar Paşa, Rus generali Tergukasof’u Halyaz Meydan Muhârebesinde yendi. Ayrıca Rus başkomutanı Ermeni asıllı Melikof’u Zivin Meydan Muhârebesinde perişan etti. Rus çarı, bu yenilginin üzerine Melikof’u azletti. Gâzi Ahmed Muhtar Paşa, Rus ordusunu Kars ve Gümrü arasında Gedikler Meydan Muhârebesinde üçüncü defâ yendi. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, Ahmed Muhtar Paşaya “Gâzi” ünvânını verdi. 34 bin Türk askeri Yahniler Meydan Muhârebesini 74 bin Rus askerine karşı kazandı. Ruslar aşırı derecede kuvvet yığınca, Gâzi Ahmed Muhtar Paşa ordusunu Erzurum’a çekti. Böylece Türk ordusunun dağılması önlendi. Türk askeri ve Erzurum halkının harp târihine destan olarak geçen savunması karşısında Ruslar geri çekildilerse de aldıkları takviyelerin sonunda 9 Kasım 1877’de işgal ettikleri Erzurum’u 13 Temmuz 1878 târihine kadar ellerinde tuttular. Birinci Dünyâ Harbi sırasında tekrar Rus işgâline uğradı (1916). 1917’de Erzurum’u terk ederken şehri Ermeni çetelerine teslim ettiler. Ermeni çetelerinin tahribat ve katliâmı Ruslardan daha korkunç oldu.

Doğu Fâtihi Kâzım Karabekir komutasındaki Türk kuvvetleri, Erzurum’u Ermeni çetelerinden geri aldığında Erzurum harâbe hâlinde idi. Ermeni çetelerince binlerce insan katledilmiş, Selçuklu ve Osmanlılara âit târihî eserlerin çoğu imhâ edilmişti. İşgalci kuvvetlerin baskısıyle göç eden halkın bir kısmı yeniden Erzurum’a döndüler. 23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresinde, İstiklâl Harbinin ve Millî Mücâdelenin temelleri atıldı. Cumhûriyet devrinde il olan Erzurum yeniden gelişmeye başladı. Hâli hazırda Doğu Anadolu’nun en büyük ve gelişmiş şehridir.

Gaziantep

Tarihi


Gaziantep’in bilinen târihi, M.Ö. 4000 bin senesine dayanır. Toprakları Eski Bâbil Devletine âitti. Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hititler, bu toprakları ele geçirdiler. Hititlerin son devirlerindeki Hitit Kargamış Krallığı bu bölgede kuruldu. Hurriler ve Mısır firavunları zaman zaman bu bölgeyi ele geçirdiler. Daha sonra Asurlar ve onun yerine geçen Yeni Bâbil ve bunu ortadan kaldıran Medlerin istilâsına uğradı. M.Ö. 4. asır sonlarında Anadolu ve İran’ı istilâ eden İskender, bu toprakları Makedonya Krallığına kattı. İskender’in ölümü üzerine buralar Selevkosların payına düştü.

M.Ö. birinci asırda Romalıların eline geçti. M.S. 395’te Roma ikiye bölününce, Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. Bizanslılarla Sâsânîler arasında bu bölge için zaman zaman savaşlar oldu.Türklerin “Antep”, Arapların “Ayntab” dedikleri şehir, ortaçağda küçük bir kasabaydı. Buraya 10 km uzaklıkta bulunan Türklerin “Dülük” ve Arapların “Delûk” dedikleri şehir “Delichenus” (Doliche), o bölgenin mühim bir yerleşim merkeziydi. Bu bölge hazret-i Ömer zamânında Iyâz ibni Ganem rahmetullahi aleyh başkomutanlığındaki İslâm ordusu tarafından fethedildi. Bir ara Bizanslılar bu bölgeyi ele geçirmişlerse de Abbâsî Devleti zamânında Hârûn Reşîd tarafından tekrar geri alındı.

Onuncu asırda bu bölgede Araplarla Bizaslılar arasında şiddetli çarpışmalar cereyân etti. Fakat bu bölge yine Müslümanların elinde kaldı. Selçuklu Türkleri bu bölgeye 1071 Malazgirt Zaferinden az önce Afşin Bey kumandasındaki orduları ile hâkim oldular. Fakat bir müddet sonra ellerinden çıktı. 1084’te Anadolu’da Türk Selçuklu Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Sultan Süleymân Şah yeniden bu bölgeyi fethetti. Bölge Sûriye Selçuklularından Alparslan’ın küçük oğlu Tutuş’un emrinde kaldı. 1098’de Birinci Haçlı Seferinde bu bölgeyi işgâl eden Haçlılar, Delûk ve civârını Urfa Kontluğuna, sonra da Maraş Senyörlüğüne bağladılar. Türk ordusu, 1150 senesinde Delûk önlerinde, Kudüs Kralı Baudoin’in kumandasındaki Haçlı ordusunu yok etti. Kral Baudoin, Delûk Kalesine sığındı. Türk Atabeyi Nûreddîn Zengî, kralın Kudüs’e gitmesine müsâade etti. Delûk ve civârını Nûreddîn Zengî fethetti. On ikinci asır sonlarında bu bölge Eyyûbî Devletine geçti. Bu devirde, Ayntâb (Antep) câmi ve saraylarla süslendi. 1270’te Moğolların eline geçmişse de, 1273’te Mısır-Suriye Türk Memlûk Sultânı Baybars geri aldı. 1400’de Timur Hanın eline geçen bölgeye bilâhare Karakoyunlu Hükümdârı Kara Yûsuf hâkim oldu. Karakoyunlulardan Dulkadirlilere, 1515’te Osmanlılara, bilâhare Memlûklere geçen bu bölge, 1516’da kesin olarak Osmanlı Devletinin topraklarına katıldı. 1839’da bir ara Kavalalı İbrâhim Paşanın elinde kalmıştır. Bunun dışında 1516-1919 arasında hiçbir işgâle mâruz kalmamıştır.

Osmanlı devrinde mühim bir kültür ve sanâyi merkezi oldu. Dericilik, yaycılık, boyacılık, yağcılık, dokumacılık ve sabunculuk çok gelişti. On dokuzuncu asrın sonunda, şehirde 70 boyahâne ve 3815 pamuklu tezgâh ve bunlarda çalışan 4000 kadar işçi bulunuyordu. Halı, kilim, alaca ve döşeme kumaşları meşhurdur. 1084’ten bu yana Antep’te Türk nüfûsu devamlı çoğunlukta oldu. Arap ve diğer etnik gruplar azınlıkta kaldılar. Birinci Dünyâ Harbi sonrası 15 Ocak 1919’da İngilizlerin işgâline uğradı. 9 ay 21 gün sonra İngilizler yerlerini 5 Kasım 1919’da Fransızlara devrettiler. Fransızlar dışardan getirdikleri silâhlı Ermeni çeteleriyle, o bölgede çok zulüm yaptılar. Antep halkı, Fransız ve Ermenilere karşı Nisan 1920’den 7 Şubat 1921’e kadar 10 ay 6 gün kahramanca mücâdele etti. Fransızlar Antep’ten geri çekildiler. Türkiye Büyük Millet Meclisi 1921 târihli ve 93 sayılı kânunla şehrin adını “Gâziayntâb” olarak değiştirdi. 1928’de ise bu isim “Gaziantep” şeklini aldı. “Ayn” kaynak pınar veya göz, “tâb” şehir mânâsındadır.

Osmanlılar devrinde Ayntâb, Dulkadir (Maraş) beylerbeyliğinin (eyâletinin) 5 sancağından (vilâyetinden) birine merkez olmuştu. Kilis ise Halep beylerbeyliğine bağlı 10 sancaktan birini teşkil etmiştir. Tanzimâttan sonra Halep eyâletinin 14 kazâlı merkez sancağına bağlı kazâlar arasında Ayntâb ve Kilis de vardır. Nizip ise aynı vilâyet içinde bulunan Urfa sancağının 5 kazâsından birisiydi. 1913’te Antep müstakil sancak oldu. Cumhûriyet devrinde bütün sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilâyet” (il) denince, Antep de vilâyet merkezi oldu.

Giresun

Tarihi


Giresun liman şehri İyonya (Batı Anadolu) kolonisi olarak kurulmuş, fakat İyonya hâkimiyeti sâhilden öteye girememiştir. M.Ö. 6. asırda Perslerin istilâsına uğramıştır. Makedonya Kralı İskender burasını ele geçirememiştir. Pers asıllı olup bilâhare Yunanca konuşan ve Hıristiyanlaşan (Ortodoks olan) Pontus Krallığı bu bölgeye, Kuzey Karadeniz ve Kırım’a hâkim olmuştur. Roma İmparatorluğu M.Ö. 2. asırda Lucullus emrinde Roma ordusunu göndererek Mithridates’in direnmesine rağmen Pontus Krallığı, bir eyâlet şeklinde Roma İmparatorluğuna bağlandı. M.S. 395’te Roma İmparatorluğu parçalanınca bu bölge bütün Anadolu gibi, Doğu Roma’nın (Bizans) payına düştü.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu fâtihi ve Anadolu’da Türk devletini kuran Kutalmışoğlu Birinci Süleymân Şah tarafından fethedildi. Haçlı Seferleri esnâsında Türkler, bir müddet buradan çekildi ve yeniden bu bölgeyi Bizanslılar istilâ etti. 1204’te Dördüncü Haçlı Seferinden sonra burası Trabzon Bizans İmparatorluğunun eline geçti. Türkler, Giresun’u 1381’de geri aldılar. Selçuklu Devleti yıkılınca bölge, Canik Beyliğinin eline geçti.

Yıldırım Bâyezîd devrinde Osmanlı Devletine ilhak edildi ise de, kesin olarak Fâtih devrinde 1461’de Osmanlı Devletine dâhil oldu.

Osmanlılar devrinde, Trabzon beylerbeyliğine (eyâletine) bağlı bir kazâ merkeziydi. Cumhûriyetten az önce 1920’de müstakil mutasarrıflık (vilâyet- il) oldu. Birinci Dünyâ Harbi sonunda Giresun gönüllü birlikleri, Rusların Giresun’u işgâlini önledi. Giresun gönüllü birlikleri İstiklâl Harbinde de büyük yararlıklar gösterdiler. Cumhûriyet döneminde bütün mutasarrıflıkların il olması üzerine Giresun da il olmuştur.
Gümüşhane

Tarihi


Gümüşhâne bölgesinin ilk sâkinleri M.Ö. 2-3 bin yıllarında Orta Asya’dan gelen Oğuz kabîleleridir. Hititler, Asuriler bu bölgeye hâkim oldular. Sonraları Hun ve Peçenekler, bölgeyi ele geçirdiler. M.Ö. 6. asırda Persler, bütün Anadolu gibi bu bölgeyi de istilâ ettiler.Makedonya Kralı İskender, Persleri yenerek Anadolu’yu ele geçirdi. İskender’in ölümünden sonra bu bölge, Pers asıllı Ermenilerle yine Pers asıllı Yunanlaşmış (Yunanca konuşan) Pontus Krallığı arasında el değiştirdi. Roma İmparatorluğu, Pontus Krallığını yenince, Roma’ya bağlandı. M.S. 395 senesinde Roma ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi Gümüşhâne civârı da Doğu Roma’nın (Bizans) payına düştü. Bu bölgenin en mühim meskûn mahalli “Paybert, Papert” denilen Bayburt şehriydi. Bu bölge Bizans ile Sâsânîler arasında ihtilâf konusu olmuş, Ermeniler, Bizanslılar, bâzan da İranlılarla işbirliği yapmışlardı. 1055’te Türk Hakanı Tuğrul Bey ve komutanlarından İbrâhim Bey bölgeyi fethetti. Tuğrul Bey, Türkmen oymaklarını buralara yerleştirdi. Selçuklular bu bölgeyi kendilerine bağlı Danişmendoğulları ve Saltukoğulları arasında paylaştırdı. Birinci Haçlı Seferinde Anadolu Selçuklu Devleti sarsıntı geçirmiş ve 600 bin kişilik Haçlı ordusu karşısında bâzı bölgelerden geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu arada Gümüşhâne’nin bir kısmını da Haçlı ordusu ele geçirdi.

1204’te Trabzon’da kurulan Bizans İmparatorluğu (Komnenoslar) bir ara bölgeyi ele geçirmişse de, Dânişmendoğlu Melik İsmâil, geri aldı. Dânişmendoğulları ortadan kalkınca, Erzurum Selçuklu Meliki Tuğrul Şah ile oğlu Cihan Şah, 13. asır başında bölgeyi îmâr etiler.

On üçüncü asrın sonlarında Anadolu, İlhanlıların hâkimiyetine girince, Gümüşhâne ve çevresi de bu devletin eline geçti. Daha sonra bölgeye Celâyirliler, Eratnaoğulları, Kâdı Burhâneddîn ve Akkoyunlular hâkim oldu. Fâtih Sultan Mehmed Han, Otlukbeli Savaşında Uzun Hasan’ı yenerek, bölgeyi Osmanlı topraklarına kattı (1473). Yavuz Sultan Selim Han, 1514’te bütün bölgeyi kesin olarak Osmanlı Devletine bağladı. Kânûnî Sultan Süleymân Han, İran Seferi sırasında Harşit Çayı kenarında mola verdi. Buranın güzelliğine hayran kaldı ve bölgede gümüş mâdeni olduğunu öğrenince, buraya şehir kurulmasını ferman buyurdu. Böylece Gümüşhâne şehrinin temelleri atılmış oldu.

Gümüşhâne ve civârı, 1473-1828 arasında çok sâkin bir devir yaşadı. Bu zaman içinde sâdece 1553’te Şah İsmâil Safevî’nin oğlu Şah Tahmasb bu bölgeye bir akın tertib etmişse de Kânûnî Sultan Süleymân Han, İran Seferi ile doğu bölgesini yeniden Osmanlı hâkimiyetine aldı. 1828 Türk-Rus savaşında bu bölgeye kadar gelen Rusları, Osmanlı ordusu yenince, Ruslar geri çekildi. Birinci Dünyâ Harbinde 19 Temmuzdan 28 Şubat 1918’e kadar 1 sene 7 ay 10 gün Gümüşhâne’yi işgâl eden Ruslar, çekilirken yerlerini Ermenilere bıraktılar ve onlar da çok katliam yaparak pekçok Türkü öldürdüler, birçok binâ ve târihî eserleri yakıp yıktılar.

Önceleri Trabzon’a bağlı sancak olan Gümüşhâne, Cumhûriyet devrinde bütün sancaklar (mutasarrıflıklar) “vilâyet- il” yapılınca, Gümüşhâne de vilâyet merkezi olmuştur. Gümüşhâne’nin eski târihini aydınlatacak hiyeroglif yazılar Altıntepe’de bulunmuşsa da, henüz okunamamıştır. Dedekorkut Hikâyelerinde yer alan hâdiselerin çoğu Kelkit Vâdisinde geçmektedir.

Hakkari

Tarihi


Hakkâri’nin târihi çok eski devirlere dayanır. Mağaralar içinde bulunan eşyâlar ve kaya resimleri bu bölgenin eski yerleşim merkezi olduğunu gösterir. Bölgeye Sümerler, Âsuriler, Bâbilliler, Medler hâkim olmuştur. M.Ö. 6. asırda Medler bölgeyi Bâbillilerden ele geçirdiler. M.Ö. 4. asırda, Makedonya Kralı İskender, Medleri yenerek İran’ı ve bu bölgeyi ele geçirdi. Fakat iskender ve Bizanslılar bu bölgeye fiilen hâkim olamadılar. İskender’in ölümünden sonra Makedonya Krallığı, generalleri arasında taksim edildi. Bu bölge, Selevkos (Asya) İmparatorluğunda kaldı. Selevkos’un mîrâsına Roma İmparatorluğu sâhip oldu. Fakat bölge Roma ile Partlar, sonra da Sâsânîler arasında devamlı el değiştirdi. M.S. 395’te, Roma İmparatorluğu bölününce Doğu Roma (Bizans), bu topraklara sâhip olmak istedi, fakat hiçbir zaman bu bölgeye hâkim olamadı.

Hazret-i Ömer zamânında bölge, İslâm orduları tarafından 640 senesinde feth edildi. Selçuklu Türkleri Anadolu’ya geldiklerinde Hakkâri bölgesi, Bağdat’taki Abbâsi halîfelerine bağlı idi. 1054’te Selçuklular, Hakkâri bölgesine hâkim oldular. 1122-1262 arasında Selçuklulara bağlı Musul Atabegleri (Zengiler), bu bölgeyi Selçuklular adına idâre ettiler. 1142 senesinde Atabeg İmâdeddîn Zengi. Aşip Kalesi yerine İmâdiye Kalesi ve şehrini kurdu. 1262’de İlhanlılara bağlanan Hakkâri’yi Abbâsî âilesinden gelen Hakkâri Beyleri idâre ettiler.

Karakoyunlu Bayram Hoca’nın hâkimiyeti sırasında 1349’da Celâyirlilerin eline geçen Hakkâri, 1366’da yeniden Karakoyunluların, 1387’de Tîmûr Hanın, 1405’te yeniden Karakoyunluların eline geçti. 1468’de Uzun Hasan’ın gönderdiği Sofi Halil ve Arabşah Beylerin Hakkâri Beylerini yenmesi üzerine Dümbüllü Türkmenleri bölgeye hâkim oldular. Bu hâkimiyetleri sırasında 1472’de Çölemerik’te “Meydan Medrese”yi yaptırdılar.

Hakkâri Beylerinden Gübâli oğlu Esedüddîn, 1468’de gizlice Mısır’a gitti. Kölemenlerin emrine girdi. Mısır’daki Nasturîlerin yardımı ile Hakkâri’ye geldi. Tiz Kalesine girerek Dümbüllü Türkmenlerini bozguna uğrattı ve bu bölgeyi ele geçirdi. Ölümünden sonra yerine Zâhid Bey geçti. Esedüddîn’in sülâlesine Şenbolar dendi. Zâhid Bey, Gevar (Yüksekova) ile Akdamar’ı elegeçirdi. Zâhid Beyin oğulları Seyyid Mehmed Vastan’da, Mâlik Bey Çölemerik’e 4 km uzaklıktaki Bay Kalesinde hüküm sürdüler. Yeğenleri Zeynel, bir baskınla Bay Kalesini ele geçirdi. Mâlik Bey, Vastan’a gitti. Bir müddet sonra Seyyid Mehmed Bey, Bay Kalesini ele geçirerek bütün Hakkâri’ye hâkim oldu.

Yavuz Sultan Selim Hanın 1514 Çaldıran Seferinden sonra bölge, 1534’te Van bölgesi ile birlikte Osmanlı hâkimiyetine girdi. Safevîler, bir ara Hakkâri’ye hâkim olmuşsa da, Kânûnî Sultan Süleymân Hanın 1548’de Van fethi ile birlikte Hakkâri yeniden Osmanlı idâresine bağlanmıştır. Seyyid Mehmed Bey, Osmanlılar adına bu bölgeyi idâre etmiştir. Fakat Seyyid Mehmed Bey ile oğlunun bâzı hareketleri sebebiyle bölge yeğeni Zeynel Beye Ocaklık olarak verildi. Zeynel Bey, Çölemerik Kalesini merkez edinmiş, burasını onarmış, Dize’deki (Üzümcü köyü) kurşun ve başka bir yerdeki kükürt ocaklarını işlettirmiştir. Tebriz Seferi sırasında 1583’te şehid olmuş ve yerine oğlu Zekeriya Bey geçmiştir. Son “Ocaklı” Hakkâri Beyi Şenbolu Nurullah ile Cizreli Bedirhan Beyler birleşerek, 1843’te Tiyari ve 1846’da Tohum Ocaklarında oturan Nasturîleri yenerek ocaklarını yağma ettiler. Osman Paşa gelerek her ikisinin ocaklık hakkını kaldırdı (1847).

Osmanlı idâresinde Hakkâri, Van Beylerbeyliğinin 14 sancağından (vilâyetinden) birini teşkil etti. Tanzimattan sonra da Van vilâyetine bağlı 2 sancaktan biriydi. 5 kazâsı vardı. Bu kazâlardan biri “İmâdiye” Irak’ta kaldı. “Başkale” ise Van’a bağlandı.

Hakkâri’nin merkezi “Çölemerik” kasabası idi. Süryânilerin “Gülârmak”, Ermenilerin “İlmar” ve Türklerin de “Çölemerik” dedikleri bu kasabanın Koçanis Manastırında Birinci Dünyâ Harbine kadar Nasturî patriği oturdu.

Rusların 1858’de Türklere savaş açması sonunda Dağıstandaki Şeyh Şâmil ile işbirliği yapan Şemdinlili Seyyid Tâhâ, Ruslara savaş îlân etti. Vefâtı üzerine kardeşi Şeyh Sâlih, Âzerbaycanlıları ve Hakkârilileri Ruslara karşı ayaklandırdı. Bu sırada Cizre’de bulunan İzzeddîn Şir, Yezîdî ve Nastûrîlerle işbirliği yaparak Rusya adına Musul ve Bitlis bölgesini 1854’te işgal ve yağma ettiler. Diyarbakırlı Hacı Tîmûr Ağa, bu hâinleri 1855’de yendi ve cezalandırdı. 1855-1865 arasında Van sancağına bağlı olan Albak, Çölemerik, Gevaş (Yüksekova), Beytüşşebap, Çal-Tiyari, Şemdinan (Şemdinli) ve Kotur ilçeleri Erzurum’a bağlandı. 1865’te Van vilâyeti yeniden kurulunca tekrar Van’a bağlandılar.

Birinci Dünyâ Harbinde Ruslar, Çölemerik’i 24 Mayıs 1915’de işgâl ettiler. Nasturî lideri Merşamun’u Hoy’a götürdüler. Onun vâsıtasıyla bütün Nastûrîler ayaklandı ve silahlı çeteler kurarak Türk ordusuna ve halkına saldırdılar. Müslüman ve Türk halkı, Rus ve Nastûrî zulmünden civar bölgelere kaçtılar. 1918’de Çölemerik ve Gevaş (Yüksekova) Türkler tarafından kurtarıldı. İsyancı Nastûrî ve Ermeniler, Urmiye bölgesine çekildiler. Eski yerlerine gitmek isterken Vâli Haydar emrindeki Türkler, Nastûrîleri yendiler.

Millî mücâdele (İstiklâl Harbi) sıralarında Şemdinlili Seyyid Tâhâ ile Şahaklı Simiko, Yirminci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ile işbirliği yaptılar ve onu desteklediler. Böylece Seyyid Tâhâ kuvvetleri, Nastûrî ve Ermeniler’in bölgeye girmelerini önlediler. 1926’da yapılan Ankara Antlaşması ile Musul ve Hakkâri’nin beş bölgesi sınır dışında kaldı. Çölemerik, Gevaş (Yüksekova) ve Şemdinan (Şemdinli) ilçelerinden meydana gelen Hakkâri vilayeti kuruldu. Bir ara Van’a bağlanan Hakkâri 4.1.1936 târih ve 2885 sayılı kânunla vilâyet (il) oldu.

Bu bölgede yaşayan Kürt ve “Kurdak” diye anılan kimselerin Oğuz Türklerinden ve Türkmen soyundan bir boy olduğu; târih, antropoloji, etnoloji, din, dil, sosyoloji ve folklor gibi çeşitli araştırmalarla ilmî olarak ortaya konmuştur. Orta Asya’da Yenisey Kitâbelerinde şu satırlar vardır:

“Men Kürt Elkan Alp-Urungu Altunluğ Keşiğim Banım Belde Elim tukuz-Kırk Yaşım”(Ben Kürt İlhanı Alp Urunguyum. Altunlu beldesini ülke edindim. Kırk dokuz yaşında öldüm.)

Târihte Oğuz Türklerinin Türkmen soyundan Kürt ve Kurdak boylarının yaşadığı gerçektir. Fakat doğu ve güneydoğu Anadolu’da Kürt diye isimlendirilen kimseler, Oğuz Türklerinin muhtelif boy ve aşîretlerinden ibârettirler. Bu Türk boy ve aşîretleri bu bölgenin muhtelif ülkeler arasında defâlarca el değiştirmesi sebebiyle asıllarını ve bilhassa lisanlarını unutmuşlar ve bilhassa gramer bakımından Farsçanın geniş tesirinde kalarak çoğu Farsça olan Türkçe-Arapça karışımı bir lisan ile konuşmaya başlamışlardır. Türkiye üzerinde emperyalist niyetler besleyen ülkeler, bilhassa 18. asırdan sonra Oğuz Türklerine dayanan bu aşîretleri ayrı bir millet gibi göstermeye çalışmışlardır.

Hatay

Tarihi


Hatay, Hititlerin bir toprağıydı Hitit imparatorluğunun yıkılışından az önce bu bölgede bağımsız bir Hitit devleti kuruldu. Başkenti Zencirli (Sam’al) olan bu devlet 150 sene devâm etti. M. Ö. 6. asırda Perslerin istilasına uğradı. Bilâhare Makedonya Kralı İskender, Anadolu’yu işgâl ve Pers (İran) Devletini yenerek bu bölgeyi de istilâ etti. İskender’in ölümünden sonra Makedonya İmparatorluğu, generalleri arasında taksim edildi. İskender’in generallerinden Birinci Selevkos Asya İmparatorluğunu, Birinci Selevkos’un oğlu Birinci Antiochus, Hatay bölgesinde Antakya şehrini kurdu.

Antakya M.Ö. 306-280 arasında 26 sene Asya İmparatorluğunun başşehri oldu. Şehir nüfûsu 500 bini geçerek Roma ve İskenderun’dan sonra dünyânın üçüncü büyük şehri oldu. Selevkos Devleti, başşehrini Selevkiya şehrine nakledince Antakya gerilemeye başladı. Roma imparatorluğu, Selevkos (Asya) Devletini ilhak edince, bölge Romalıların eline geçti. Roma imparatorluğu M.S. 395’te ikiye parçalanınca bu bölge, Doğu Roma’nın (Bizans) payına düştü. M.S. 395’ten îtibâren 243 sene Antakya, Bizans ve Sâsânîler arasında el değiştirdi. Hıristiyanların dînî merkezi hâline geldi. Sâsânî imparatoru Şehinşah Birinci Sâpûr, 260 senesinde şehri aldı. Bizanslıların 538 senesinde geri almalarını müteakip Birinci Hüsrev Nûşirevân tekrar şehri ele geçirdi. Halkın büyük kısmını, Bağdat yakınlarındaki başşehir Medâyin’in civârında kurulan Rûmiye şehrine yerleştirdi. Bizans imparatoru Justinianus, Antakya’yı Sâsânîlerden geri aldı ve yeniden inşâ ettirdi.

Hazret-i Ömer’in halîfeliği sırasında 638’de İslâm ordusu Antakya’yı fethetti. 688’de Bizanslılar bu şehri geri almak istediler, fakat muvaffak olamadılar. Antakya, Abbâsî Devletinin Bizans’a karşı bir sınır eyâletinin merkezi (Avâsım) oldu. Daha sonraları Halep’te kurulanHamdânî Emirliği, bu bölgeye sâhip oldu. 966 senesinde Bizans saldırısına karşı şehir kendini savundu. 331 sene süren İslâm hâkimiyetinden sonra Bizans İmparatoru Nikeforos Fokas, Müslümanlar arasındaki iç savaşlardan istifâde ile şehri geri aldı(969). 115 sene Bizans’ın işgâli altında kaldıktan sonra Anadolu fâtihi ve Türkiye Selçukluları Devleti hükümdârı Kutalmışoğlu Birinci Süleymân Şah, 1084’te Antakya’yı fethederek, Türk topraklarına kattı. 1086’da Süleymân Şahla Alparslan’ın oğlu Sultan Tutuş (Suriye Selçukluları hükümdârı) arasında çıkan kardeş kavgası (iç savaş) sırasında Kutalmışoğlu Süleymân Şahın vefât etmesiyle şehir, Tutuş’un hâkimiyetine geçti.

1071 Malazgird Zaferinin intikâmını almak, Türkleri Anadolu’dan atmak, Kudüs’ü ele geçirmek ve İslâmiyeti imhâ etmek maksadıyla Avrupa Hıristiyanları, Haçlı seferleri tertiplediler. Bu seferlerden ilki olan Birinci Haçlı Seferinde 600.000 kişilik bir Haçlı ordusu Anadolu’ya geldi. Bunlardan 500.000’i Türkiye Selçukluları Sultânı Birinci Kılıç Arslan tarafından gerilla savaşları ile imhâ edildi. Geriye kalan 100.000 kişilik Haçlı ordusu, 21 Ekim 1097’deAntakya önlerine geldi. Şehri Türk komutanı Yağıbasan Bey savunuyordu. Kuşatma 7,5 ay sürdü. Antakyalı birkaç Hıristiyan 5 Haziran 1098’de kale kapılarından birini açarak Haçlı ordusunun gizliceAntakya’ya girmesini sağladılar. Kaleye giren Haçlılar, Müslümanları ve hattâ Hıristiyanları kılıçtan geçirdiler. Selçuklu Sultânı, bu mühim şehri geri almak için Kerboğa Bey komutasında büyük bir Türk ordusunu gönderdi. Antakya düşmek üzereyken bir papaz, hazret-i Îsâ’nın bağrına saplanan mızrağı buldum yalanını söyleyerek Hıristiyanları coşturdu ve Antakya’yı Türklerin geri almasını engelledi. Burası merkez olmak üzere bir Haçlı Prensliği kuruldu. Kudüs’e yönelen 100.000’e yakın Haçlı sürüsü, Kudüs’ü işgâl edince câmilere sığınan Müslümanları katlettiler. Câmilerde Haçlı süvârilerinin atlarının karnına ulaşan kan gölü meydana geldi. Kudüs Haçlı Krallığına bağlı olan Antakya Haçlı Prensliği, 170 sene Antakya’ya hâkim oldu. 19 Mayıs 1268’de Türk-Memlûk Sultânı Baybars, Antakya’yı geri alarak 170 sene bu şehre kan kusturan Haçlı Prensliğini ortadan kaldırdı.

Şam, Halep, Lazkiye, Hama ve Humus ile rekâbet edemeyen Antakya, gerilemeye başladı. Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han, 1516’da Mercidâbık Zaferi ile Suriye ve Hatay’ı Osmanlı Devletine kattı. On yedinci asırda Antakya 5 sancaklı Trablusşam eyâletine (beylerbeyliğine) bağlı bir kazâ merkeziydi. Yirminci asır başlarında ise 3 sancaklı Halep vilâyetinin (eyâletinin) merkez sancağına bağlı 14 kazâdan biriydi. Bu kazâlardan biri de İskenderun’du. Birinci Dünyâ Harbinin sonunda Ekim 1918 sonlarında Antakya’yı İngilizler işgâl ettiler ve bir sene sonra Fransızlara devrettiler. 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması ile Fransızların iç bağımsızlık tanıdıkları İskenderun sancağında çoğunluk Türklerdeydi. Buna rağmen Fransa iki kardeş ve komşu ülke olan Türkiye ile Suriye’nin arasına fitne tohumu ekmek için, Misâk-ı Millî sınırları içinde olan Hatay’ı (İskenderun sancağını) Lozan’da geri vermedi. Fransızlar, 1925 Martında İskenderun sancağının idâresini diğer Sûriye illerinden ayırdılar. Türkçe, Arapça ve Fransızcayı resmî dil kabul ettiler. 1937’de bağımsız Hatay Cumhûriyeti kuruldu. 23 Haziran 1939’da Türkiye-Fransa arasında yapılan Ankara Antlaşması ile Hatay’ın Türkiye’ye katılması kesinleşti. 23 Temmuz 1939’da Hatay, Türkiye’nin bir vilâyeti oldu.
Isparta

Tarihi


Isparta ve çevresi, târih sahnesine Hititlerle çıkar.Hititler zamânında bölgenin ismi “Arvaza” idi.Hititlerin yıkılışından sonra Frikya Krallığı bu topraklara sâhip olmak istemişse de, burayı Lidyalılar ele geçirmişlerdir. M.Ö. 4. asırda Lidyalıların elinde bulunan bu topraklarla, Kızılırmak batısındaki toprakları Persler istilâ etmiştir. Makedonya Kralı İskender, Doğu seferine çıktığında Perslerden bu bölgeyi almıştır.İskender’in ölümü ile Makedonya krallığı generalleri arasında taksim edilmiş ve Isparta çevresi Selevkos Devletinin olmuştur.Roma İmparatorluğu M.Ö. 1. asırda Selevkos Devletini ilhak edince, Isparta ve civârı Roma hâkimiyeti altına girmiştir.O târihlerde Isparta, “Psidia” isimli küçük bir şehir idi. Roma İmparatorluğu M.S. 395’te ikiye bölününce bu bölge Doğu Roma’nın payına düşmüştür.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra Türkler,Isparta ve çevresini Bizanstan alarak fethetmişlerse de, Birinci Haçlı Seferinde Bizanslılar bu bölgeyi yeniden istilâ etmişlerdir. Selçuklu Türkleri 1203 senesinde Bizanslılardan geri alarak, yeniden bu bölgeyi ve Isparta’yı fethetmişlerdir. 1300 senesinden sonra Eğirdir’de bulunan Hamidoğulları Beyliği Isparta ve çevresini Türkiye Selçukluları ve İlhanlılara bağlı olarak idâre etmiştir. Bir ara topraklarına İlhanlılar tarafından el konulmuş ve bölgeyi İlhanlı vâliler idâre etmiştir. 1327’de Hamidoğulları Beyliği yeniden kurulmuştur. Bu beyliğin bir kolu da Antalya’da Tekeoğulları olarak hüküm sürmüştür.

1335’te İlhanlılar târih sahnesinden çekilince Hamidoğulları bağımsız olmuştur. 1380’de SultanMurâdHan zamânında (Yalvaç ve Şarkikaraağaç) 80 bin Osmanlı altını karşılığı satın alınmıştır.Hamidoğulları Birinci Kosova Savaşında Osmanlılara asker yardımı yapmıştır. 1391’de Yıldırım Bâyezîd Hân, Isparta’nın geri kalan kısmını ve Hamidoğulları Beyliğini de Osmanlı Devletine katmıştır.Osmanlı Devrinde Isparta Anadolu Beylerbeyliğinin 14 sancağından birine, Tanzimâttan sonra Konya eyâletinin 5 sancağından birine merkez olmuştur.Isparta ismi yalnız merkez için kullanılmış sancağın ismi de “Hamid ili” (Hamidâbâd) olarak kullanılmıştır.

Isparta 1203 senesinden bu yana düşman istîlâsına uğramamış bir ilimizdir.Cumhûriyet devrinde il olmuştur.

Mersin

Tarihi


Eski bir yerleşim merkezi olan Mersin ve civârı, arkeolojik kazılara göre çok eski çağlarda insanların yaşadığı bir bölgedir.Mersin yakınında “Yümüktepe” deki kazılardan çıkan eşyâlar bu bölgede binlerce sene önce yaşamış insanları gösterir.Yümüktepe civârında bulunan kalenin ise en az 6000 sene önceye âit olduğu tesbit edilmiştir. Anadolu’da en eski târihî eser olarak kabul edilmektedir.

Mersin ve civârı târih sahnesineHititlerle çıkar. Bu bölge Hititlerin hâkimiyeti altında olup Bâbilliler,Asurlular ve Mısırlılar bu bölgeye kadar uzanmışlarsa da bu bölgenin tamâmına hâkim olamamışlardır.M.Ö. 6. asırda Anadolu ve dolayısıyla bu bölge Perslerin istilâsına uğramış,M.Ö. 4. asırda ise Makedonya Kralı İskenderPersleri yenerek Anadolu ve İran’ı ele geçirmiş ve Hindistan’a (Asya içlerine) uzanmıştır.İskender’in ölümü ile birlikte Makedonya imparatorluğu komutanları arasında taksim edilmiş, bu kısım “Selevkos” (Asya) İmparatorluğunun payına düşmüştür. Zaman zaman Mısır’da bulunan Ptolemaioslar bu bölgeye saldırmışlardır. O târihlerde Mersin ve civârı çok ormanlıktı.Gemici milletler Fenikeliler, Mısırlı Ptolemaioslar,Asurlular,Makedonyalılar, Romalılar ve Selevkoslar, bu ormanların kerestelerinden istifâde ederek savaş ve ticâret gemisi inşâ etmişlerdir. Bu bölgede inşâ edilen gemilerle Akdeniz,Karadeniz, Hind Okyanusu ve diğer okyanuslara açılmışlardır.Selevkos İmparatorluğu yıkılınca M.Ö. birinci asırda Anadolu’nun çoğu, Roma İmparatorluğuna katıldı. M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu bölününce bu bölge de Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. Bu târihlerde Tarsus, bölgenin en büyük şehri ve limanıydı. Aynı zamanda bu bölge bir korsan yatağı idi.

Yedinci asır ortalarından îtibâren İslâm orduları zaman zaman bu bölgeyi fethederek hâkimiyetleri altına aldılar. Fakat bu hâkimiyetleri devâm etmedi. İçel ve civârı ilk defâ hazret-i Ömer zamânında fethedilmiştir. 1071 MalazgirtZaferinden sonra Selçuklu Türkleri bütün Anadolu’yu olduğu gibi Mersin ve civârını da fethettiler.Haçlı Seferleri başlayınca, bunlar karşısında Türkler çekildi. Bu bölge Bizans ve Hıristiyan toplulukların eline geçti. Pekçok Haçlı ordularını imhâ eden Selçuklu Türkleri, 1204 senesinde bu bölgeyi yeniden fethettiler.O târihten îtibâren devamlı Türklerin elinde bulunmaktadır. Selçuklu Hânedanı sona erince Anadolu Birliği parçalandı.İçel’in büyük kısmı Karamanoğullarının, Mersin-Tarsus bölgesi de, Türk-Memlük Devletinin himâyesindeki Ramazanoğullarının hâkimiyeti altında kalmıştır. SultanYıldırım BâyezîdHan devrinde KaramanBeyliği, Osmanlı Devletine katılmıştır. 1402 Ankara Savaşı felâketinden sonra yeniden elden çıkmıştır.

FâtihSultanMehmed Han devrinin sonlarında İçel ve 1472’de Silifke; Yavuz Sultan Selim Han zamanında (1516) Mersin-Tarsus bölgesi Osmanlı toprağına katılmıştır.Türkler on ikinci asırdan beri Göksu’nun iki yanına “İçel” ve bunun batısına “Taşeli” demişlerdir.Osmanlıların İçel dedikleri bölge bugünkü İçel,Taşeli ise Antalya ve Konya’nın bir kısmıdır.Osmanlı devrinde 16. asırda merkezi Larnaka olan Kıbrıs Beylerbeyliğinin (eyâletinin) 8 sancağından ikisi (Tarsus ve Silifke) idi. Yirminci asır başlarında bu iki sancak Adana vilâyeti (eyâleti)nin 5 sancağından ikisini teşkil ettiler. Bunlar merkezi Silifke olan 4 ilçeyle İçel ve 2 ilçeli Mersin sancağı idi. Birinci Dünyâ Harbinden sonra Fransızlar,Mersin’i işgâl ettiler.Mersin 17 Aralık 1918’den 4 Ocak 1922’ye kadar 3 yıl 18 gün Fransız işgâlinde kaldı. Türkiye Büyük MilletMeclisi Hükûmeti ile anlaşan Fransızlar geri çekildiler ve yardımcıları Ermenileri Suriye’ye yerleştirdiler. Fransızlar işgalleri sırasında Ermenilerle birlik olup savunmasız sivil halktan ihtiyar, kadın, çocuk demeden binlercesini işkence yaparak öldürdüler.

İstanbul

Tarihi


İstanbul’un târihi çok eski çağlara dayanır. Nitekim Kadıköy’ün Fikirtepe semtinde yapılan kazılarda M.Ö. 3000 senelerine âit âletler ve iskeletler bulunmuştur. İstanbul’un ilk sâkinleri, Traklardır. Bilâhare Rumlardan bir kafile Megare şehrinden “Byzans” idâresinde bu bölgeye gelirken Sarayburnu-Ahırkapı arasında “Bizantion” (Bizans) şehrini M.Ö. 657-658’de kurmuşlardır. Balıkçılık ve çiftçilikle geçinen bu şehir sâkinleri, kısa zamanda zenginleşmişler ve şehir Boğaz’dan geçen gemilerin uğradığı bir ticâret merkezi olmuştur. İlk surlar “Bizas” (Vizas) tarafından M.Ö. 7. asırda yapılmıştır.

Roma İmparatoru Constantinus bu şehri genişletip 7 tepe üzerine inşâ ederek M.S. 324’te başkent yapmış ve şehre kendi ismini vermiştir. Haliç’ten Cerrahpaşa semtine kadar surlar yaptırmıştır. M.S. 395’te Roma İmparatorluğu ikiye bölününce bu şehir, Doğu Roma İmparatorluğunun (Bizans) başkenti olmuştur. İstanbul’a “Deutera Rome” (İkinci Roma) da denmiştir. İstanbul’u 447 senesinde Türk Hun imparatoru Attila kuşattı. Yapılan anlaşma netîcesinde Bizans’ı yıllık vergiye bağladı. Avar Türkleri 616’da İstanbul önlerine geldiler. 626’da İstanbul’u kuşattılar. Aynı târihte Sâsânîler de, Kadıköy-Üsküdar’da kuşatmaya katıldılar. Bizans ağır şartlarla sulh anlaşması imzâlıyarak bu kuşatmadan kurtuldu.

Hazret-i Peygamberin İstanbul’un fethedileceğine dâir müjdesi ve şehri fethedecek emir ve askerleri medh etmesi, asırlar boyunca bütün İslâm ordularının gönlünü tutuşturarak, onların îmân seli hâlinde dalga dalga bu şehre akmalarına sebeb oldu. Nitekim üçüncü halîfe hazret-i Osman’ın hilâfeti zamânında, Sûriye vâlisi olan hazret-i Muâviye, Bizans’a karşı ilk deniz seferini başlattı. Bizans donanmasını Finike’de 655 senesinde yendi. 668-669 senesinde İslâm orduları İstanbul’u kuşattılar. Bu kuşatmaya Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sancaktârı Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i Ensârî (radıyallahü anh) ile pekçok Sahâbe-i kirâm (radıyallahü anhüm) ve hazret-i Muâviye’nin oğlu Yezid katıldılar. O esnâda 80 yaşında bulunan Eyyûb Sultan hazretleri (Ebû Eyyûb-i Ensârî radıyallahü anh) şehid oldu (Bkz: Ebû Eyyûb-i Ensârî). Yine hazret-i Muâviye devrinde İstanbul ikinci defâ kuşatıldı (673-680) ise de “Gregeois” adı verilen Rum ateşinin verdirdiği zâyiatlar sebebiyle kuşatma kaldırıldı.

Emevî’ler devrinde Halîfe Süleymân zamânında 713-717 arasında İslâm orduları Mesleme emrinde, İstanbul’u kuşatmışlar ve şehir düşme hâline gelmişken, netîce alınamamıştır. 781 senesinde Hârun-Reşid şehri muhâsara etmişse de, senelik vergiye bağlayıp geri çekilmiştir. 813 senesinde Bulgar Türkleri lideri Kurum Han, Bizans ordusunu Edirne Meydan Muhârebesinde imhâ etti, fakat surları aşamadı. 1090’da Peçenek Türkleri Küçükçekmece’ye kadar geldiler, şehri kuşattılar. Şehir düşmek üzereydi. Bizanslılar Kuman Türkleri ile anlaştılar. Kuman Türkleri, Peçenek Türklerini yenerek İstanbul’u kurtardılar. 1071 Malazgirt Zaferinden birkaç sene sonra Selçuklu Türkleri, Üsküdar önlerine geldiler. İznik’i başkent yaptılar. Bu sırada Haçlı Seferleri başladı. Böylece İstanbul’un fethi ve Türklerin Avrupa kıtasına çıkması, 3.5 asır engellenmiş oldu. Anadolu’da Türkiye Selçukluları Devletini kuran Anadolu Fâtihi Süleymân Şah, 1080 senesinde bir bahar günü Üsküdar tepelerinden birinin üzerinde İstanbul’u seyrettikten sonra şehâdet parmağı ile İstanbul’u göstererek, şu veciz ve mânâlı konuşmayı yaptı:

“Bu güzel belde neden bizim olmasın? Neden gazâ meydanlarında zaferden zafere koşturduğumuz bayraklarımız bu muhteşem şehrin surları üzerinde dalgalanmasın? Neden ümmeti olmakla şereflendiğimiz, yolunda olmayı hayâtımızın gâyesi bildiğimiz, âlemlere rahmet olarak gönderilen, hak ve son Peygamber, şan ve şerefi çok yüce olan sevgili Peygamber efendimizin sevgisine lâyık serdar ben, bu sevgiye layık askerler siz olmayasınız?”

Haçlı seferlerinin dördüncüsü, 16 Nisan 1204’te, Bizans’ı Türklerden kurtarmak gâyesiyle tertip edildi. Haçlı ordusu şiddetli bir savaştan sonra İstanbul’a girdi. Bu orduda bulunan fakir Avrupalı askerlerin İstanbul’un zenginliği karşısında gözleri kamaştı. Üç gün üç gece şehri yağma edip 10 binlerce Bizanslıyı öldürdüler. Şehrin eserlerini yakıp yıktılar. Kıymetli eşyâları yağma ettiler. Kadınların ırzına tecâvüz ettiler. Bu barbarlığa, askerlerle birlikte Katolik râhip ve papazları da katıldılar. 1204-1261 arasında Haçlı Ordusu İstanbul’u harâbe hâline getirmiştir. 1261’de Paleologoslar emrindeki Bizanslılar, Lâtinleri kovdular. Bizans İmparatorluğunun başkentini İznik’ten yeniden İstanbul’a taşıdılar. Haçlı seferleri bitince Bizans ile Osmanlılar karşı karşıya kaldılar.

Osmanlı Devletinin ikinci sultanı Orhan Gâzi Üsküdar’a geldi. Bizans İmparatoru ile görüştü. Bizans İmparatorunun İstanbul’a dâvetini kabul etmedi. 1390 ilkbaharında Yıldırım Bâyezîd İstanbul’u kuşattı ise de, vergi karşılığı kuşatmayı kaldırdı. Yıldırım Bâyezîd Anadolu Hisarını yaptırarak, 1397’de İstanbul’u tekrar ablukaya aldı. İstanbul’u feth için kararlıydı. Tîmûr ile 1402’de yaptığı Ankara Savaşı, bu fethi, yarım asır geriye attı. Yıldırım Bâyezîd’in oğlu Mûsâ Çelebi, 1411’de İstanbul’u muhâsara etti, fakat alamadı. Yıldırım’ın torunu Sultan İkinci Murâd, 1422 senesinde (15 Haziran 24 Ağustos arasında) İstanbul’u kuşattı. İstanbul’un düşmesi an meselesiydi. Bizans, Roma kilisesi ve İran’ın işbirliğiyle Anadolu’da büyük bir isyân çıkarıldı. Bunun üzerine İkinci Murâd Osmanlı ordusunu kuşatmadan alıp, Anadolu’ya gönderdi. Son defâ kuşatıp, şehri fetheden Fâtih Sultan Mehmed Hanın ilk icraatı Anadolu Hisarı karşısına Rumeli Hisarı (Boğazkesen Hisarı)nı inşâ ederek, İstanbul Boğazını kontrolu altına almak oldu. Boğaz’dan Türklerin izni olmadan geçmek imkânsız hâle getirildi. Anadolu Hisarını tâmir ettirdi. Matematik, balistik ilminde bir dehâ olan Sultan İkinci Mehmed Han, plânlarını kendisinin çizdiği büyük toplar döktürdü. Bizans ve Venedik donanması Haliç’te olup, Türk donanmasına nazaran çok güçlüydü. Fâtih, Osmanlı donanmasını geceleyin karadan yürüterek Haliç’e indirdi.

Nihâyet bu güzel şehir, 29 Mayıs 1453 Salı sabahı, Osmanlı ordusunun yaptığı son bir hücumla fethedildi. Böylece, hazret-i Peygamberin asırlardır, İslâm ordularını arkası gelmez dalgalar hâlinde İstanbul’a sevkeden müjdesi gerçekleşmiş, Roma İmparatorluğu da târihe gömülmüş oluyordu.

İstanbul fethini gören bir Hıristiyan târihçi, Fâtih Sultan Mehmed Han için: “Sonunda o kahraman Türk, 74 imparator tarafından savunulan muhteşem İstanbul’u aldı. Fâtih, şan ve şeref bakımından, İskender’i ve Roma’yı geçmiş oldu.” demekten kendini alamadı. Trabzonlu Georgis ise: “İkinci Mehmed şüphesiz Kiros’tan, İskender’den ve Sezar’dan büyüktür...” Bizans târihçisi Prens Dukas ise; “Böyle bir hârikayı kim gördü ve kim işitti. İkinci Mehmed, karayı denize tahvil etti ve gemileri dalgalar yerine dağların tepelerinden geçirdi.” demektedirler.

İstanbul’un fethi, Türk târihinin en mühim hâdisesi ve Türklerin târihte kazandığı zaferlerin en muhteşemidir. Bütün İslâm dünyâsını da büyük bir sevince boğan bu fetih dolayısıyla günlerce süren şenlikler yapılmış, câmilerde şehidlerin rûhlarına hatimler okunmuştur. Târih boyunca 26 defâ kuşatılmış olan İstanbul’un fethinin Fâtih Sultan Mehmed Hana nasip olması, şüphesiz bir “Kader-i İlâhî” idi. (Bkz. İstanbul’un Fethi)

1453’ten sonra yaklaşık beş asır, hemen her sokağı yeni baştan îmâr edilen İstanbul, târihinin en parlak günlerini yaşadı. Ufuklarını dantel gibi ören minâreler ve kubbelerle, dünyânın hiçbir şehrine nasip olmayan bir güzelliğe büründü. Türk milletinin elinde, gönüllerdeki İslâm îmânı ve aşkı her karış toprağına nakşedilerek Türk-İslâm medeniyet ve kültürünün merkezi oldu. Yirminci asır başlarında, İttihat ve Terakkî ileri gelenlerinin mâcerâcı politikası netîcesinde, Osmanlı Devleti emri vâki ile Birinci Dünyâ Savaşına katıldı. Îtilaf devletleri 5 savaş gemisi ile İstanbul’a gelerek, İstanbul 13 Kasım 1918’den 2 Ekim 1923’e kadar işgâl kuvvetleri elinde acı günler yaşadı. İstiklâl Harbinden sonra İstanbul’u işgâl için gelen gemiler, şerefli Türk Bayrağını selâmlayarak gittiler.

İstanbul ilk olarak yedi tepe üzerinde kurulmuştur. İstanbul ambleminde de yer alan bu tepe şunlardır: 1) Topkapı Sarayı: Ayasofya ve Sultanahmed Câmiinin bulunduğu tepe. 2) Çemberlitaş ve Nuruosmaniye câmilerinin bulunduğu tepe. 3) Bâyezîd Câmii, Süleymâniye Câmii ve Üniversitenin merkez binâsının bulunduğu tepe. 4) Fâtih Câmiinin bulunduğu tepe. 5) Çarşamba’da Sultan Selim Câmiinin bulunduğu tepe. 6) Edirnekapı’da Mihrimah Câmiinin bulunduğu tepe. 7) Altınmermer (Samatya) Tepesidir.

İstanbul için pekçok şâir asırlar boyunca nefis şiirler yazmış, bu muhteşem beldenin güzelliklerini, üstünlüklerini dile getirmeye çalışmıştır. Bunlar arasında Divan şâirlerinden Nedim’in:

Bu şehr-i Stanbul ki bî-misl-ü bahâdır
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
Câmilerinin her biri bir kûh-i tecellî
Ebrû-yi melek, andaki mihrâb-ı duâdır
Mescidlerinin her biri, bir lücce-i envâr
Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır

beyitleri meşhur olmuştur. Son devir şâirlerinden Yahyâ Kemâl Beyatlı da.

Hüznün, ferahlığın, bizim olsun yazın kışın,
Hiçbir zaman kader bizi senden ayırmasın.

mısrâlarıyla bütün Türk milletinin ortak duâsını dile getirmiştir.

İzmir

Tarihi


İzmir’in târihi, yapılan kazılardan anlaşıldığına göre M.Ö. 3000 senesine dayanır. M.Ö. 1100 senelerinde Hitit İmparatorluğunun hâkimiyeti altındaydı. İç savaşlarla Hitit İmparatorluğu yıkılınca bu bölgeye İyonyalılar yerleşti. M.Ö. 7. asırda Lidyalılar ve M.Ö. 549-334 arasında Perslerin işgâlinde kalmıştır. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Persleri yenerek bu bölgeyi, Anadolu ve İran’ı işgal etti. Asya içlerine doğru ilerledi. İskender’in ölümü üzerine İzmir ve çevresi Bergama Krallığının hâkimiyeti altına girdi. M.Ö. 130 yılında Bergama Krallığı ile birlikte Roma İmparatorluğuna ilhak edildi. M.S. 395’te Roma İmparatorluğu ikiye bölününce Anadolu gibi İzmir ve çevresi de Doğu Roma (Bizans) nın payına düştü.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra Batı Anadolu’ya doğru ilerleyen Selçuklu Türkleri, Ege kıyılarına vardılar. 1076’da Anadolu Fâtihi ve Türk Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Birinci Süleymân Şah tarafından İzmir fethedildi. 1086’da Türk komutanı Çaka Bey İzmir’i hâkimiyeti altına aldı. Çaka Bey donanma kurarak Bizans’ı tehdit etti. Çaka Beyin öldürülmesinden sonra 1097’de Bizans generali Prens İoannis Dukas, yirmi bir senedir Türk beldesi olan İzmir’i geri aldı ve 10.000 kişiyi katletti. On üçüncü asırda Cenevizliler, Bizanslılardan geniş imtiyazlar alarak İzmir’e yerleştiler. 233 sene sonra Aydınoğlu Umur Bey 1320 senesinde İzmir’i fethetti. 28 Ekim 1344’teRodos Saint-Jean şövalyeleri, bütün Avrupa devletlerinin yardımıyla desteklenen Haçlı ordusu tarafından İzmir’in iki kalesinden “Aşağı Kale”yi ele geçirdiler ve Aydınoğulları donanmasını yaktılar. Haçlılar bu kalede elli dokuz sene kaldılar. Bu kaleye “Gavur İzmir” yukardaki kaleye “Müslüman İzmir” dendi.

Sultan Yıldırım Bâyezît devrinde Müslüman İzmir, bütün Aydın Beyliği ile birlikte Osmanlı Devletine katıldı. Timur Han 1403’te “Gavur İzmir” ismi ile anılan “Aşağı Kale”yi aldı. Aydınoğullarına verdi. 1405’te Aydınoğulları Osmanlılara tâbi oldu. 1413’te Çelebi Sultan Mehmed Han İzmir’e geldi. 1425’te Aydınoğullarını Osmanlı Devleti’ne ilhak etti. Osmanlı idâresinde İzmir, Cezâir-i Bahr-i Sefid (Akdeniz Adaları) yâni Kaptan Paşa Eyâletine, bâzan merkezi Kütahya’da bulunan Anadolu Beylerbeyliğine (Eyâletine) bağlı bir sancak olmuştur.

Tanzimâttan sonra merkezi İzmir olmak üzere Aydın vilâyeti kuruldu. İzmir, Aydın Manisa ve pekçok küçük şehir (Birinci Dünyâ Harbi öncesi) bu vilâyete dâhildi. İzmir Limanı Anadolu’nun en önemli ihrâcât limanı olmuştur. On dokuz ve yirminci asırda İzmir Limanına gelen gemilerin senelik tonajı üç milyon tonu aşıyordu. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, İzmir’i demiryolu ile Aydın’a bağlamış, sonra bu hat Eğirdir’e kadar götürülmüştür. Daha sonra da İzmir demiryolu ile Manisa ve Turgutlu’ya bağlanmıştır. Eski Yunanlılarla hiçbir ilgisi olmayan Rumlara kurdurulan Yunanistan, Birinci Dünyâ Harbinden sonra Avrupa devletlerinin teşviki ile 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etti. Anadolu’nun Türk ve Müslüman halkı İstiklâl Savaşını başlattı ve 30 Ağustos 1922’de Başkomutanlık Zaferi ile yenilen Yunan ordusu kaçmaya başladı. Kahraman Türk ordusu 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi. Böylece 3 yıl 3 ay 25 gün devâm eden Yunan işgâli sona erdi.Yunanlılar kaçarken İzmir’i baştan başa yakarak gittiler. Cumhûriyet devrinde İzmir her bakımdan gelişti.

Kars

Tarihi


Kars’ın bilinen ilk sâkinleri Hurrilerdir. Daha sonra Hititlerin hâkimiyetine girmişlerdir. Hurriler bölgeye “yüksek ülke” veya “yukarı eller” demişlerdir. Bölge, daha sonra Urartuların işgâline uğradı. M.Ö. 8. asırda Kimmerler buradan geçtiler. Asurlar ve Babiller buraya hâkim olamadılar. İskitler M.Ö. 7. asırda bu bölgeye hâkim oldular. M.Ö. 6. asırda Perslerin istilâsına uğradı. Dârâ, Kafkasya Seferini buradan geçerek yaptı. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralıİskender, Persleri yenerek burasını ele geçirdi. Partlar ve bunlara bağlı Ermeni derebeylikleri zaman zaman bölgeye hâkim oldular. M.Ö. 1. asırda Pontos Krallığını yıkan Romalılar bu bölgeye yaklaştı.

M.S. 2. asırda Romalıların eline geçti. Daha sonra Partlar ve onların yerine geçen Sâsânîler ile Romalılar arasında el değiştirdi. M.S. 395’te Roma ikiye bölününce bu bölge, bütün Anadolu gibi Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. Bu bölge, Bizans ile Sâsânîler arasında sık sık el değiştirdi ve buradaki derebeyleri bâzan İran bâzan da Bizans’a tâbi oldular.

M.S. 7. asırda İslâm orduları bu bölgeyi fethedince Ermeni derebeyleri, Abbâsî halifelerine tâbi oldular. Bölge ahâlisi, kütleler hâlinde İslâmiyetle şereflenerek, İslâmiyet, Kars ve civarında hızla yayıldı. Türk Sâcoğulları ve onların yerine geçen Şeddâdiler bu bölgeye hâkim oldular ve Ermenilerle mücâdele ettiler. Onuncu asrın ortasında Kars’a 50 km mesâfede Ani şehrini başşehir yapan Ermeni derebeyleri 1044’te Bizanslılar tarafından bölgeden kovuldular. Yirmi senelik Bizans hâkimiyetinden sonra büyük Türk Hakanı Selçuklu Sultanı Alparslan 1064’te Ani’yi fethederek Bizanslıları buradan attı. Kars, Anadolu’nun Türkler tarafından fethedilen ilk parçası oldu. Bu fetih 1071 Malazgirt Zaferinden yedi sene önce olmuştur.

Türkiye Selçukluları Devletini kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şahın babası Kutalmış Bey, 1049 ve 1053 Anadolu akınlarına giderken Kars’tan geçti. 1058 akınında Selçuklu şehzâdelerinden Yakuti Kars’ın dış mahallelerini fethetti. Sultan Alparslan, 1068’de Ardahan’ı fethetti. Alp Arslan’ın oğlu SultanMelikşah, Kars’ı geri almak isteyen Bizanslıları 1080’de yenerek bu bölgeyi Erzurum’u merkez yapan Saltukoğullarına verdi. 1124’te Gürcüler, Ani ve Kars’ı ele geçirince, Saltukoğulları 1153’te Kars’ı geri aldı.

1226’da Celâleddin Harezmşah, Ani’yi kuşatmış fakat alamamıştır. Tiflis’i fethetmiştir. 1239’da Moğollar Kars ve Ani’yi alarak, Gürcüleri buradan uzaklaştırmışlardır. Sırasıyla İlhanlılar, Celâyirliler, Tîmûrlular, Karakoyunlular ve Akkoyunlular bölgeye hâkim oldular. Tîmûr Han, 1394, 1400 ve 1403’te Kars’tan geçti. Safevîler, Akkoyunlu İmparatorluğunu yıkınca, mîrasına konarak Kars’a hâkim oldular. Bu sırada Osmanlı Devletinin sınırları da Kars’a dayanmıştı. Yavuz Sultan Selim Han, Çaldıran Seferinden dönerken Kars Kalesi yakınında konakladı. Kars ve çevresi, 1534’te Kânûnî Sultan Süleyman Hanın ilk yıllarında Safevîlerden Osmanlılara geçti.

Osmanlı Devleti ile Safevî Devleti arasındaki stratejik çarpışmalar, Kars bölgesinde cereyan etti. 1548’de Sultan Süleyman Han, Kars Kalesini tahkim ettirdi. Safevîler, zaman zaman Kars’a saldırdılar. Sultan ÜçüncüMurâd Han, 1579’da birkaç hafta içinde Kars şehrini yeni baştan inşâ ettirip, kale, sur, câmi ve her türlü tesisleri yeniden yaptırdı, böylece 16. asırda Türk ordusunun istihkâm sınıfı burada parlak bir imtihan verdi. Kars, Osmanlıların askerî bir üssü ve serhat şehri oldu. 1604’te Safevîler, âni bir hücumla Kars’ı işgal ettilerse de tekrar çıkarıldılar. 1616’da Kars Kalesi yeniden geniş ölçüde tahkim edildi. Sultan Dördüncü Murâd Han, Revan Seferinde buradan geçti ve Kars’ı yeniden îmâr etti. On yedinci asırda Kars ve Çıldır, iki ayrı beylerbeyliğin merkezleri oldular. 29 Mayıs 1664’te başlayan ve bir hafta devam eden zelzele büyük zarar verdi. 1734’te Nâdir Şah Avşar, Kars’ı iki defa, 1744’te üçüncü defa kuşattı ise de alamadı. 1807’de Ruslar, Kars’a kadar yaklaştı fakat Osmanlı ordusu, Rusları yenerek, Tiflis’e geri çekilmek mecburiyetinde bıraktı. 1821-1823 arasında İranlılar, Kars topraklarına akınlar yaparak Osmanlıları yıprattılar. Sonra da Ruslar, saldırarak 15 Temmuz 1828’de Kars’ı işgal ettiler. 8 ay sonra Edirne Muâhedesi ile Kars’ı terk ettilerse de Kars’ın üçte ikisini ve târihi bütün eserlerini, câmi ve türbeleri imhâ ettiler. 1853-1856 Kırım Harbinde bu bölgede büyük savaşlar oldu. Rusların 29 Eylül 1855 taarruzu Kars halkının (genç, yaşlı, erkek, kadın ve hatta çocukların) desteği ile Müşir Mehmed Vâsıf Paşa emrindeki Türk ordusu tarafından geri püskürtüldü. Bu zaferin hatırası olarak altın, gümüş ve bronz“Kars 1272” madalyaları bastırıldı ve Kars şehrine “Gâzi” ünvanı verildi. Halk üç sene vergi ve askerlikten muaf tutuldu. Ruslar, 1856’da Paris Antlaşması ile bu bölgede 5 ay kaldıktan sonra geri çekildiler. Kars çevresinin ikinci Rus işgali böylece sona erdi.

Doksanüç Harbi denen 1877-1878 Türk-Rus Harbinde Kars çevresinde dünyâ çapında önem taşıyan muhârebeler olmuştur. Bu târihte Kars 20 bin nüfuslu ve 25 câmili bir kale şehriydi. Müşir Gâzi Ahmed Muhtâr Paşa, sayıca üstün Rus kuvvetlerini üç meydan muhârebesinde yendi. Bunun üzerine komutanını Rus Çarı azletti. Müşir Gâzi Muhtâr Paşa dördüncü bir savaşa girmedi. Osmanlı ordusu kazansa bile ordunun zâyiâtı ile bütün doğu bölgesi Rusları durduracak bir güçten mahrum kalacaktı. Böyle stratejik sebeplerle orduyu Erzurum’a geri çekti. Bu sebeple Kars, 18 Kasım 1877’de üçüncü defa işgal edilmiş oldu. Ruslar, üç gün üç gece Kars’ı yağma ettiler. Bütün câmi, türbe ve târihî eserleri imhâ ettiler ve Müslüman Türk halkını korkunç bir katliam ile öldürdüler. Kars’ı, Tiflis’te bulunan Kafkasya Umûmî Vâliliğine bağladılar. 1878-1881 arasında üç yıl içinde 82.000 Türk, Kars’ı terk edip, Erzurum çevresine yerleşti. Bunun 11.000’i Kars’ın içindendi. Ruslar, Kars’a Ermeni, Rum, Süryânî, Eston ve hattâ Ukraynalı yerleştirdiler. 1897’de Kars’ta yüzde 51 Türk kaldı; 1914’te Türklerin miktarı yüzde kırka indi. Birinci Dünyâ Harbinde Ruslar, Kars Türklerini Osmanlı ordusuna yardım ediyor diyerek katlettiler. Bu katliamdan sadece 22.000 Türk kurtularak Bakü’deki Müslüman Cemiyetinin himâyesinde yaşadılar. Azerbaycanlı Türkler soydaşlarına sâhip çıktılar.

1918 başında Osmanlı ve müttefiklerine yenilen Rusya, silâhlarını bırakıp, Brest-litovsk Muâhedesi (Antlaşması) ile Kars, Artvin ve Batum’uOsmanlı Devletine terk etmiştir. Az sonra İngiltere ve müttefikleri gâlip gelince, İngilizler bu antlaşmayı kabul etmeyip, Ruslar ve İngilizler Kars’a Ermeni doldurup, Kars’taki bütün Türkleri katlettirdiler. Bu katliamdan sâdece üç Türk kurtuldu. Posof ve Ardahan’ı Gürcüler işgâl ettiler.

Türk İstiklâl Harbinde 15’inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, 30 Ekim 1920’de Kars’ı kurtardı. Kars Kalesine şanlı Türk Bayrağını 34. Alay subaylarından Yüzbaşı Abdurrahman Bey “Besmele-i şerif” ile yeniden çekti. Rusya 16 Mart 1921 Moskova Muâhedesi ile Batum hâriç olmak üzere, Kars ve Arvin’in Türkiye’ye iâdesini kabul etti. Bu muâhede, 13 Ekim 1921 Kars Muâhedesi ile Ermenistan ve Gürcistan tarafından da kabul edildi. Hıristiyan azınlıklar Kars’ı boşalttılar. Şehrin eski sakinleri yurtlarına yerleştiler. İkinci Dünyâ Harbinden sonra Rus devlet başkanı Stalin, Kars ve Ardahan’ı istedi ise de, bu arzusunda ısrar edemedi.

Ermeni terör teşkilâtlarının Türkiye aleyhtarı faaliyetlerinin hedefi Türklerin Anadolu’da ilk fethettikleri bu toprakları Rusya’nın işgaline yeniden sokmaktır. Kars, buram buram Türklük kokan, gâzi, kahraman bir serhat şehridir. Şanlı bir târih ve o derece sıkıntılı günler yaşamıştır. Ruslar üç işgal ile Kars’ı tamâmen imhâ ederek, harâbe hâline getirmişlerdir. Kars yeniden gelişmekte olan bir ilimizidir.www.karakalemresim.net Türkiye ve dünyanın heryerine karakalem portre ve resimler yollamaktadır.Özel günleriniz için doğungünü olsun,14 şubat sevgililer günü ,anneler günü v.s için sevdiklerinizin gerçek karakalem portresini yaptırabilirsiniz.

Kastamonu

Tarihi


Kastamonu çok eski bir yerleşim merkezidir. Târih öncesi çağlara âit kalıntılar bulunmuştur. M.Ö. 1780-1200 senelerinde Sümerlerin bir kolu olan Kaşkalar (Gaslar) bu bölgeye hâkim olmuşlardır. Anadolu’da ilk siyâsî birliği teşkil eden Hitit İmparatorluğunun sınırları içinde bulunmuştur. Hititlerden sonra Kimmerler bu bölgeye hâkim olmuşlardır. Bilâhare Frikler ve Lidyalılar bölgeyi ele geçirmişlerdir. M.Ö. 6. asırda Perslerin M.Ö. 4. asırda ise Makedonya Kralı İskender tarafından istilâya uğramıştır. Makedonya istilâsı ile bâzı İyon siteleriKastamonu sâhiline yerleşmişler ve bilâhare Pers asıllı Pontus Krallığı bu bölgeyi ele geçirmiştir. M.Ö. 1. asırda Romalılar Pontus Krallığını ortadan kaldırıp kendisine ilhak edince bu bölge Roma İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu bölününce Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans)nın payına düşmüştür. Bizanslılar bu bölgeye “Paflagonya” ismi vermişlerdir. Bizans imparatorluk hanedânı(âilesi)ndan Kommenoslar bu bölgedendir.

Türkler, 1071 Malazgirt Zaferinden sonra bütün Anadolu’yu olduğu gibi Kastamonu’yu da fethetmişlerdir. Fakat Haçlı Seferleri esnâsında Bizanslılar Haçlı ordusunun yardımıyla sâhildeki kentleri işgal edince Kastamonu yeniden Bizans’ın eline geçti. 1204 senesinde Türk kumandanlarından Hüsameddin Çoban Bey, Kastamonu’yu Bizanslılardan geri aldı. Selçuklu sipâhileri Kastamonu kalesi önlerine gelmişti, kaleyi almak şöyle dursun surlara tırmanmak bile meseleydi. Birçok şehit verdikten sonra dönmek (ricat) askerin moralini bozacaktı. Günlerden Cumâ idi. Kaleye yeniden hücum için hazırlık yapılıyordu. Yunus Mürebbi isimli bıyıkları henüz çıkmış bir genç, Çobanoğlu Hüsameddin Beyin huzûruna çıkıp; “Beyim, Koçu Beyim, Ata Beyim. Bağışlayın beni, cenk zamanı bayraktar ben olmak isterim. Ne olur bunu esirgemeyin benden!” diyerek arzusunu bildirmiş komutan; “Hayır!” deyince, nalbant çırağı olan henüz çocuk yaştaki Yunus Mürebbi; “Ata Beyim, gece rüyamda sevgili ve şerefli Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) görmekle şereflendim. Yarın bana kavuşacaksın. Fakat elinde bayrakla bana gel!” buyurdu deyince, gözleri yaşaran Çobanoğlu Hüsameddin Bey, sancağı bu yiğit gence öperek teslim etti.

Hücum başladı. Kaleden kazan kazan kaynar yağlar dökülürken, alevli paçavralar arasında Deli Sungur, Derviş Musa ve Kara Duran Beylerin oklarının himâyesinde ilerleyen Yunus Mürebbi, belindeki urganı surlara fırlattı ve sanki kuş olup surların sağ burcuna tırmandı, bayrağı buraya dikti. Elindeki kılıç ile hantal kale kapısının yağlı halatlarını kesti ve kapı açıldı. Açılan bu kapıdan Türk askerleri girerek kale fethedildi. Çobanoğlu Hüsameddin Bey, sağ burca geldiğinde bu genç yiğitin vücûdunda pekçok ok olmasına rağmen sancağı dimdik tuttuğunu gördü. Yunus Mürebbi şehitlik makâmına ve insanlığın kurtarıcısı, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili ve şerefli Peygamber efendimize kavuşmuştu. Bu kalede bulunan “Bayrak Sultan” türbesi bu genç şehide âittir.

Hüsameddin Çoban Bey, Çobanoğulları Beyliğini kurmuştur. Bu beylik, Selçukluların bir uç beyliği olarak 1309 senesine kadar hâkimiyetini sürdürmüştür. Çobanoğullarından sonra Şemseddin Yaman Çandar, bu bölgeyi ve çevresini ele geçirerek Candaroğlu Beyliğini kurdu (1309). 1460 senesine kadar Candaroğulları bölgeye hâkim oldu. Bu beylik “İsfendiyaroğulları” ismiyle de bilinir. Candaroğulları, Osmanlı Hânedânı ile yakın akrabalık kurdu. Candaroğlu İsfendiyar Beyin kızı Hanife Hûma Hâtun Osmanlı Sultanı İkinci Murâd’ın zevcesi ve Fâtih Sultan Mehmed Hanın annesidir. Candarlı beylerinin bir kaçının annesi, Osmanlı sultanlarının kızlarıdır. Candarlı İsmail Bey, Fâtih Sultan Mehmed Hanın halasının oğluydu. 1460 senesinde beyliğini savaşsız Osmanlı Devletine bırakıp, kendisi Filibe Sancakbeyliğini (Vâliliğini) kabul etmiştir. Vezir Şemsi Paşa ile Malta Seferini idâre eden Vezir Mustafa Paşa bu hânedâna mensuptur. Fâtih’in küçük oğlu Şehzâde Cem, 1468’de altı sene Kastamonu Vâlisi olarak görev yapmıştır.

Candaroğulları veOsmanlı devrinde Kastamonu çok önemli bir şehirdi. Osmanlı Devletinin sonlarında eski önemini kaybetti. Candaroğulları ile Osmanlılar bu şehirde çok sayıda eser bıraktılar. Osmanlı devrinde Kastamonu, merkezi Kütahya olan Anadolu Beylerbeyliğinin (eyâletinin) 14 sancağından biriydi. Tanzimâttan sonra vilâyet (eyâlet) merkezi oldu. Cumhûriyet devrinde ise eyâletin merkez sancağına (vilâyetine) Kastamonu vilâyeti dendi. Bugün birer il olan Bolu, Çankırı ve Sinop, Kastamonu’ya bağlıydı. On dokuzuncu asırda Kastamonu mâmur olup, dokumacılık, dericilik, bakırcılık ve boyacılık sanâyiinde çok ileriydi. Halkın ezici çoğunluğu Türk olup yabancı çok azdı. Yolların bozukluğu, ticâret yollarına uzaklığı ve toprağın az ve verimsiz oluşu ile eski mâmurluğunu kaybetti.

Birinci Dünyâ Harbi sonrası dâhil hiçbir istilâya mâruz kalmayan bir şehir olan Kastamonu, İstiklâl Harbinde büyük hizmetler yapmıştır. İstanbul’dan silâh ve cephâne, İnebolu ve Kastamonu üzerinden Ankara’ya ulaştırılmıştır. Cumhûriyetin îlânından sonra Atatürk, 23 Ağustos 1925’te “Şapka Devrimi”ni bu ilde îlân etmiştir. Cumhûriyet devrinde Kastamonu’dan büyük şehirlere ve bilhassa İstanbul’a çok sayıda kişi göç etmiştir.

Kayseri

Tarihi


Kayseri çok eski bir yerleşim merkezidir. Anadolu’da ilk siyasî birliği kuran Hititler bu bölgeye hâkim olmuşlardır. Kayseri yakınlarında bulunan “Kültepe” ve “Karahöyük”te M.Ö. 15. asra âit Asur ve Hitit kitâbe ve sanat eserleri bulunmuştur.

Babillilerin zaman zaman bu bölgeye nüfuzları uzamıştır. Frikya ve Lidyalılar ise bu bölgeye hâkim olamamışlardır. Asurlulardan sonra M.Ö. 6. asırda Persler bölgeyi istilâ etmişlerdir. M.Ö. 380 tarihlerinde Kayseri civârında Kapadokya Krallığı kurulmuştur. M.Ö. 4. asır sonlarında İskender’e, ölümünden sonra Selevkos (Asya) İmparatorluğuna tâbi olmuştur. M.Ö. 1. asırda Romaİmparatorluğu Birliğine katılmıştır. M.S. 17’de birlik dağılınca Roma İmparatorluğunun vilâyeti hâline geldi. Kapadokya Krallığı 15 kral ile 400 sene devam etmiştir.

Kapadokya Krallığı zamanında Kayseri’nin güney batısında “Evsobia” veya “Mazaca” denilen şehir bulunuyordu. Romalılar zamanında Kayseri’yi diğer “Caesered”lardan ayırmak için “Caesered Mazaca” denmiştir. M.Ö. 77’de Ermeni Derebeyi Tigran Kayseri’yi âni bir baskınla yağma etti. M.S. 260 yılında Sâsânî Şahı Şahpur, Kayseri’yi yağma edip 12.000 Yahûdîyi öldürmüştür. O târihlerde Kayseri dünyânın sayılı büyük şehirlerinden olup nüfûsu 400.000’i aşıyordu.

M.S. 395’te Romaİmparatorluğu ikiye bölününce bu bölge (Kapadokya) Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi Doğu Roma(Bizans)nın payına düşmüştür. Hıristiyanlık yayılırken Kayseri bu dinin en büyük merkezlerinden biriydi.

M.S. 6. asırda İmparator Justinianus, Kayseri’yi surlarla çevirdi ve bâzı îmâr faaliyetlerinde bulundu. Emevîler zamanında 690, 726, 729 ve 732’de İslâm orduları Halife Abdülmelik, Mesleme, Said ibni Hişam ve Süleyman ibni Hişam Kayseri’yi dört defa fethettiler. Fakat yeniden Bizans’ın eline geçti. Türkler Kayseri’yi Malazgirt Zaferinden birkaç yıl önce ele geçirmişler, fakat tam olarak 1071 zaferinden sonra hâkimiyet kurmuşlardır. Birinci Süleyman Şah, Kayseri’yi Selçuklu sınırları içine almış ve burası Konya’dan sonra Selçuklu Devletinin ikinci büyük şehri haline gelmiştir. 1071’den bu yana Kayseri devamlı Türk olarak kalmış muhtelif Türk devlet veya beyliklerinin hâkimiyetinde kalmıştır. Hiçbir işgal ve istilâya mâruz kalmamıştır.

Selçuklular devrinde Kayseri, Konya’dan sonra ikinci başkent oldu. Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubât zamanında Kayseri’nin durumu Bizans devrini gerilerde bıraktı. En parlak devrini yaşadı. Selçuklu Türkiye’sinin Konya’dan sonra en önemli şehri Kayseri’ydi. Dünyânın en güzel beldelerinden biri hâline geldi. Şehir birbirinden güzel eserlerle süslendi. Bugün Kayseri’deki eski eserlerin çoğu ve en değerlileri Selçuklu devrinden kalmış olanlardır. Selçuklulardan sonra İlhanlılar bu bölgeye hâkim oldular. 1277’de Mısır-Suriye Türk Memlûk Sultanı Baybars Kayseri’ye geldi, fakat İlhanlılar’dan Kayseri’yi geri alamadı.

On dördüncü asırda Emir Eretna İlhanlıların Anadolu genel vâlisi olarak Kayseri’ye geldi. İlhanlı İmparatorluğu yıkılınca Eratnaoğulları Beyliği kuruldu ve bu beyliğin Sivas’tan sonra ikinci başkentiydi.

Eretnaoğulları’nın yerine geçen Kadı Burhaneddin’in hâkimiyeti uzun sürmedi. Şehir 1398’de Sultan Yıldırım Bâyezît tarafından fethedilip, Osmanlı Devletine katıldı. Fakat dört sene sonra 1402’de Timur ile yapılan Ankara Savaşından sonra Kayseri’yi Karamanoğulları ele geçirdi. Bir müddet sonra Kayseri’yi Maraş’ta bulunan Dulkadiroğulları Türk Beyliğine bıraktı. Karamanoğulları, Kayseri’yi Dulkadiroğulları Türk Beyliğinden geri alınca, Sultan İkinci Murad Hân 1436’da Kayseri’yi yeniden alarak Dulkadiroğulları Beyliğine verdi. (İkinci Murâd’ın anası Dulkadiroğulları Beyi’nin kızı idi.) Bir müddet sonra Karamanoğulları Beyliği Kayseri’yi yeniden ele geçirdi. Memlûklar bir ara Kayseri’yi kuşattılar fakat alamadılar. 1508’de Şah İsmail Kayseri’ye geldi fakat kısa bir müddet sonra geri çekildi.

Karamanoğulları Beyliği Osmanlı Devletine katıldığı için Kayseri, Dulkadiroğulları Beyliğinin idâresindeydi.

Yavuz Sultan Selim Han 1515’te Kayseri’yi OsmanlıDevletine katınca Karaman (Konya) eyâletinin (beylerbeyliğinin) yedi sancağından (vilâyetinden) birinin merkezi oldu. 1825’te Kayseri’nin şehir nüfûsu 100.000 idi. Tanzimattan sonra Ankara eyaletinin (vilayetinin) beş sancağından biri oldu, üç kazası vardı. Cumhuriyet devrinde bütün sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilayet-il” denilince Kayseri vilâyet oldu. “Kaysarîye” ismi (Kayseri)ye çevrildi.

Kırklareli

Tarihi


Kırklareli’nin çok eski zamanlara dayanan bir târihi vardır. Kırklareli-Aslıbey arasında üç sun’î tepe olduğu gibi Aşağıpınara-Eriklice Köyleri arasında höyükler ve mezarlar bulunmuştur. Hititler, Boğaz ve Marmara Denizinin doğu sâhillerine kadar uzanıp Trakya denilen bu bölgeye geçmemişlerdir. Bu bölge târih sahnesine Traklarla girmiştir. Traklar, Trakya’ya adını veren fakat bugün yok olan bir kavimdir. Traklar M.Ö. 1200-513 arasında bu bölgede yaşamışlardır. Traklar Önasya ve Tuna dolaylarından gelen Türk kavimleridir. Traklar gibiÇanakkale civârında yaşayan Truvalılar da Türk asıllıdır. ABD Harvard Üniversitesi profesörü Calvert Watkins, Truvalıların konuştukları Luvian dilinin Hitit dili ile aynı kökten olduğu, Hititler gibi Truvalıların da Türk kavimleri olduğunu Truva Kralı Priam ile oğlu Paris isimlerinin de aynı kökten geldiğini târihî vesikalarla isbat etmiştir. Fransız ilim adamlarından Montaigne de Denemeler isimli eserindeTruvalıların Türk kavmi olduğunu söyler. M.Ö. 1200’lerde Firikler bu bölgelerden Anadolu’ya geçtiler.

M.Ö. 700 yıllarında Türkistan Stepleri ve Hazar Denizi civarında göçebe olarak yaşayan İskitler Romanya ve Bulgaristan üzerinden Trakya’ya indiler, Traklarla kaynaştılar.Uzun müddet birlikte yaşadılar. İskitler o tarihte atı en iyi şekilde kullanan milletti. Pers hükümdarı Dariyus (Dara) 170.000 kişilik bir ordu ile 600 parçalık bir donanma hazırladı. İskitleri yenip, Anadolu’yu, Kafkas ve Karadeniz mâdenlerini, kalay ve ambar (hububât) yolunu, Trakya ve Balkanları ele geçirip İtalya’ya uzanmak istiyordu. Kendisine İyonyalılar da yardım ettiler. Dariyus Vize’ye kadar geldi. Vize’de konaklayıp Kaynaren üzerinden Bulgaristan’a girdi, fakat Tuna boyları ile Karadeniz kıyılarını alamadı. İskitler sık ormanlar içinde gerilla savaşı yapıp gözükmüyorlardı. Dariyus’un bu büyük seferi neticesiz kaldı. Merkezi Vize’de olan “Trakya Straplığı” kurdu ise de 25-30 sene devam etti. Atina Devleti M.Ö. 440’ta Persleri yenince burası Atina Devletinin eline geçti.

Makedonya Krallığı M.Ö. 336’da Yoğuntaş (Polos) civârında Atina Devletini yenerek bu bölgeyi ele geçirdi. Makedonya Kralı Filip’in oğlu İskender, Pers Devletini yıktı. Hindistan’a kadar uzanarak, Anadolu gibi bu bölge de Makedonya Krallığının hâkimiyetine geçti.

Makedonya Kralı İskender’in ölümü Roma Devletinin yayılmasına sebeb oldu. Roma İmparatorluğu M.Ö. 168’de Trakya’ya girdi. Vize ve Pınarhisar’a kadar sokuldular. Trakların güçlü savunması karşısında Vize’de Roma İmparatorluğuna bağlı “Doğu Trakya Krallığı”nın kurulmasına M.Ö. 72’de râzı oldular. Bu krallık fazla yaşamadı. M.S. 46 senesinde Romaİmparatoru Klaudus, Doğu TrakyaKrallığına son verdi. Vize, Lüleburgaz, Babaeski ve Karıştıran bölgeleri Roma’ya ilhak edildi. Roma İmparatorluğu M.S. 395’te parçalanınca bu bölge Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü.

Osmanlı Devleti Kırklareli’yi, Sultan Birinci Murad Hüdavendigâr zamanında 1362’de fethetti. Bizanslılar geri alınca Sultan Birinci Murad Han 1363’te Edirne ve Kırklareli’yi tekrar fethetti. 1402 Ankara Savaşı ile Osmanlı Devleti sarsıntı geçirdi. Burası Fetret Devrinde Süleyman Çelebi’nin ve 1411’de kardeşi Musa Çelebi’nin eline geçti. 1413’te Çelebi Sultan Mehmed bütün Rumeli’yi alıp, bölünen Osmanlı Devletini yeniden birleştirdi. Çelebi Sultan Mehmet Han ile Sultan İkinci Murad Han zamanında, Mustafa Çelebi burasını ele geçirmiş fakat tutunamamıştır.

1878 senesine kadar çok sakin bir yer olan Kırklareli, İstanbul ve Edirne gibi iki büyük şehir arasında kaldığı için fazla gelişememiştir. Kırklareli merkezi Sofya’da bulunan geniş Rumeli Beylerbeyliğinin (eyâletinin) 26 sancağından (vilâyetinden) birinin merkezi olmuştur. Vize de sancaktı. Tanzimâttan sonra Kırklareli, Edirne vilâyetinin (eyâletinin) altı sancağından birine merkez oldu. Yedi kazası vardı. 1876-1878’de birkaç ay Rus işgalinde kaldı. Ayastefanos Muâhedesine göre Kırklareli Osmanlı Devletine bağlı fakat iç idâresinde muhtar Bulgaristan Prensliğine veriliyordu. Berlin Muâhedesinde Ayastefanos Muâhedesi iptâl edildi. Kırklareli yine Osmanlı Devletine bırakıldı.

Balkan Harbinde 28 Eylül 1912’den 8 Temmuz 1913’e kadar 9 ay 10 gün Bulgar işgalinde kalmıştır. Balkan Harbinin mühim muhârebeleri bu bölgede, Pınarhisar ve Lüleburgaz civârında olmuştur. Türk ordusu Çatalca’ya kadar çekilmek zorunda kalmıştır. Birinci Dünyâ Harbinden sonra Yunanlılar, Kırklareli ve çevresini işgal ettiler. Şehir iki sene Yunan işgal ve istilası altında kaldıktan sonra 10 Kasım 1922’de Türkler tarafından geri alınmıştır. Bulgar ve Yunanlılar Kırklareli ve çevresini baştan aşağı yakıp, yıkmış ve yağma etmiştir. Halkın büyük kısmı göç etmiştir. 1924 Lozan Muahedesi (Antlaşması) ile Kırklareli’nde bulunan Yunan ve Bulgar azınlık iâde edilmiştir.

Kocaeli

Tarihi


Kocaeli’nin tarihi Frikyalılara dayanır. M.Ö. sekizinci asırda Magaralılar İzmit Körfezinin ucuna yerleşmişlerdir. “Astakos” ismini verdikleri bir kent kurmuşlardır. Balkanlardan gelen Traklar muhtelif tarihlerde bu bölgeye gelmişlerdir. M.Ö. üçüncü asırda Trakya Kralı Lysimacos “Astakos” kentini tahrip etmiştir. Bu bölgenin tarihi Frikyalılardan da eski olup, M.Ö. üç bin sene “Sit” ve “As” ismi verilen kavimler “Astrk” ismi verilen liderleri altında bu bölgede yerleşip İzmit şehrini kurmuşlardır.

Traklardan sonra bu bölge Perslerin istilasına uğramış ve M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender bu bölgeyi Perslerden alıp Makedonya’ya ilhak etmiştir.

Makedonya Kralı İskender’in ölümünden sonra bu bölge Bitinya Krallığının eline geçmiştir. Bitinya Kralı Birinci Nikomed M.Ö. 262 senesinde şimdiki İzmit şehrini kurmuştur. Şehre kendi ismini vererek “Nikomedya” demiştir. Krallığın başkenti yapmıştır.

Kartaca hükümdar ve komutanı Anibal Roma Devletine karşı yenilince M.Ö. 148’de Bitinya’ya sığınarak burada ölmüş ve Gebze’ye gömülmüştür. Zaman zaman Bergama Krallığı bu bölgeye saldırmıştır.

M.Ö. 2. asırda Bitinya Krallığı Roma’ya tabi olmuş, M.Ö 74’te Roma bu krallığı ilhak etmiştir. M.S. 258’de Gotlar ve M.S. 284’te İranlılar bu bölgeyi ve İzmit şehrini yakıp yıkmışlardır.

Roma İmparatoru Diocletianus, İzmit’i imar etmiş ve Roma İmparatorluğunun başkenti yapmayı tasarlamış ise de ömrü kafi gelmemiştir. Roma İmparatoru Konstantin, Roma İmparatorluğunun başkentini İstanbul’a nakletmiş ve kendisi İzmit’te ölmüştür. Roma İmparatoru Justinianus da İzmit’i imar etmiştir. Roma İmparatorluğu M.S. 395 senesinde ikiye bölününce bu bölge, Anadolu gibi Doğu Roma olan “Bizans”ın payına düşmüştür.

M.S. 7. asırda İslam orduları İstanbul’u feth için geldiklerinde yolları üzerinde bulunan bu bölgeyi fethetmişler fakat ellerinde devamlı tutamamışlardır. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu Fâtihi Kutalmışoğlu Süleymân Şahın Türk orduları bu bölgeye de geldiler. Anadolu Selçuklu Devleti kurulunca İznik başkent oldu. İzmit ve civarını fethettiler.

1097’de Haçlı seferinde Haçlı ordusu İznik’i ele geçirince Anadolu Selçuklu Devletinin başkenti Konya’ya nakledildi.

1204’te Lâtinler İstanbul’u işgal edince Bizanslılar başkentlerini İznik’e naklettiler. Latinler İzmit ve civârını da elegeçirdiler. Bizanslılar 1207’de İzmit’i Lâtinlerden geri aldılar.

Kocaeli ancak Osmanlı Devletinin fethi ile kesin şekilde Türk hakimiyetine girmiştir. Orhan Gâzi 1331’de İzmit’i kuşatmış fakat Bizans İmparatoru büyük bir kuvvetle gelince Orhan Gâzi muhasarayı kaldırmıştır.

1337’de Orhan Gâzi zamanında Akça Koca emrindeki Türk ordusu İzmit ve çevresini fethetmiştir. Orhan Gâzi İzmit’i il olarak büyükoğlu Rumeli Fâtihi Veliaht-Şehzâde Gâzi Süleymân Paşaya vermiştir. Akçakoca Karadeniz’e kadar bütün bölgeyi fethetmiştir. Böylece ilk defa Karadeniz sahiline inilmiştir.

28 Temmuz 1402’de Ankara Meydan Savaşında Yıldırım Bâyezîd’in ordularını yenen Timur’un ordusu İzmit’e kadar gelmiş ve İzmit’i ele geçirmişlerdir. Timur’un geri çekilişinden sonra “Fetret Devri”nde Osmanlı şehzâdeleri arasında saltanat kavgasından faydalanan Bizans, İzmit’i geri almıştır.

1419’da Gâzi Timurtaşoğlu Umur Bey, Pereke, Gebze, Pendik, Kartal gibi İzmit’i yendien fethederek Bizans’tan geri almıştır.

1481 senesinde Fâtih Sultan Mehmed Han büyük bir ordu ile İtalya üzerine sefere çıkarken, İzmit’in Gebze ilçesinde şehid olmuştur.

Târihte isim yapmış Fâtih Sultan Mehmed Han, Anibal ve Konstantin İzmit’te vefât etmişlerdir.

Osmanlı devrinde İzmit bir sancak (il) merkezi olmuştur. Bu sancak önce Hüdâvendigar eyaletine sonra Kaptan Paşa eyaletine ve İstanbul’a, Tanzimattan sonra bağımsız bir sancak olarak Dahiliye nezaretine bağlanmıştır. Adapazarı, Kandıra, Karamürsel, Yalova Gebze kazaları 1888’de kurulan Kocaeli bağımsız sancağına bağlanmıştır.

Osmanlı devrinde İzmit, Üsküdar’dan doğuya giden büyük ticaret yolu üzerinde önemli konaklardan biri olmuştur. Şehirde birçok ticaret hanları ve kervansaraylar yapılmıştır. Osmanlı Devletinin ilk tersânesi İzmit’te kurulmuştur. Bu tersânede savaş ve ticâret gemileri yapılırdı. Tersanede on dokuzuncu asrın ikinci yarısına kadar faaliyet gösterilmiştir.

On dokuzuncu asır başlarına kadar tuz işletmeleri bölgenin başlıca gelir kaynağı idi. Askerî kumaş ve fes fabrikası da İzmit’te bulunuyordu. İzmit kereste ticâretinin büyük merkezlerinden ve pazarlarından biriydi.

Evliya Çelebi eserinde, 1640 yılında şehirde 1100 dükkan ve 200 kereste deposu bulunduğunu ve mühim ticaret merkezi olduğunu kaydeder.

Birinci Dünya Harbinden sonra 6 Temmuz 1920 ile 27 Haziran 1921 arasında 11 ay 22 gün (244 gün) İngiliz ve Yunan işgalinden sonra yeniden geri alınmıştır.

1924’te İzmit, Kocaeli’nin il merkezi oldu. 1954’te Adapazarı il haline getirilince, Karasu, Akyazı, Hendek, Koceli’nden ayrılarak Sakarya’ya bağlandı.

Cumhuriyet devrinde Gölcük Türk donanmasının en mühim üssü hâline getirildi ve modern tersâneler, târihî İzmit tersânesinin yerini aldı. Kocaeli Türkiye’nin en önemli sanâyi merkezlerinden biri hâline gelmiştir. İzmit, Türkiye’nin İstanbul’dan sonra en gelişmiş bir sanâyi merkezidir.

Konya

Tarihi


Konya çok eski bir yerleşim merkezidir. M.Ö. 6000-5000 yıllarında burada yerleşme merkezi kurulduğu araştırmalarla anlaşılmıştır. Konya târih sahnesine ise M.Ö. 1400-1200 arasında Hitit İmparatorluğunun bir bölgesi olarak girmiştir. Hititler iç savaş ve bölücü faaliyetlerle yıkılınca Konya sırası ile Frikyalılar, sonra Lidyalıların, Kimmerlerin hâkimiyeti altına girmiştir. M.Ö. 6. asırda Anadolu’nun büyük kısmı gibi bu bölge de Persler tarafından istilâ edilmiştir. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralıİskender Anadolu’yu alıp, İran’a geçti. Pers İmparatorluğunu yıktı. İskender’in ölümü üzerine, kurduğu İmparatorluk generalleri arasında paylaşılmıştı. Konya bölgesi, bu paylaşmada Asya “Selevkoslar” Devletinin payına düştü. Selevkoslar burada uzun müddet hâkimiyet kuramamış “Kapadokya Krallığı” sonra da Bergama Krallığı, M.Ö. 233-133 yılları arasında bölgeye hâkim olmuştur.

Bergama Krallığı Roma İmparatorluğunun hâkimiyetine girince, Romalılar M.Ö. 133’te buraya hâkim olmuşlardır. Romaİmparatorluğu M.S. 395’te bölününce Anadolu ve bunun içinde yer alan Konya, Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü.

Hazret-i Ömer zamanında İslâm orduları Konya’yı fethettiler. Asr-ı seadetten sonra İslâm Devletinde iç savaş ve ihtilaflar artınca fethedilen bâzı yerleri Bizanslılar yeniden geri aldılar. Bizanslılar, Konya’ya Avrupa’dan din adamları getirerek ve büyük dînî toplantılar yaparak Konya’yı dîni bir merkez hâline getirdiler.

Selçuklu Türkleri Konya’yı 1069 senesinde fethettiler. Fakat geri çekilmek zorunda kaldılar. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Selçuklu Sultanı Alparslan, Kutalmışoğlu Süleyman Şahı Anadolu’yu fethetmeye memur etti. Anadolu Fâtihi Kutalmışoğlu Süleyman Şah ve Mansur Şah kısa zamanda Anadolu’yu fethederek Türk beldesi hâline getirmiştir. Süleyman Şah, 1077’de Konya önlerinde ordusu ile göründü. Konya, Takkeli Dağı eteklerindeki düzlükte kurulmuş açık bir şehirdi ve savunması yoktu. Bir savaş olunca, asker Gevale kalesine çekilir, düşmanı orada beklerdi. Gevale Konya’nın kilidi idi. Gevale Kalesi Takkeli Dağının sivri tepesinde bir kartal yuvası gibi sarp bir kale idi. Süleyman Şah birkaç esir alarak kale hakkında bilgi aldı. Kalenin üç aylık erzakının olduğunu öğrendi. Kale Komutanı Romanus Makri’ye elçi ile şu haberi gönderdi: “Biz şehirler fethederek buraya kadar geldik. Burada da durmayarak daha ötelere gideceğiz, boşuna kan dökmek istemiyoruz. Yiyecek ve içeceğiniz size ancak üç ay yetebilir. Bizse üç ay değil altı ay bekleriz. Siz ise aç ve susuz kırılıp gidersiniz. Kozumuzu mertçe paylaşalım. Eğer komutanınız kendine güveniyorsa kalede titreyip duracağına ortaya çıksın, beraberce dövüşelim. Ben yenilirsem ordum çekilip gidecektir. Ben yenersem kaleyi teslim edin. Kimsenin kılına bile dokunmayacağız.” Bizanslı kale komutanı kaledekilerin baskısı ve gururuna söz gelmemesi için teklifi kabul etti. Ertesi gün çelik zırhlara bürünmüş ve at üstünde kale dışına çıktı. Her iki komutan döğüştüler. Süleyman Şah, Bizanslı kale komutanını yendi. Gevale Kalesi Süleyman Şahın kılıcı ile açıldı. Süleyman Şah, Konya’yı karargah yaptı. İznik’e kadar fetihler devam etti. 1080’de İznik fethedildi. Anadolu Selçuklu Devleti kuruluncaİznik başkent oldu. Birinci Haçlı Seferinde Haçlı Ordusu ve Bizans İznik’i geri alınca Sultan Birinci Kılıçarslan daha güvenli bir başkent olarak Konya’yı seçti. 1097-1308 arasında 211 sene Anadolu Selçuklu Devletinin başkenti Konya oldu.

İkinci Haçlı sürüsü Konya yakınlarından geçti. Meram Bağlarında konakladı. Anadolu’yu Selçuklu akınları ile terk etti. Üçüncü Haçlı seferinde bulunan Almanya İmparatoru Friedrich Barbarossa, 1190 yılının 18 Mayısında Konya’ya geldi. Schwah Dukasının birlikleri şehre girdi. İkinci Kılıçarslan Haçlı Ordusuna taarruz etti. 5 gün sonra Konya’dan çekilen Haçlılar kısa zamanda Türkiye’yi terk ettiler. Selçuklular devrinde bilhassa Alâeddin Keykubat, İkinci Kılıçarslan zamanında Konya, ihtişamının en yüksek noktasına ulaştı. Selçuklular zamanında Konya gibi bütün Anadolu şehirleri ihtişamlı bir devre yaşadılar. Selçuklular zamanında “Altın Çağı”nı yaşayan Konya, Türk âleminin en önemli kültür merkezi olmuştur. İslâm Dünyâsının ilim ve sanat adamları burada toplanmış, büyük imârlar yapılarak mâmure belde hâline gelmiştir.

On üçüncü asrın ikinci yarısı başlarken Anadolu Selçuklu Devletinin parlak çağı sona erdi. Anadolu’ya giren Moğolların nüfuzu Konya’ya kadar uzandı. AnadoluSelçuklu Devleti yarım asır İlhanlılara tâbi oldular. Selçukluların son devresinde Oğuzların Avşar (Afşar) Türkmen Beyleri olanKaramanoğulları bu bölgeye yerleştiler. Ermenek kasabasını başkent yaparak beylik kurdular. Daha sonra (Karaman) adı verilen “Lârende”ye yerleştiler. Bilahare Selçuklulara tâbi olarak Konya’ya hâkim oldular. Karamanoğlu Birinci Mehmed, Selçuklular adına şu emri verdi: “Bugünden sonra divânda, dergâhta, karargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşulmayacaktır.” Böylece münevverler arasında ve resmî yazışmalarda konuşulan Farsçaya son verildi.

1397 senesinde Yıldırım Bâyezid Konya’yı Osmanlı topraklarına kattı. 1402 Ankara Savaşı ile Yıldırım Bâyezid, Tîmûr ordusu karşısında yenilince, Tîmûr Konya’yı yeniden Karamanoğullarına bıraktı. 1433’te Sultan İkinci Murâd Han tekrar Konya’yı almışsa da Konya yeniden Karamanoğullarının idâresine geçmiştir. Karamanoğulları Selçuklu Devletinin mîrasına konmak için Osmanlılarla birçok defâ savaştı. Osmanlı Sultanları ile akrabalık bağı kurmasına rağmen Osmanlı düşmanları ile işbirliği yaptı. Fâtih Sultan Mehmed Han 1471’de Karamanoğulları Beyliğine son verdi. 1465-1467 senelerinde Konya Osmanlıların eline geçmişti.

Anadolu Beyliklerinden Osmanlılardan sonra en mühimi olan Karamanoğulları zengin mîmârî ve kültür eserleri bırakmışlardır. Karamanoğulları saltanatına kesin şekilde son verilince Konya bölgesi “Karaman Tahtı” adıyla en mühim Osmanlı Şehzâdelerinin idâresine verildi. Karaman beylerbeyliğinde, yâni eyâletinde önce Fâtih’in büyük oğluŞehzâdeMustafa, sonra Şehzâde Cem, İkinci Bâyezid’in büyük oğlu Veliaht ŞehzâdeŞehinşah ve bunun oğlu Şehzâde Mehmed Şah hüküm sürdü. Şehzâde Şehinşah’ın vâliliği 28 yıl sürdü. Yavuz Sultan Selim Han tahta çıkınca 1512’de Hemdem Paşayı Karaman Beylerbeyliğine getirdi. “Karaman Tahtı”na şehzâdelerin oturtulması geleneğine son verdi. 1512’den sonra Konya’ya hânedandan olmayan vâliler tâyin olundu.

On dokuzuncu asra kadar Konya, Karaman eyâleti olarak idâre edildi. Tanzimâttan sonra Konya eyâlet oldu.

Fâtih Sultan Mehmed Han, Konya için “Sultanlar Beldesi” demiş ve büyük önem vermiştir. Yavuz Sultan Selim Han Mevlânâ hazretlerinin türbesini yeni baştan tâmir ettirdi. Kânûnî Sultan Süleyman Han “Irâkeyn” Seferinde Konya’ya uğradı. Mevlânâ hazretlerinin sandukası üzerindeki örtüyü öptü, türbe ve câminin güzelleştirilmesini emretti. Sultan İkinci Selim Han Konya’da büyük îmârlar yaptırdı. Sultan Dördüncü Murâd Han1636 İran Seferinde Konya’ya uğradı ve Konya’nın îmârını emretti. 1896’da Konya’ya demiryolu getiren Sultan İkinci Abdülhamîd Han 1889’da lise (idâdî) ve ayrıca 1908’de Hukuk Fakültesi açtı. Birinci Dünyâ Harbinden sonra bir ara İtalyanların işgaline uğrayan (Sevr Antlaşması gereği) Konya, bunun dışında hiç bir düşman işgaline maruz kalmamış bir ildir. Meşrutiyetten sonra nüfus ve ekonomisi gerileyen Konya Cumhuriyet devrinde yeniden gelişmeye başlamıştır.

1867’de büyük bir yangın ve 1873’te korkunç kıtlık Konya’yı altüst etmiştir. 1922 senesine kadar eyalet merkezi olan Konya 1923’te il (vilayet) olmuştur.

Kırıkkale

Tarihi


Kırıkkale, Cumhûriyetin ilk yıllarında kurulmuş ve kısa zamanda gelişmiştir. Cumhûriyetten sonra askerî gâye ile Kırıkköy ile Kale arasında silâh fabrikaları kurulmuştur. Zamanla burası gelişerek Kale ve köy birleşmiş ve Kırıkkale ismini almıştır. 1929’da Bucak, 1944’te ilçe merkezi hâline geldi. Askerî silâh fabrikası ilçenin gelişmesinde büyük rol oynadı. 15 Haziran 1989’da il merkezi hâline geldi.

Hakkında Bilgi


Binlerce yıldır çeşitli uygarlıklara sahne olan Kırşehir ili, yalnız çeşitli tarihi eserleri, yeraltı şehirleri ile değil zengin termal kaynakları, Seyfe Gölü (Kuş Cenneti) gibi doğal güzellikleri ile de dikkat çekmektedir.

İLÇELER:

Kırşehir ilinin ilçeleri ; Akçakent, Akpınar, Boztepe, Çiçekdağı, Kaman ve Mucur'dur.

Malatya

Tarihi


Malatya’nın târihi Hititlere dayanır. Merkez ilçenin 4 km yakınında Aslantepe Höyüğü’nde M.Ö. 8. asra âit Hitit Sarayı çıkmıştır. Hititlerden sonra bu bölgeye Hitit asıllı Kargamış Krallığı, Mitanniler, Hurriler, Sami Babilleri, Asurlular, Medler ve M.Ö. 6. asırda Persler hâkim oldular.

Makedonya Kralı İskender’in M.Ö. 4. asırda Pers İmparatorluğuna son vermesi ve İran’ı istilâsı üzerine bu bölge de Makedonya Krallığının kontroluna geçti. İskender’in ölümü ile İmparatorluk parçalandı ve bölge, Asya (Selevkoslar) devletinin payına düştü. Daha sonra Kammagene Krallığı, Pontus krallığı, Patlar ve Sasanilerin işgaline uğradı. Daha sonra Romalılar hâkim oldu.

Roma İmparatoru Canstance surları yaptırdı. M.S. 395’te Roma İmparatorluğu ikiye bölününce Malatya, Doğu Roma (Bizans)’nın payına düştü. Bizanslılar Malatya’yı eyalet merkezi yaptılar ve 532’de İmparator Justinianus surları tâmir ettirdi. Sâsânî Şehinşahı Birinci Hüsrev şehri yakıp yıkınca, şehir yeniden inşa edildi. Habib İbn-i Mesleme komutasındaki İslâm orduları Malatya’yı fethetti ve Malatya 655-712 ve 735-757 arasında 79 sene İslâm Devletinin sınır şehri oldu. İslâm Devletindeki iç savaşlar ve bölücü faaliyetleri fırsat bilen Bizanslılar, Malatya’yı işgal ettiler. 1071 Malazgirt Savaşından sonra 1085’te Selçuklular, Malatya’yı fethettiler. Selçuklulara bağlı Danişmendoğullarının 1135-1175 seneleri arasında 40 sene başkenti oldu. 1175’te Malatya Türkiye Selçukluları Devletine (Konya’ya) bağlandı.

Selçuklulardan sonra Malatya, İlhanlılara ve daha sonra Mısır-Suriye Türk- Memlûk İmparatorluğuna geçti. 1398’de Yıldırım Bâyezid Han, Malatya’yı Memlûklardan almışsa da, birkaç sene sonra geri verdi. Dulkadiroğulları bir ara Malatya’ya hâkim oldular. 1401’de Timur, Malatya’ya geldi. 1516 senesinde Yavuz Sultan Selim Han, Memlûk Devletine son verince, Malatya, kesin olarak Osmanlı Devletine katıldı.

Osmanlı devrinde Malatya, merkezi Maraş olan Dulkadir Beylerbeyliğinin (eyâletinin) beş sancağından (vilâyetinden) biri oldu.

On sekizinci asır ortalarında iç ayaklanmalar sebebiyle Kahramanmaraş’tan ayrılarak Diyarbakır eyâletine bağlandı. Tanzimata kadar sönük bir devre geçirdi. Tanzimattan sonra Mâmûretü’l-aziz eyâletinin (vilâyetinin) üç sancağından (vilâyetinden) birinin merkezi oldu. 5 kazâsı vardı. Birinci Dünyâ Harbi başında, İç Anadolu’nun merkez şehirlerinin büyüklerinden biri hâline geldi ve Cumhûriyet devrinde il oldu.

1931’de demiryolunun Malatya’ya varması ve 1937’de şehrin demiryolu ile Sivas’a bağlanması kalkınmasını temin etti.TTürkiyenin her yerine karakalem portre siaprişi yolladığımız gibi malatyada aynı gün kargo ile 48 saatte teslim kara kalem portrenizi çizip yolluyoruz.www.karakalemresim.net

Manisa

Tarihi


Manisa’nın bilinen târihi, Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hititlerle başlar (M.Ö. 1450-1200). Hititlerin hâkimiyeti alındaki topraklarda yaşayan İyonlar, bu bölgede İyon medeniyetini kurdular. Hititlerin iç savaş ve bölücü faaliyetlerle yıkılmasından sonra, Frikyalılar, kısa bir müddet bu bölgeye hâkim oldular. M.Ö. 670 senesinde bu bölge Lidyalıların eline geçti. Lidyalılar Kızılırmak’ın batısında kalan bütün Anadolu’ya hâkim oldular. Lidyalıların başşehri Sardis (Sard), o devrin en önemli ticâret yolu sayılan “Kral Yolu”nun Efes’ten sonra ikinci büyük ve gelişmiş şehri idi. Lidya Kralı Kroisos (Krezüs) zenginliği ile isim yapmıştır.

M.Ö. 547’de, Pers Kralı Kiros Lidya Devletini ortadan kaldırınca Persler bu bölgeyi de ele geçirdiler. Sard şehrini genel vâlilik (straplık) yaptılar. M.Ö. 333’te Makedonya Kralı İskender, Persleri yenerek Anadolu ve İran’ı ele geçirdi. Pers Devleti sona erdi. İskender’in ölümünden sonra, kurduğu imparatorluk komutanları arasında taksim edildi. Bu bölge Anadolu’nun diğer kısımları gibi Seleukoslar Devletinin payına düştü.

M.Ö. 190 senesinde Romalılar Seleukos Devletine son verdiler. Manisa ve civarını müttefikleri olan Bergama Krallığına verdiler. Bergama Krallığını M.Ö. 130’da Roma Devletine ilhak ettiler. Böylece bu bölge, Roma’nın hâkimiyetine geçti. M.S. 395’te Roma ikiye bölününce bütün Anadolu gibi Manisa ve civârı, Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. Bu devirde de, Sard birinci derecede büyük bir şehir olup, Manisa, ikinci derecede bir şehirdi.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu Fâtihi Süleymân Şah, 1076’da Türkiye Selçukluları Devletini kurdu ve Manisa’yı İzmir Fâtihi Çaka Bey fethetti. Birinci Haçlı Seferinde Bizanslılar Manisa’yı geri aldılar. 1313’te Manisa’yı ikinci defâ Saruhan Bey fethetti. Selçuklu uç beylerinden olan Saruhan Bey, Manisa’yı başşehir yaparak Saruhan Beyliğini kurdu.

1390 senesinde Osmanlı Sultanı Yıldırım Bâyezîd Manisa’yı Osmanlı topraklarına kattı. Tîmûr ile yapılan Ankara Savaşından sonra kısa bir müddet Saruhan Beyliği yeniden kuruldu ise de; 1410 senesinde Sultan Çelebi Mehmed Han, Manisa ve çevresini kesin şekilde Osmanlı Devleti sınırları içine kattı. Osmanlı devrinde Manisa çok önemli bir şehirdi.

“Taht-ı Saruhan Sancağı” (Vilâyeti) 1451’e kadar merkezi Ankara ve 1451’den sonra da merkezi Kütahya olan Anadolu beylerbeyliğine bağlı 14 sancaktan biriydi. Manisa Sancağında 160 sene 16 veliaht ve şehzâde vâlilik yaptı ve bunlardan beşi pâdişah oldu. Yıldırım Bâyezid’in oğlu Ertuğrul Çelebi (1390-1392) şehirde Osmanlıların ilk vâlisi olmuştur. Fâtih Sultan Mehmed, babası Sultan İkinci Murâd, Kânûnî Sultan Süleyman, Üçüncü Murâd ve Üçüncü Mehmed de Manisa sancakbeyliğinde bulunmuştur. Bu şehzâdeler Manisa’yı îmâr etiler ve pekçok eser yaptılar.

On yedinci asır başına kadar sâkin olan Manisa, dış güçlerin teşvik ve tahriki ile 1600’lü yıllarda eşkıyaların yatağı oldu ve sık sık ayaklanmalar ve eşkıya hareketleri meydana geldi. Manisa bu celâli eşkıyaları sebebiyle tam iki asır gelişemedi hattâ bâzı sahalarda gerilemek zorunda kaldı. Bölgede Kalenderoğlu, Yusuf Paşa ve Cennetoğlu gibi derebeyler yaşamıştır. On sekizinci asrın sonunda eşkiyalar tamâmen temizlenince, Manisa halkı rahat etti. Demiryolu ile İzmir’e bağlanınca on dokuzuncu asır başında Anadolu’nun büyük merkezlerinden gelişmiş ve kalabalık bir şehri hâline geldi.

Tanzimattan sonra Manisa “Saruhan” adı ile merkezi İzmir olan (Aydın) vilâyetinin 5 sancağından biri olmuştur. 1833’te Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşanın oğlu Kavalalı İbrahim Paşa, kısa bir müddet Manisa’yı işgâl etmiştir.

Birinci Dünyâ Harbinden sonra Avrupalı ülkelerin teşviki ile Anadolu’ya çıkan Yunan birlikleri, Manisa’yı işgal etmişler ve Manisa, 3 yıl 3 ay 12 gün (26 Mayıs 1919-8 Eylül 1922) Yunan işgalinde kalmıştır. Türklerin çoğu Manisa’yı terk etmiştir. Yunan ordusu bozguna uğrayıp geri çekilirken, Manisa’da bulunan 12 bin binânın 8 binini yakıp yıkmıştır.

Cumhûriyetin îlânından sonra sancaklara (vilâyet) il ismi verilince Saruhan da il olmuş, 1927’de şehrin adı Manisa olarak değiştirilmiştir. Türkiye Cumhûriyetinin yedinci cumhurbaşkanı Kenan Evren 1918 senesinde Manisa’nın Alaşehir ilçesinde doğmuştur.Manisa ilinden web sitemiz üzerinden karakalem portre ve resim siparişi verebilirsiniz.www.karakalemresim.net

Kahramanmaraş

Tarihi


Anadolu’da çok eski devirlerde kurulmuş şehirlerden biri olan Maraş, çeşitli târihî hâdiselere sahne olmuştur. M.Ö. 2000 senesinde Batıdan gelen Hititler bu bölgeye hâkim olmuşlardır. Hititli general “Maraj” bugünkü Maraş’ın yakınında kurduğu şehre kendi ismini vermiştir. Maraş bir ara “Gurgun” isimli genç Hitit Devletine başkentlik de yapmıştır. Hititlerin en faal olduğu yerlerden biri olan bu bölgede Hititlere âit çok sayıda eser bulunmuştur.

Eski Babil İmparatorluğunun nüfûzu buraya kadar uzanmıştır.

Asurlular bu bölgeye hâkim olunca, şehre “Markasi” ismini verdiler. Asurluların yerine geçen Yeni Babil İmparatorluğu bu bölgeye hâkim olamadı. Babil İmparatorluğnu ortadan kaldıran Medler, bölgeye girdiler. M.Ö. 6. asırda Medlerin yerine geçen Persler, Anadolu’nun birçok yeri gibi bu şehri de hâkimiyetleri altına aldılar. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Persleri yenerek bütün İran ve Anadolu’ya hâkim oldu. İskender’in ölümü ile imparatorluk parçalandı. Bu bölge, Selevkos (Asya)İmparatorluğunun payına düştü. Bir müddet sonra Kapadokya Krallığının eline geçti.

M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu bütün Anadolu gibi bu bölgeye de hâkim oldu. Romalılar, İmparator Caligula’ya izâfeten Maraş şehrine “Germanikya” (Germanikea) ismini verdiler. M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu parçalanınca Anadolu ile birlikte Maraş da Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. Bizanslılar devrinde Maraş mühim bir merkezdi. Bizans İmparatoru Üçüncü Leon Maraşlıdır.

Hazret-i Ömer’in halîfeliği zamânında 637 senesinde Maraş Hâlid İbnu’l-Velîd emrindeki İslâm ordusu tarafından fethedilerek İslâm topraklarına katıldı. 746’da Bizanslılar Maraş’ı işgal ettilerse de, ertesi yıl Emeviler Maraş’ı geri aldılar. Abbâsîler devrinde Bizanslılar, 754’te Maraş’ı kısa bir müddet işgal ve tahrip ettiler. Yine 778’de Maraş Kalesini muhâsara ettiler. Halîfe Hârûn Reşîd,Maraş yakınlarında Haruniye Kalesini inşâ ettirdi. Bu bölgenin savunmasına büyük önem verdi. 877 senesinde İmparator Birinci Basileios şehri muhâsara etti, fakat alamadı. 916’da Bizanslıların eline geçerek feci şekilde yağma edildi. Kısa bir müddet sonra Maraş, Müslüman Hamdânî emirlerinin eline geçti. Bizanslılar, 949’da Maraş’ı Hamdânîlerden aldılar. 952’de yine Müslümanların eline geçti. 962’de Bizans İmparatoru Nikeforos Fokas, Maraş’ı işgal etti. 992’de Türk kumandanı Bengü Tigin,Bizanslılara büyük zarar verdiyse de Maraş’ı geri alamadı.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra, Anadolu Fâtihi ve Türkiye Selçukluları Devletinin kurucusu Birinci Süleymân Şah başkumandanlığındaki Selçuklu ordusu, Maraş’ı fethetti. Birinci Haçlı Seferinde Maraş ve civârı tekrar elden çıktı. 1097’de Gedefroy de Bovillon kumandasındaki Haçlı ordusu bölgeyi işgal ettikten sonra Maraş’ı piskoposluk merkezi yaptılar. 1100 Haziranında Antakya Prensi Bohemond Malatya’yı işgal için yürürken Maraş Ovasında Danişmendoğlu Gümüş Tigin’e yenildi ve esir düştü. Gümüş Tigin’in bu zaferinden sonra Maraş, Türklerin eline geçti.

Bizans İmparatoru Alexios Komnenos General Butimedes’i göndererek Maraş’ı yeniden işgal ettirdi. Haçlılar devrinde Maraş küçük bir Lâtin Senyörlüğü idi. Zengi HânedânındanTürk Atabeylerine vergi vererek varlığını devam ettiriyordu. 27 Kasım 1114’te Maraş’ta şiddetli bir zelzele oldu. 40.000 kişi öldü. 1136’da Danişmendoğulları bölgeye geldiler. Fakat Maraş’ı Haçlılardan alamadılar. 1138’de Türkiye Selçukluları Sultanı Birinci Mes’ud, Maraş önlerine gelerek Lâtin Senyörlüğünü vergiye bağladı. 1149’da İkinci Kılıç Arslan, Maraş’ı yeniden fethederek Türkiye Selçukluları sınırları içine kattı.

1151’de Halep Atabeylerinin eline geçen şehir, Kılıç Arslan tarafından geri alındı. 1156’da Ermeniler Maraş’ı basıp yağma ettiler. 1173’te Sultan İkinci Kılıç Arslan, Maraş’ı yeniden aldı. Bir müddet Zengîler ve Eyyûbîlerin kontrolünde kalan şehir 1248’de Selçuklu Sultanı Gıyaseddîn Keyhüsrev zamânında yeniden Selçuklulara geçti. Gıyaseddîn Keyhüsrev, Emir Hüsameddin Hasan’ı Maraş Vâlisi tâyin etti. Bu zatın oğlu ve iki torunu 50 sene Maraş’ı idâre ederek, şehri îmâr ettiler.

İlhanlıların Anadolu’yu istilasından faydalanan Ermeniler tarafından 1253’te işgal ve tahrip edilen Maraş, İlhanlılara (İran Moğollarına)tâbi olmak şartıyla Kilikya Hıristiyanlarının elinde kaldı. O târihte en güçlü İslâm devleti olan Mısır-Suriye Türk Memlûk imparatorluğu ordusu, Maraş’ı almak için geldi. 1292’de Maraş’ı geri aldılarsa da, az sonra Hıristiyanlar yeniden Maraş’ı işgal ettiler. 1297’de Maraş tekrar Memlûklerin eline geçti. Böylece Maraş’ta Hıristiyan hakimiyeti kesin olarak sona erdi. Moğol istilası sebebiyle Anadolu’ya göç eden Türk boyları, bilhassa Türkmen oymakları Maraş ve civarına iskân edildiler. Bunlardan en kuvvetli boy olan Dulkadiroğulları burada iki asır süren bir beylik kurdular. 10 bey hüküm sürdü (1337-1522). Önceleri Memlûk Türk İmparatorluğuna tabi oldular, 1381-1384 arasında Maraş, Memlûklerin elinde kaldı. Daha sonra Osmanlı Devletinin yüksek hâkimiyetini tanıdılar. Osmanlı Hânedânı ile akraba oldular. 1449’da şehzade Sultan Mehmed (Fâtih), Dulkadiroğullarından Sitti Hatunla evlendi. Sultan İkinci Murad Han’ın annesi de Dulkadiroğullarındandı. Yavuz Sultan Selim Hanın annesi Ayşe Hatun da, Dulkadiroğullarındandır.

Dulkadir Beyi Bozkurt Beyin kızı çok güzeldi. Şah İsmâil isteyince inancı bozuk olduğu için ona vermedi. Şah İsmâil Maraş’a geldi. Dulkadiroğullarının cesetlerini çıkarıp kemiklerini yaktı. Bozkurt Beyin 1 oğlu ve 3 torununu diri diri kızartıp askerlerine yedirtti. İran Şahı İsmâil Safevî’nin Maraş’a yaptığı bu kanlı seferi üzerine Yavuz Sultan SelimHan, ana tarafından dedesinin saltanat sürdüğü Maraş’ı (Dulkadir Beyliğini)Osmanlı Devletine bağladı ve Maraş, beylerbeylik (eyâlet) merkezi oldu. Şam, Halep, Gaziantep, Hatay, Urfa, Maraş’a bağlıydı.

Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa isyanında oğlu İbrâhim Paşanın 19 ay işgali altında kalan Maraş’ı 1840’ta İbrâhim Paşa boşalttı. Tanzimâttan sonra Maraş eyâlet merkezi durumunu kaybederek sancak merkezi oldu. Bir ara yine eyâlet merkezi olduysa da bir müddet sonra Halep vilayetinin üç sancağından biri oldu. Beş kazası vardı. On dokuzuncu asır sonlarında asırlardır devam eden dokumacılık ve dericilik sektörü çöktü. Birinci Dünyâ Harbi öncesinde Maraş’ın nüfûsu 75 binden 33 bine düştü ve bunun çok az miktarı Ermeni idi.

Birinci Dünyâ Harbinden sonra İngilizler Maraş’ı işgal ettiler ve Fransızlara verdiler. Fransızlar Maraş’taki Ermenileri ve Türkiye dışından, Avrupa’dan getirdikleri Ermenileri silâhlandırarak Türklere büyük zulüm yaptılar. Çocuk ve kadınlara kadar silâhlanan Maraşlılar, Fransız ve Ermenilere karşı kahramanca savaş vererek son derece üstün silâhlara sâhib olan düşmanı, Türk vatanından kovdular. 11 Şubat 1920’de Maraş düşman işgalinden kurtuldu.

İstiklâl Harbinde Kahramanmaraş’ın kahramanca mücâdelesi: Anadolu Fâtihi Süleymân Şahın 1071 Malazgirt Zaferinden kısa bir müddet sonra fethettiği Maraş’a Birinci Dünyâ Harbini müteakip Fransız Yüzbaşı Juli kumandasındaki Fransız işgal birlikleri ve beraberinde getirdikleri silâhlı Ermeni çeteleri girdiler. Ermeniler aşırı derecede taşkınlıklar yaptılar. Bu işgal hayâlî Ermeni devletinin kuruluş hamlesi idi. Söylenenlere göre; Ermeni ileri gelenlerinden Hırlakyan Agop’un konağında Guvernör Andre, bu Ermeninin torunu Helana’ya dans teklif edince, bu Ermeni kız; “Kalede Türk bayrağı dalgalandıkça teklifini kabul etmem.” der. Ertesi sabah Türk Bayrağı indirilince halk galeyana gelerek kaleye hücum eder. Fransız askerleri korkup kaçar. Halk Türk Bayrağını yerine asar. İşgalden iki gün sonra işgalci askerler, Uzunoluk semtinde hamamdan çıkan Türk kadınlarına sarkıntılık ederek; “Burası artık Türklerin değil. Fransız müstemlekesinde örtülü gezilmez!” diyerek kadınların örtülerini almaya çalıştılar. Olayı gören Sütçü İmâm; “Durun bre dinsizler, durun bre köpek soyları, bugün nâmus günüdür.” deyip düşmana ilk kurşunu (tabancası ile) sıkarak mücâdeleyi başlattı. Bir Fransız Ermenisi öldü, diğerleri kaçtılar. Doktor Mustafa Bey, Avukat Kısakürek Mehmed Ali Bey, Şehid Evliyâ Muallim Hayrulah Efendi, Türkoğlu Mustafa ve Yusuf Çavuş, Sütçü İmam’a katıldılar.

Cumâ namazını kılmaya gelenlere Ulu Câmi İmâmı Rıdvan Hoca; “Kalesinde bayrağı dalgalanmayan esir bir ülkede Cumâ namazı kılmak câiz değil. Sizin damarlarınızdaki asil Türk kanı o bayrağı yerine dikmeye hâizdir.” diyerek direnişi başlattı. Böylece 21 Ocak 1920 Çarşamba günü başlayan direniş, 11 Şubat 1920’ye kadar devam etti. 22 gün geceli gündüzlü can vererek, kan dökerek kazanılan 11 Şubat Zaferi, târihte rastlanan şehir savaşlarından apayrı bir özellik ve değer taşır. Kurtuluş Savaşında ilk destanı Kahramanmaraşlılar yazmıştır.

Târihte “Aslanlar Şehri” olarak bahsedilen Kahramanmaraş, dışardan hiçbir askerî yardım almadan düşman işgaline direnip kurtulduğu için 5 Nisan 1925’te TBMM, Kahramanmaraş’a “Kırmızı Şeritli İstiklâl Madalyası” vermiştir.

Kahramanmaraş destanı ile ilgili olarak Gustov le Bon; “Müslümanların bu harpte göstermiş oldukları şecaat ve cesaret, bir filozof için ibret alınacak bir derstir. Çünkü şimdiye kadar dünyâyı idâre etmiş olan din kuvvetinin, bugün dahi idare etmekte olduğunun bir delilidir.” demektedir.Kahramanmaraş iline kara kalem portre teslimi bir gündür.

Mardin

Tarihi


Mardin’in bilinen târihi 3000 sene öncelere dayanır. Mardin bölgesi, Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hitit İmparatorluğunun sınırları dışında kalmıştır. Hititler zamânında bu bölge, Hurri Mitanni Krallığının elindeydi. Uzun müddet Bâbil ve Asur hâkimiyeti altında kalan Mardin’i Medler ele geçirdi. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Anadolu ve İran’ı işgâl ederek imparatorluğuna ilhak etti. İskender’in ölümü üzerine imparatorluk parçalandı. Bu bölge Anadolu gibi Selevkos Devletinin payına düştü. Pers ve sonra Sâsânî hânedanları, bu bölgeyi ele geçirdiler.

M.S. 1. asırdan îtibâren Roma İmparatorluğu, Toros ve Fırat ötesi Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu için İran’la mücâdele etti. Her iki ülke arasında bu bölge el değiştirdi ve Roma tam bir hâkimiyet kuramadı. M.S. 395’te Roma İmparatorluğu bölününce Anadolu gibi bu bölge de, Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü.

640 târihinde hazret-i Ömer’in halîfeliği zamânında, İyaz ibni Ganm kumandasındaki İslâm ordusu, Mardin’i fethederek, İslâm devletine kattı. Sonraki asırlarda Hamdânîlerle Mervânîler, Bağdat’taki Abbâsî Halîfeliğine tâbi olmak şartıyla bu bölgeyi ellerinde tuttular. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Mardin toprakları Selçuklu Türklerinin eline geçti. 1098’de Türkmen boylarından Artuklular, bölgede Selçuklulara bağlı iki devlet kurdular. Hısn Keyfâ (Hasankeyf)da kurulan Artukoğulları Beyliği “Sökmenîler” diye tanınır. Bu beylik, 1098’den 1231’e kadar 133 yıl devâm etmiştir. Artukluların Hısn Keyfâ dalı, Eyyûbîler tarafından ortadan kaldırılmıştır. Eyyûbîler, 1232-1524 arasında 292 sene devletlerini muhâfaza etmişlerdir. Mardin’de kurulan ve “İlgâzîler” diye tanınan beylik, 1104’ten 1407’ye kadar 303 yıl devâm etmiştir.

Cezire-i ibni Ömer, Cizre’de 1160-1596 arasında 436 sene devâm eden küçük bir beylik kurmuştur. Zengilerin, yâni Musul Türk Atabeylerinin bir kolu, üç beyle Cizre’de 1170-1227 arasında 47 yıl hâkimiyet kurmuştur. Mardin bölgesine Büyük Selçuklulardan sonra Eyyûbîler, Türkiye Selçukluları, İlhanlılar, Mısır-Suriye-Türk-Memlûk İmparatorluğu, Timurlular, Karakoyunlular ve Akkoyunlular hâkim olmuştur. 1507’de İran’daki Safevîler, Mardin’i ele geçirdiler. Yavuz Sultan Selim Han, 1517 Çaldıran Zaferi ile Safevîleri Anadolu’dan attı. Bıyıklı Mehmed Paşa, Mardin’i fethederek, Osmanlı Devletine bağladı.

Yavuz ve Kânûnî’nin, Salâhaddin Eyyûbî’ye büyük saygıları olduğundan “Hısn Keyfâ”daki Eyyûbî Melikliğinin bir müddet devâmına müsâade etti. Osmanlı devrinde Mardin “Diyâr-ı Bekr” Beylerbeyliğinin (eyâletinin) 24 sancağından (vilâyetinden) biriydi. Tanzimattan sonra “Diyâr-ı Bekr” eyâletinin üç sancağından biri oldu. 5 kazâsı vardı. İstiklâl Harbinde Mardin halkı mücâdelesini silâhsız, fakat birlik içinde düşmanı korkutarak yapmıştı. İcap etseydi Mardin de düşmana karşı kahramanca savaşırdı. Mardin’de düşmana karşı mücâdele şu şekilde verildi:

Mardin önce İngilizler tarafından işgal edilmek istendi. Irak Siyâsî Komiseri Nüel, Mardin’e gelerek, şehrin ileri gelenlerinden Mardin’in teslimini istedi. Mardinliler işgâle karşı silâhlı mücâdele yapacaklarını söylediler. 1919 senesinde Londra’da imzâlanan îtilâfnâme îcâbı Fransızlar, Mardin’in teslimi için Fransız kumandanlarından Norman’ı gönderdiler. Fransız kumandanı Norman, iki Fransız subayı ve kaleye çekilmek üzere bir Fransız bayrağı ile istasyona indi. Mardinliler sırtlara ve tepelere bolca çadır kurarak bu çadırlarda asker olduğu şâyiasını yaydılar. Ellerindeki silâh ve atlarla çeteler kurdular. İstasyonda silâhlı, eli kazma, kürek, satırlarla dolu halk Norman’ı karşıladı. Norman, Mardin’in teslim olmasını istedi. Mardin’in Avrupa şehri gibi onarılıp mahallî hükümet kurulacağını söyledi. Mardin ileri gelenleri; “1071’den bu yana Türk ve 640’tan bu yana Müslüman olan Mardin Müslüman ve Türk kalacaktır, asırlardır Türk toprağı olan Mardin Suriye’ye de bağlanamaz, zor kullanırsanız savaşa hazırız.” dediler. Mardin şehir halkı, Norman’ın yanındaki subayın elindeki Fransız bayrağını alıp parçaladılar. Mardin ileri gelenleri, Norman ve iki Fransız subayına bir ziyafet verip bu yemekte kendilerine; “Mardinliler tek bir vücut gibi birlik içindedir. Tek bir Mardinli kalmayıncaya kadar ölmeye yemin ettik” dendi. Norman korktu ve trenle Mardin’den ayrıldı ve Diyrabakır’a da gitmekten korktu. Mardinlilerin bu kahramanca hareketi, hem Mardin’i hem de Diyarbakır’ı Fransız işgalinden kurtardı. Cumhûriyet devrinde Mardin, 1923’te il merkezi olmuştur.Mardin iline karakalem portre veresim siparişi kargo süresi bir gündür.

Muğla

Tarihi


Muğla ve çevresinin târihi çok eskilere dayanır. M.Ö. 3000 senelerinde Kargalıların bu bölgeye hâkim oldukları, M.Ö. 2500 senelerinde Luvilerin yerleştiği ifâde edilir. Fakat bu hususta târihî kesin deliller henüz ele geçmiş değildir. Eldeki bilgiler, bu bölgeye Hititlerin hâkim olduğunu ve Lugga ismini verdiklerini göstermektedir. Hitit İmparatorluğunun iç savaş ve iktidar kavgaları ile zayıflayıp yıkılması üzerine bölgeye Frikya Krallığı hâkim oldu. Frikya Devletinin yıkılışı ile bölge Lidya Krallığının eline geçti. Ege adalarında oturanlar bu bölgenin kıyılarında Dor Siteleri kurdular. Pers Kralı Kiros, M.Ö. 6. asırda Lidya Devletini yıkınca bu bölgeyi de işgal etti.

M.Ö. 6. asırda Makedonya Kralı İskender, Asya seferine çıktığında bu bölgeden geçti ve Pers Devletini ortadan kaldırarak Anadolu ve İran’ı Makedonya topraklarına kattı. Makedonya Kralı İskender’in ölümü üzerine imparatorluk parçalandı ve Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi bu bölge de Selevkos Hânedanının payına düştü. Bilahare Bergama Krallığı, Mısır Ptolemaiosları, Rodos Krallığı arasında el değiştirdi.

Karya ismi verilen bu bölge M.Ö. 130 senesinde Bergama Krallığı ile birlikte Roma İmparatorluğuna katıldı ve M.S. 395’te Roma İmparatorluğu bölününce bu bölge Anadolu gibi Doğu Roma’nın (Bizans) payına düştü. Bu devirde, Bodrum’dan başka Milas (Mylsaa) gelişti ve Muğla (Alinda) ikinci plânda bir şehir olarak kaldı.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu Fatihi ve Anadolu’da Türk Devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Süleyman Şahın komutanlarından Muğul Beye bağlı Türk kuvvetleri Muğla ve çevresini fethetti.

On birinci asrın sonunda Bizanslıların teşviki ile Türkleri Anadolu’dan söküp atmak için birbirini tâkip eden ve bugüne kadar sâdece strateji, taktik ve şekil değiştirerek devam eden Haçlı Seferleri başladı. Bizanslı Komnenoslar, Birinci Haçlı Seferinden istifâde ederek sâhildeki diğer Türk şehirleriyle birlikte Muğla ve çevresini de istilâ ettiler. On üçüncü asır boyunca Türk akıncıları, bu bölgeye akınlar yaptılar. 1280’de Selçuklu uç beylerinden Menteşe Bey, bu bölgeyi ikinci defâ fethetti. Bu yüzden bölgeye Cumhûriyet devrine kadar, Menteşe Beye izâfeten Menteşeİli dendi.

Oğuzların Türkmen kolundan olan Menteşe Beyin kurduğu Menteşe Beyliği, 1308’e kadar Konya’ya (Türkiye Selçuklu Devletine) 1308-1335 arasında Tebriz’deki İlhanlı Devletine tâbi oldu. 1335’te ise bağımsız oldular. 1284-1390 arasında saltanat süren Menteşe Beyliği, 1390’da Yıldırım Bâyezîd Han tarafından Osmanlı Türk Birliğine (Devletine) katıldı. 1402 Ankara Savaşından sonra bâzı beylikler gibi Menteşe Beyliği de, yeniden bağımsızlığını îlân ederek, Osmanlı Devletinden ayrıldı. Sultan İkinci Murâd Han, saltanatının ilk yıllarında Menteşe Beyliğini yeniden Osmanlı Birliğine bağladı. Menteşe Beyliğinin başşehri Milas idi. Osmanlı Devleti, Menteşe Beyliğini birlik içine katınca sancak merkezini Muğla’ya nakletti. Osmanlı Devrinde Fethiye(Mekri) gelişmeye başladı. Menteşe beyleri Milâs’ın yakınında Beçin’de otururlardı. Burada mühim eserler yaptılar.

Menteşe Beyliği kudretli donanması ile Ege Adalarına, Yunanistan’a seferler yaparak Osmanlıların Ege ve Akdeniz’e açılmaları için ilk yolu açtılar. Hatta Menteşe Beyliği, bir ara Rodos Adasının bir kısmına sâhip oldu. Anadolu’nun savunması Ege Adalarından başlar görüşü, ilk çağlardan bu yana değişmemiştir.

Kânûnî Sultan Süleyman Han, 1522’de Rodos’u ve Bodrum’u fethederek Osmanlı Devletine kattı ve buradaki şövalyelerMalta’ya kaçtılar. Osmanlı devrinde Muğla, merkezi Kütahya’da bulunan Anadolu Beylerbeyliğinin (eyâletinin) 14 sancağından (vilâyetinden) biri. Tanzimattan sonra merkezi İzmir olan Aydın vilâyetinin (eyâletinin) 5 sancağından biri oldu. 6 kazası vardı. 1867’de bağımsız sancak oldu. Muğla, yalnız şehrin adı olarak kullanıldı, il’e Menteşe denildi.

Birinci Dünyâ Harbinden sonra, sembolik sayıda İtalyan askerinden ibâret bir işgal kuvveti, (1920-1921) yıllarında kısa bir müddet kaldıktan sonra, Muğla’yı Millî Kuvvetlere çarpışmadan devretti. Cumhûriyet devrinde bütün mutasarrıflıklar (sancaklar) il olunca Muğla da il oldu.

Lozan’dan önce Muğla’nın % 92’si Türk, % 7’si Rum idi. Lozan Antlaşması ile Rumlar Yunanistan’a gönderildiler.Muğla iline kara kalem portre ve resim siparişi aynı gün yollanır .Kargo süresi 2 gündür.KARAKALEMRESİM.NET PORTRE SİPARİŞ SİTESİ EN GENİŞ İÇERİKLİ KARAKALEM PORTRE GALERİSİ,BLOG KISMINDA KARAKALEM PORTRE ÇİZİMİ,ÇİZİMLERİ,ÜZERİNE MAKALELER.

Muş

Tarihi


Anadolu’da bilinen târih devrini açan ve yine Anadolu’da ilk defâ siyasî birlik kuran Hititler, Muş bölgesine erişemediler. Sâmi Asurlular bu bölgeye ulaşmışsa da uzun müddet ve tam olarak bu bölgede hâkimiyet kuramadılar.

Hurri-Mitanni Krallığı ve bölgede bulunan Urartu kitabelerinden Urartu Krallığının bu bölgeye hâkim olduğu anlaşılmaktadır. M.Ö. 7. asırdan îtibâren Medler ve bilâhare Persler bölgeyi ele geçirdiler. Babilliler bu bölgeye gelmişlerse de, tamâmen ele geçiremediler. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Anadolu ve İran’ı istila ederek Pers Devletini ortadan kaldırarak bölgeyi Makedonya Krallığına bağladı. İskender’in ölümünden sonra Makedonya Krallığı, bu topraklarda hâkimiyetini devam ettiremedi.

Partlar yeniden İran Devletini kurunca, İran asıllı Ermeni derebeyleri bu bölgeyi Partlar adına idâre ettiler. Bölge, M.S. 1 ve 2. asırda Roma İmparatorluğu ile Partlar arasında; sonra da Partların yerine geçen Sasaniler ile Doğu Roma(Bizans) arasında defâlarca el değiştirdi. Yedinci asır ortalarında hazret-i Osman zamânında İslâm orduları Muş ve çevresini fethettikten sonraki devirlerde İslâm devleti zayıflayınca Ermeni Derebeyleri Bağdat’taki Abbâsî halifelerine tâbi olarak Muş’u idâre ettiler. İslâm Devleti iç karışıklıklar ve bölücü faaliyetlerle zayıflayınca, Bizans; Muş ve Doğu Anadolu’daki birçok şehri ve Malazgirt kalesini de fevkalâde bir şekilde tahkim ettiler.

Selçuklu Hakanı Sultan Tuğrul Bey, Malazgirt Kalesini kuşattıysa da alamadı. Tuğrul Beyin halefi ve yeğeni Sultan Alparslan, Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in emrindeki çok kalabalık Bizans ordusunu Malazgirt sahrasında 26 Ağustos 1071’de yenerek Anadolu’nun kapısını Türklere açtı ve bu zafer Türkler için târihî bir dönüm noktası oldu. Alparslan’ın yeğeni Kutalmışoğlu Süleyman Şah, yedi yıl içinde bütün Anadolu’yu feth etti. 1077’de Türkiye Selçukluları Devletini kurdu.

On ikinci asırda Erman Şahlar ve Artukoğulları gibi Türk Atabeyleri, Selçuklulara tâbi olarak Muş ve civârını idâre ettiler. On ikinci asır sonlarında bir müddet Eyyûbîlerin elinde kalan bölgede Türkiye Selçukluları Devleti Hükümdarı Sultan AlâeddinKeykubâd, Selçuklu hakimiyetini yeniden tesis etti. Devletinin 1243 yılında Kösedağında Türkleşmiş Moğolların kurduğu İlhanlı Devletine yenilmesi üzerine Türkiye Selçukluları Devleti yıkıldı. Bundan sonra sırasıyla İlhanlılar, Celâyirliler ve Tîmûr Han Muş’u zaptederek kendi devletlerine bağladılar. Tîmûr’dan sonra Karakoyunlular ve bilâhare Akkoyunlular Muş’a hâkim oldular.

On altıncı asır başlarında Akkoyunlu Devletini yıkan Şah İsmail Safevî İran’da yeni bir Türk Devleti kurdu ve Muş gibi Doğu Anadolu’daki bazı şehirleri Tebriz’e bağladı.

Şah İsmail’in Anadolu’da Şiîliği yayarak Osmanlı Devletini yıkmak ve Anadolu’yu kendi devletine ilhak için emperyalist bir siyâset tâkibini şehzâdeliği zamânından beri endişeyle tâkip eden Yavuz Sultan Selim Han, 1514 Çaldıran Savaşında Şah İsmâil’i yendi ve Tebriz’e kadar bu bölgeyi Osmanlı Devletine yeniden kattı. Osmanlı devrinde Muş Sancağı, Van Beylerbeyliğinin (eyâletinin) 14 sancağından biri oldu. Malazgirt Sancağı ise, Erzurum Beylerbeyliğinin 12 sancağından biri oldu. Tanzimat’tan sonra Muş sancağı, Bitlis vilâyetinin 4 sancağından biri oldu. 5 kazası vardı.

1901’den îtibâren Rusya’nın yardımı ve İngiltere’nin teşvikiyle Ermeni Taşnak Komitesi, Muş çevresinde Müslüman-Türk köylerini basarak çok büyük katliamlar yaptılar. Osmanlı Devleti bu isyanları şiddetle bastırdı. Birinci Dünyâ Harbinde Rusların teşvik ve yardımı ile yine Ermeniler, Ermeni Devleti kurma hayâliyle büyük katliamlar yaptılar. Müslümanlara âit binâlar, ağaçlar, hattâ mukaddes kitabımız Kur’ân-ı kerîm dahil her türlü dinî eserleri yaktılar. 18 Şubat 1916’da Ruslar, Muş’u işgal etti. 26 Temmuz 1916’da Türkler Muş’u yeniden ele geçirmesine rağmen, takviye alan Rus birlikleri, 9 Ağustos 1916’da yeniden Muş’u işgal ettiler. Böylece 5 ay 6 gün ve 8 ay 23 gün olmak üzere toplam; 1 sene 1 ay 29 gün devam eden işgal esnâsında Ruslar ve Ermeniler çok büyük katliamlar yaptılar. Muş ve çevresini tamâmen tahrip ettiler. Câmi, türbe, medrese, mezarlık ve nice târihî eserleri yakıp yıktılar. Mayıs 1917’de Türk ordusu Muş’u düşman (Rus) işgalinden kurtardı. Ruslar geri çekilirken Ermeniler de Ruslarla berâber geri çekildiler. Cumhûriyet devrinde bütün sancaklara (mutasarrıflıklara) vilâyet (il) denilince Muş da vilâyet merkezi oldu. 1929-1935 arasında Bitlis bu vilâyete bağlandı.KARAKALEMRESİM.NET

Nevşehir

Tarihi


Nevşehir ve civarının yaklaşık beş bin senelik bir târihî geçmişi vardır. Bölgenin ilk sâkinleri Hititler olup, bu bölgeye “Nissa” ismini verdiler. Hititlerden sonra Frigler ve Lidyalılar bölgeye hâkim oldu.

Kapadokya’ya Asurlular “Katputuka” ismini verdiler. M.Ö. 6. asırda Persler bu bölgeyi ele geçirdiler ve M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı Pers (İran) Devletini ortadan kaldırarak Anadolu ve İran’ı Makedonya Krallığına kattı. Makedonya Kralı İskender’in ölümü ve Makedonya İmparatorluğunun dağılışı üzerine bu bölge Kapadokya Krallığının eline geçti. Roma İmparatorluğu Kapadokya Krallığını ilhak edince bu bölge de Roma İmparatorluğunun eline geçti. M.S. 395 yılında Romaİmparatorluğunun bölünmesi üzerine Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi Doğu Roma (Bizans)ın payına düştü.

İslâm orduları “Niğde-Aksaray-Kayseri” üçgeni içinde kalan bu bölgeyi 8. asırda fethederek 300 sene hâkim oldular, İslâm Devleti, iç isyan ve bölücü faaliyetlerle zayıflayınca bölge tekrar Bizans’ın eline geçti.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra AnadoluFâtihi Kutalmışoğlu Süleyman Şah, bütün Anadolu gibi bu bölgeyi de fethetti. Türkler bu köye “Muşkara” ismini verdiler. Selçuklu Devletinin yıkılışından sonra İlhanlılar 14. asır ortalarında da Eratnaoğulları ve Karamanoğulları bölgeye hakim oldular. On dördüncü asrın sonlarında Nevşehir ve civârı Osmanlı Devletinin hâkimiyeti altına girdi. Bu esnâda “Muşkara” köyü 10-12 hânelik bir yerleşim merkeziydi.

Lâle devrinin sadrâzamı (1718-1730) Nevşehirli Dâmâd İbrahim Paşa “Muşkara” köyünü genişleterek îmâr etti. Yeni kurulan şehre “Yeni şehir” mânâsına gelen “Nevşehir” ismi verildi ve bir kazâ olarak Niğde Sancağına bağlandı.

Cumhûriyet devrinde Niğde iline bağlı iken, 20.7.1954 târihinde 6429 sayılı kânunla il hâline geldi. O günden beri İç Anadolu bölgemizin şirin bir ilidir.Nevşehir iline portre çizimi yapılır.teslim süresi 2 gündür.

Niğde

Tarihi


Niğde ilinin bilinen târihi beş bin sene önceye dayanır. Eski çağlarda Niğde şehrinin bulunduğu yerde yerleşme merkezi yoktu. Hititler zamânında Niğde, “Nahita” isimli bir yerleşme merkeziydi. Hitit Devletinin yıkılışı ile bu bölge, M.Ö. 8. asırda Frikya Devletinin hâkimiyeti altına girdi. Anadolu’da kurulan Frikya ve sonradan Lidya Devleti, yine iç karışıklıklar ve bölünme neticesi yıkılınca bu bölge Perslerin eline geçti.

M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Pers Devletini yenerek Anadolu ve İran’ı Makedonya İmparatorluğuna kattı. İskender’in ölümü üzerine bu geniş imparatorluk, komutanları arasında taksim edilince Anadolu, Selevkos Devletinin payına düştü. Niğde ve çevresi bir müddet Selevkosların elinde bulunduktan sonra Kapadokya Krallığının eline geçti. M.S. 1. asırda Kapadokya Krallığını Roma İmparatorluğu ilhak edince, Niğde ve çevresi Roma’nın hâkimiyeti altına girdi. M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, Niğde ve çevresi Anadolu’nun bir parçası olarak Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü.

Mîlâdî 707 senesinde Emevîler devrinde Niğde ve çevresiİslâm orduları tarafından feth edildi ve bölgeye “Tavâna” ismi verildi. Emevîlerin iç isyan, bölücü faaliyetler ve iktidar kavgaları sebebiyle zayıflaması üzerine Bizans, Niğde ve çevresini Müslümanlardan geri aldı.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu Fâtihi Kutalmışoğlu Süleyman Şah emrindeki Türk ordusu, bütün Anadolu gibi bu bölgeyi de Bizanslılardan alarak fethetti (1076). Sultan İkinci Kılıçarslan burasını yerleşme merkezi hâline getirerek oğlu Melik Arslan Şaha verdi. Bundan sonra gelişmeye başlayan Niğde 13. asrın ilk yarısında Anadolu’nun büyük şehirlerinden biri hâline geldi. Sultan İzzeddin Keykâvus ve kardeşi Sultan Alâaddin Keykubat devrinde bu sultanların emriyle Niğde vâlisi olan Zeyneddin Beşâre, şehri fevkalâde bir şekilde imâr etti. Bu târihlerde Niğde Selçuklu Devletinin önemli bir askerî merkezi (üssü, ser-leşkeri) idi. Zaman zaman Selçuklu Sultanları Niğde’ye gelip bir müddet otururlardı.

1308 senesinde, Selçuklu Devleti yıkılarak ülke, pekçok beyliklere bölündü. İlhanlılar, Anadolu genel vâlileriyle bu bölgelerde hâkimiyetlerini devam ettirmek istediler. İlhanlıların genel vâlisiyken Orta Anadolu’da istiklâlini îlân eden Eretnaoğulları, Niğde ve çevresine de hâkim oldular. Eretnaoğullarının Niğde vâlisi olan Sungur, Niğde’yi geniş ölçüde îmâr etti.

Tancalı Arap Seyyahı İbn-Battûta 1333’te Niğde’yi ziyâret etmiş ve eserinde Niğde’yi büyük bir şehir olarak tasvir etmiştir.

Eretnaoğulları ile Karamanoğulları arasında Niğde ve çevresi ihtilâf konusu oldu. Eretnaoğullarının yerine geçen Kâdı Burhâneddîn ile Karamanoğulları arasında Niğde ve çevresi için çekişme devam etti. Kâdı Burhâneddîn’in vefâtından sonra bölgeye kesin olarak Karamanoğulları hâkim oldular. Karamanoğulları zamânında da (1365-1476) Niğde gelişmeye devam etti. Niğde, 1341-1365 arasında Eretnaoğulları ve 1365-1476 seneleri arasında Karamanoğulları idâresinde kalmıştır.

Sultan Yıldırım Bâyezîd Han, Niğde ve çevresini alıp Karamanoğulları beyliğini ortadan kaldırdı. Yıldırım Bâyezîd’in Tîmûr’a 1402 Ankara Savaşında yenilişinden sonra, Osmanlıların büyük gayretleriyle kurulan Anadolu birliği ortadan kalktı. Birçok Anadolu beyliği gibi Karamanoğulları Beyliği de tekrar kurularak Niğde’yi ele geçirdi.

1419’da Mısır Memlûk Sultanı Müeyyed’in oğlu İbrâhim, Niğde’yi aldıysa da muhafaza edemedi ve Niğde yeniden Karamanoğullarının eline geçti. Niğde ve çevresi, 1470’te Fâtih Sultan Mehmed Hân devrinde kesin olarak Osmanlı Devletine katıldı. Osmanlı Devletini yıkmayı ihtiras derecesinde gâye edinen Akkoyunlular ve Karamanoğulları, ittifak ederek Niğde topraklarına girdiler. Fâtih Sultan Mehmed Hanın oğlu Şehzâde Mustafa tarafından büyük bir yenilgiye uğratılıp, doğuya sürüldüler. Aynı sene İshak Paşa, Niğde’yi Karamanoğullarından geri alarak, Karamanoğulları Beyliğini kesin bir şekilde târihten sildi. Böylece Anadolu, Osmanlı idâresinde Fırat veToroslara kadar birleşti.

Osmanlılar devrinde Niğde, 17. asırda Karaman Beylerbeyliğinin yedi sancağından biri idi. Yirminci asır başlarında ise Niğde, Konya eyâletinin beş sancağından biriydi. Yedi kazâsı vardı.

Osmanlı devrinde Niğde, zaman zaman isyanlara ve çatışmalara sahne oldu, bundan zarar gördü ve göçler başladı. Kayseri ve Konya gelişirken, Niğde iç isyanlarla ikinci derecede bir şehir durumuna düştü. İsyan eden Abaza Mehmed Paşa, Niğde’yi yağma etti. Düşman istilâsı görmemiş bir ilimiz olan Niğde Cumhûriyet devrinde (1923) il merkezi oldu.

1932’de Niğde’den demiryolu geçerek Ankara-Kayseri istikâmetinden gelen hat, Konya ve Adana istikâmetine giden hat üzerinde bir istasyon oldu. Niğde’nin güneyinde Ulukışla’da demiryolu ikiye ayrılmakta biri batıya Ereğli-Karaman-Konya’ya; diğeri de güneydoğuya Adana ve Mersin’e gitmektedir.Niğde iline karakalem çizimi yapılır.teslim süresi 2 gündür.

Ordu

Tarihi


Ordu ilinin bulunduğu toprakların târihi çok eski devirlere dayanır. Anadolu’ya hâkim olan Hititlerin sınırında fakat Hitit hâkimiyetinin dışında kalan bu bölge, Hitit Devletinin yıkılışından sonra, mîrâsını paylaşan Frikya ve Lidya devletlerinin de, hakimiyetine geçmemiştir. Ancak Batı Anadolu (İyonyalı) tâcirler, burada ticârî koloniler kurdular. M.Ö. 6. asırda Persler, Anadolu’nun büyük kısmını ve bu bölgeyi ele geçirdiler.

Makedonya Kralı İskender, M.Ö. 4. asırda Pers Devletine son verince; İran asıllı fakat Rumca konuşan ve eski Yunan kültürünün potasında erimiş Pontus Devleti, bu bölgeyi ve Karadeniz sâhilleriyle Kırım’ı ele geçirdiler.

Roma İmparatorluğu M.Ö. 1. asırda Pontus Devletine son vererek kendisine ilhak etti. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, Anadolu gibi bu bölge de Bizans’ın payına düştü. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra bu bölge, bütün Anadolu gibi AnadoluFâtihi ve Anadolu’da Türk Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından fethedildi. 1204’te Dördüncü Haçlı Seferi sonrasında kurulan Trabzon Rum İmparatorluğu bu topraklara hâkim oldu. Bağımsız olmasına rağmen Konya Selçuklularına tâbi olan bu imparatorluğun toprakları gittikçe daraldı. Devamlı Türkmen göçleriyle Türkleşen bölge, 1346’da Canik Beyliğini kuran Hacıeminoğullarının idâresine geçti. 1391’de Yıldırım Bâyezîd Han, tarafından bölge toprakları Osmanlı Devletine katıldı.

1402 senesinde Sultan Bâyezîd’i yenen Tîmûr Han, bölgeyi tekrar Hacıeminoğullarına verdi.

Fâtih Sultan Mehmed Han 1461’de Trabzon Rum Pontus Devletini ortadan kaldırarak, bütün bu bölgeyi kesin olarak Osmanlı Devletine kattı.

Osmanlı devrinde Ordu, Trabzon eyâletinin bir kazâsı idi. 1883’te büyük bir yangın geçiren Ordu, yeniden îmâr edildi ve Cumhûriyet devrinde il merkezi oldu.Ordu ilinden gelen karakalem portre istekleri 2 günde teslim edilir.

Rize

Tarihi


Rize’nin bilinen târihi Hititlerle başlar. Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hitit İmparatorluğunun sınır bölgesinde yer almıştır.Rize iline karakalem portre 2 günde teslim edilir.

Sakarya

Tarihi


Sakarya ilinin bilinen târihi Hititlerle başlar. Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hititler, bu bölgeyi sınırları içinde bulundurmuşlardır. Hitit Devleti iç karışıklıklar ve bölünmeler neticesi yıkılınca, bu bölge Friglerin eline geçti. Dış güçlerin tahrikiyle iç karışıklıklar ve bölünmelerden sonra yıkılan Friglerin yerine bölgeye Lidyalılar hâkim oldular. Persler, M.Ö. 6. asırda Lidya Devletini yenerek Anadolu’nun mühim kısmını işgal ettiler. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralıİskender, Pers Devletini yenerek İran’ı ele geçirdi. İskender’in ölümü üzerine bu bölge, halefleri arasında ihtilaf konusu oldu. Bitinya Krallığı, Makedonya Krallığına karşı İskender’in ölümünden sonra iç bağımsızlığını ilânetti ve bu bölgeye hâkim oldu. M.Ö. 1. asırda Romaimparatorluğu, Bitinya Krallığı ile birlikte bu bölgeyi alarak kendi topraklarına kattı.

M.S. 365’te Roma İmparatorluğu ikiye bölününce Anadolu’nun diğer kısımları gibi Bitinya bölgesi de, Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü.

Altıncı asırda Justinianus, Bitinya bölgesine önem verdi. İslâm orduları, zaman zaman ve bilhassa İstanbul’un fethi için, bölgeden geçerken buraları fethetmişlerse de, uzun müddet kalmadılar. Ayrıca Sâsâniler de zaman zaman bölgeye akınlar yaptılar.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra, Anadolu Fâtihi Kutalmışoğlu Süleyman Şah emrindeki Türk ordusu, bütün Anadolu gibi Sakarya bölgesini de fethetti. İznik başşehir yapılarak, Büyük Selçuklu Devletine bağlı Türkiye Selçukluları Devleti kuruldu. Bunun üzerine Bizans’ın teşvikiyle Haçlı Seferleri başladı. Birinci Haçlı Seferinde İznik terk edilerek başşehir Konya’ya taşındı. Bu bölge (Sakarya) ve Kocaeli yeniden Bizans’ın eline geçti. On dördüncü asırda Orhan Gâzi devrinde, Kocaeli ve Sakarya bölgesi, ikinci defâ fetholunarak Osmanlı Devletinin sınırları içine alındı ve o târihten bu yana Türk hâkimiyetinde kaldı.

Kânûnî Sultan Süleymân Han, İzmit Körfezini SakaryaNehri vâsıtasıyla Sapanca Gölüne bağlayıp, dünyânın en büyük iç limanını meydana getirmeyi düşünmüştü. Bu işi Mîmar Sinân yapacaktı. Seferler sebebiyle bu plân gerçekleşemedi. Sultan İkinci Mahmûd Han, bu plânı yeniden ele aldı. 30 bin işçi temin edildi. Fakat dış gâileler sebebiyle bu plân gerçekleşemedi.

1921’de Yunan ordusunun işgâline uğrayan Sakarya, Millî Mücâdelede çok önemli rol oynamış olan bir şehirdir. Adapazarı, Karasu, Kandıra ve Geyve çarpışmaları Sakarya ilinin kahraman evlatları sâyesinde zaferle neticelendi. 25 Mart 1921’de başlayan işgal, 21 Haziran 1921’de sona erdi.

Adapazarı; Tanzimattan sonra kurulan, müstakil sancak hâline getirilen Kocaeli sancağına, Cumhûriyet devrinde de 1954’e kadar Kocaeli’ne bağlı kaldı.

1954’te Kocaeli ilinden ayrılan bir bölüm, Adapazarı il merkezi olmak üzere Sakarya ili kuruldu. Kocaeli’nin doğu yarısında kalan ilçeleri Sakarya iline bağlandı.Sakaryada portre çizen yerler.karakalemresim.net sakaryadan sipariş edilen karakalem portre,resim,karikatür,ebru, 48 saattte çizilip teslim edilir.

Samsun

Tarihi


Samsun’un târihi Hititlere dayanır. Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hititler, bu bölgeye hâkim olup, Orta Karadeniz’deki eyâletlerine “Gasgas” ismini vermişlerdir.

M.Ö. 8. asırda Miletliler, Samsun limanında ticârî bir koloni olarak “Amisos” şehrini kurdular. Kafkaslardan gelen Kimmerler, bu bölgeyi ele geçirdiler. Frikyalılar bu toprakların bir kısmına sâhip oldular. M.Ö. 6. asırda Persler, Anadolu’nun büyük kısmı gibi bu bölgeyi de ele geçirdiler.

M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Persleri yenerek Anadolu ve İran’ı istilâ etti. Yunanlaşmış Pers asıllı Pontus kralları, Kuzey Karadeniz ve Kırım’a hâkim oldular. Pontus Kralı Mitridates, Roma İmparatorluğu ile savaştı. Roma İmparatorluğunun gâlibiyeti üzerine, M.Ö. 1. asırda bütün Anadolu gibi bu bölge de Roma İmparatorluğunun eline geçti.

M.S. 395 senesinde Romaİmparatorluğu ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi bu bölge de, Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. Bizans İmparatoru Justinianus devrinde M.S. 4. asırda şehir gelişti ve Piskoposluk merkezi oldu. Muhtelif târihlerde İslâm orduları bu bölgeye akınlar yaptılar. Fakat devamlı kalmadılar. İranlı Sâsâniler de, zaman zaman bu bölgeye akınlar yaptılar. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra, Selçuklu Türklerinden Anadolu fâtihi Kutalmışoğlu Süleyman Şâhın komutanlığındaki Türk ordusu bütün Anadolu gibi bu bölgeyi de fethetti. Bizansın tahriki ve Roma kilisesinin teşvikiyle başlayan Haçlı Seferlerinin birincisinden sonra Selçuklular, bâzı kıyı şehirleri gibi bu şehri de terk ederek Anadolu içlerine çekildiler. Dördüncü Haçlı Seferinin sonunda başşehir Trabzon olmak üzere Pontus Rum İmparatorluğu kuruldu. Cenevizlilerin Karadeniz ticâretini ele geçirmeleri üzerine Samsun limanının önemi arttı.

Selçuklu sultanlarından Sultan Keykâvus ve kardeşi Sultan Alâeddin Keykubât, Trabzon Rum İmparatorluğunu doğuya doğru iterek küçülmesine sebep oldu. Samsun ve Sinop’u yeniden fethettiler. Samsun limanı Sinop yanında sönük kaldı. Bu devirde iki Samsun bulunuyordu: Bugünkü Samsun’un bulunduğu yerde “Müslüman Samsun” ile 2-3 km ötede ve çoğunluğunu gayri müslimlerin teşkil ettiği Ceneviz ticâret sitesi olan “Gâvur Samsun” veya “Kara Samsun” idi. Ceneviz sitesi olan Samsun, 14. asırda Osmanlı hâkimiyetini kabul etmekle beraber, 15. asırda kesin olarak Osmanlı Devletine katılmıştır. Bugün Gâvur Samsun’dan birşey kalmamıştır.

Müslüman Samsun ise, Anadolu Selçuklu Devleti çökmek üzereyken Canik Beyliğinin başşehri oldu. 1398’de Yıldırım Bâyezîd Han Samsun’u alarak, Toroslara ve Fırat’a kadar Anadolu’yu Osmanlı hâkimiyetinde birleştirdi. 1402 AnkaraSavaşında Tîmûr’a karşı yenilmesinden sonra Timur, Samsun’u Kubadoğlu Cüneyd Beye verdi. Birkaç yıl sonra Tâceddinoğlu Hasan Bey, Cüneyd Beyi öldürerek Samsun’u aldı. Az sonra Samsun, Kastamonu’da oturan İsfendiyar (Candar) oğullarının eline geçti. 1413’te Çelebi Sultan Mehmed Samsun’u alarak kesin bir şekilde Osmanlı Devletine kattı.

Osmanlı Devrinde Samsun, “Canik Sancağı” (vilâyeti) adıyla Rumiye-i Suğra Beylerbeyliğinin (eyâletinin) bir vilâyetiydi. Tanzimattan sonra Trabzon vilâyetinin (eyâletinin) 4 sancağından biri oldu. 6 kazâsı vardı.

Samsun, Osmanlı devrinde, Sinop ve Trabzon limanları yanında ikinci derecede bir Karadeniz limanı olmuştur. Bu şehirde askerî ve sivil tersâneler bulunuyordu. Anadolu’ya açılan bir kıyı şehri olarak sâkin bir târihi vardır. Ancak bu sâkin târihî hayat, merkezi Trabzon’da olmak üzere Giresun, Ordu, Samsun, Amasya, Sinop şehirlerini içine alacak şekilde kurulmak istenen “Rum Pontus Devleti”nin teşkili için girişilen vahşet ve katliâmlarla, zaman zaman bozulmuş ve yüzlerce köy haritadan tamâmen silinirken, on binlerce Müslüman Türk, Pontusçu Rum Çeteleri tarafından öldürülmüştür.

İstiklâl Harbinde, Samsun’un mühim yeri vardır. Mustafa Kemal Paşa, ordu müfettişi olarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmış, bu târih, Millî Mücâdelenin başlangıcı sayılmıştı.

Cumhûriyet devrinde 1924’te, Samsun il olmuştur. 1932’de demiryolunun gelişiyle güneye bağlandı. Samsun limanı, yeni tesislerle Karadeniz’in en mühim limanlarından biridir.Samsun ili karakalem portre çizimi.Kişiye özel karakalem ,pastel,kuru boya,suluboya,yağlıboya,karikatür çizimleri,afiş çalışmaları,tasarım,v.s yapılır.Hemen sipariş için yukarıdaki sipariş linkinden fotoğrafınızı yollayabilirsiniz.teslimat 2 gündür.

Siirt

Tarihi


Siirt’in bulunduğu bölge, Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hititlerin sınırları dışında kaldı. Bilâhare kısa bir müddet, Hititlerin eline geçti. M.Ö. 2000 senelerinde Sâmiler, Bâbil ve Asur imparatorlukları, bu topraklara hâkim oldular. Kısa bir müddet Hurri Mitanni Krallığının hâkimiyetinde kalan daha sonraUrartu Krallığına geçen bu topraklara, bir süre sonra yeniden Asurlular hâkim oldu. M.Ö. 7. asırda Medlerin, M.Ö. 6. asırda Perslerin hâkimiyeti altında kaldı. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender Persleri yenerek, Anadolu ve İran’ı Makedonya Devletine kattı. Makedonya Kralı İskender’in ölümüyle imparatorluk, İskender’in komutanları arasında taksim edilince, bu topraklar Selevkoslar Devletinin payına düştü.

Perslerin devamı olan Partlar, bu toprakları Selevkoslardan aldı. Partlara bağlı ve İran asıllı Ermeni isimli derebeyleri zaman zaman hâkimiyetlerini bu bölgeye kadar uzattılar.

M.S. 1 ve 2. asırda, Roma İmparatorluğu ile Partlar arasında, bu bölge için çatışmalar oldu ve Partlar bu bölge üzerindeki hâkimiyetlerini devam ettirdiler. M.S. 3. asırda Sâsâniler bölgeye hâkim oldular. M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, Anadolu-Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. Bizans, bu bölgeyi almak için Sâsânilerle harp ettiyse de, bölge Sâsânîlerin elinde kaldı. Yedinci asırda, hazret-i Ömer (radıyallahü anh) devrinde İslâm Orduları, İran’ı fethederek, İran (Sâsânî) İmparatorluğunu ortadan kaldırınca bu bölge İslâm Devletinin El-Cezire Eyâletine bağlandı. Daha sonra Siirt, Emevîler ve onların yerine, 750 senesinde geçen Abbâsîlerin hâkimiyetinde yaşadı. Abbâsî Devletinin zayıfladığı zaman Diyarbekir’de kurulan Âmidler bu bölgeye hâkim oldu. Abbâsîlere ismen tâbi olarak saltanat sürdüler.

M.S. 10 ve 11. asırlarda, Bizans orduları bu bölgeyi tekrar ele geçirmek için Müslümanlara taarruz ettiler. Müslümanlar arasındaki iç savaşı Bizanslılar fırsat bildiler. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Siirt’i ellerinde bulunduran Âmid’deki Müslüman beyler, Selçuklulara tâbi oldu ve daha sonra, tamâmen Selçuklu Devletine katıldılar. Bu bölge Anadolu Selçuklularından çok, Büyük Selçuklu Devletinin ve ona bağlı Türk Atabeglerinin hâkîmiyetinde kaldı. Selçuklulara bağlı Artuklu Beyliği zamânında, bölgeye yerleştirilen Türkmen Aşiretleri, bölgenin Türkleşmesinde mühim rol oynadı.

Selçuklu Devletinin zayıflaması ve yıkılması ile bu bölge Moğollar ve onların yerini alan Türkleşmiş Moğollar (İlhanlılar)ın hâkimiyetine geçti.

1344’te İlhanlı Hakanlığı dağılınca, bölge, Türkleşmiş Moğol olan Celâyirlilerin hâkimiyeti altına girdi. Daha sonra birbirini tâkip eden Tîmûr, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevîler olmak üzere dört Türk devletinin eline geçti. Yavuz Sultan Selim Han, 1514 Çaldıran Zaferinden sonra, Siirt’i Osmanlı Devletine kattı.

Osmanlı Devletinde Siirt, Diyâr-ı Bekr Beylerbeyliğinin (Eyâletinin) 24 sancağından (vilâyetinden) birine merkez oldu. Tanzimattan sonra, Bitlis vilâyetine bağlandı. Onun 4 sancağından biri oldu.

Cumhûriyet Devrinde, sancaklara (mutasarrıflıklara) vilâyet (il) denince, Siirt il oldu. Cumhûriyet devrinde, demiryolu ve petrol Siirt’in kalkınmasında önemli rol oynadı.Siirt iline özel ambalajında kargo ile karakalem portreniz,çizilip yollanır.Sipariş linki üzerinden çöznürlüğü yüksek,yakın çekim bir fotoğrafınızı yollayın çizime uygunmu değimli,krtiterlerini belirleyip hemen size dönelim.karakalem portre veresimleriniz 48 satte teslim edilir.sanatla kalınız.karakalemresim.net

Sinop

Tarihi


Sinop şehrinin târihi çok eskilere dayanır. Târihte savaşçı kadınlar topluluğu olarak tanınan, efsanevî Amazonlara kadar uzanır. Nitekim Hititlere âit belgelerde, bölgede Amazon ve Kaşkarların yaşadığı yazılıdır. Asurlular ve Sâmi kavimleri, bölgeyi hiçbir zaman ele geçirememişlerdir. Sinop, Anadolu’da ilk siyasî birliği kuran Hitit İmparatorluğunun sınırları içinde bir bölgeydi. Hititler bu bölgeye “Gasgas” (Kaşka, Gaşka, Kaska) ismini verdiler.

M.Ö. 8. asırda Kimmerler bölgeyi istilâ ettiler. Bilâhare Frikya ve Lidya kralları ele geçirdi. M.Ö. 6. asırda Persler, Lidya Krallığını yenerek bölgeyle birlikte Anadolu’nun mühim kısmına hâkim oldular. Daha sonra Miletoslular yerleşerek, bu asırlarda Sinop bir “İyon” sitesi hâline geldi.

Bir ara Sinop, Kapadokya Krallığının eline geçti. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Persleri yenerek, Anadolu ve İran’ı Makedonya Krallığına ilhak etti. İskender’in ölümünden sonra Yunanlaşmış Persler bu bölgede Pontus Krallığını kurdular. Pontus, Yunanlaşmış bir Pers Devletidir. M.Ö. 169 senesinde Sinop, Pontus Krallığının başşehri oldu. Pontus Kralı Mithridates bir ara Anadolu’nun bir kısmını ele geçirdi. Roma İmparatorluğu ile savaştı. Neticede Romalılar, Mithridates’i yenerek M.Ö. 1. asırda bu bölgeyi kendilerine katarak Bitinya eyâletine bağladılar.

M.S. 395’te Roma İmparatorluğu ikiye bölününce bu bölge Anadolu gibi Doğu Roma (Bizans) nın payına düştü. Anadolu’ya akınlar yapan İslâm orduları, Anadolu’nun birçok şehrini fethetmişse de, bu bölgeye girmediler. Sâsâni akınları da bu bölgeye ulaşamadı.

Sinop ilk olarak 1085’te AnadoluFâtihi ve Türkiye Selçuklu Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şahın komutanı Karatekin tarafından fethedildi.

Haçlı Seferlerinin başlaması üzerine genç Türkiye Devleti, Anadolu içlerine geri çekildi. Birinci Haçlı Seferinden sonra Bizanslılar sâhildeki Türk şehirlerini ele geçirdi. Sinop da yeniden Bizanslıların hâkimiyeti altına girdi. Dördüncü Haçlı Seferinden sonra Bizanslı Kommenoslar başşehir Trabzon olmak üzere 1204’te Sinop’u da içine alan Pontus-Bizans Devletini kurdular.

Selçuklu Sultanı Birinci İzzeddin Keykâvus, Bizans İmparatoru Alexius Commenus’u yenerek esir aldı. Böylece Karadeniz’de işlek bir limana sâhip olundu.

Türk tüccarları Sinop’a gelerek kısa zamanda Karadeniz ticâretine hâkim oldular.

Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubâd devrinde Kırım Seferi Sinop’tan hareket eden Türk Karadeniz Donanması tarafından başarıyla neticelendi. Sinop, Selçukluların Karadeniz üzerindeki en mühim şehri oldu.

Sinop bir ara Trabzon’daki Pontus-Bizans Devleti tarafından 1259’da yeniden işgal edildiyse de Selçuklu veziri Muinüddin Süleyman Pervâne tarafından 1261’de geri alındı. Daha sonra Sinop’ta Pervâneoğulları Beyliği kuruldu. 1326 senesine kadar devam etti.Pervâneoğullarından sonra Melik Altınbaş Gâzi Çelebi, Sinop Vâlisi oldu. Selçuklu Sultanlarının sonuncusu İkinciMes’ud’un oğludur. Babasının ölümü üzerine İlhanlılar Gâzi Çelebi’yi tahta çıkarmadılar. Tahtı kendilerine aldılar. Gâzi Çelebi’den sonra büyük oğlu İbrâhim Bey, Sinop Vâlisi oldu. İbrâhim Beyin ölümünden sonra Candaroğulları (sonraki isimleri İsfendiyaroğulları) Sinop’u ele geçirdiler. Bâzıları beyliğin Kastamonu olan başşehrini Sinop’a taşıdılar. Candaroğulları 14. asrın sonlarına doğru Osmanlı Devletine tâbi olmuşlardır. Osmanlı ve Candaroğulları, kız alıp vermelerle akrabâ olmuşlardır. Candaroğullarının mühim kısmı Sinop’ta gömülüdür.

Fâtih Sultan Mehmed Han Sinop’un iç bağımsızlığına son vermek isteyince, Fâtih ile kardeş çocuğu olan İsmâil Bey Sinop Kalesini ve limanını Fâtih’e teslim etmiştir. Fâtih, İsmâil Beyi Filibe’ye sancak beyi olarak gönderdi.

Osmanlılar zamanında Sinop Trabzon’un yanında ikinci dereceye düştü. On yedinci asırda Sivas eyâletinin (beylerbeyliğinin) 8 sancağından (vilâyetinden) biri olan Canik (Samsun)e kazâ olarak bağlandı.

Tanzimattan sonra Kastamonu vilâyeti (eyâleti) kurulunca bu eyâletin 4 sancağından birine merkez oldu. 3 kazâsı vardı. Bilâhare müstakil sancak oldu.

Osmanlı devrinde Sinop çok önemli bir liman ve tersâne şehriydi. Önemli olan bu liman ve tersânede 1571 İnebahtı’da kaybedilen gemiler yapıldı.

Kıbrıs Seferine çıkarılan 72 gemi de burada yapılmıştır. 1853’te Ruslar Sinop’a baskın yaparak Türk donanmasını tahrip ettiler. Târihin her devrinde önemini muhâfaza eden Sinop, Cumhûriyet devrinde il merkezi oldu.Sinop ili karakalem portre sipariş siatesi,kurs ve eğitim amaçlı makaleler için lütfen blogum linkine bakınız.

Sivas

Tarihi


Sivas’ın bilinen târihi Hititlere dayanır. Sivas ilinin topraklarının bulunduğu yerler, Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hitit İmparatorluğunun sınırları içinde kaldı. Hititler iç savaş ve iktidar kavgalarıyla yıkılınca, bu bölge Bâbil, Asurlular, Sami kavimleri ve kısa bir müddet Sakaların eline geçti. Hititlerden sonra Frigyalılar ve Lidyalılar Sivas’a hâkim oldular. Lidya komutanlarından Giges’in Ege, Mezopotamya ve İran arasındaki ticâret için yaptırdığı “Kral Yolu” Sivas’tan geçiyordu. Medler ve bilâhare Persler bu bölgeyi ele geçirdiler.

Makedonya Kralı İskender, Pers İmparatorluğunu yenerek ortadan kaldırınca, İran ve Anadolu, Makedonya Krallığı topraklarına katıldı. İskender’in ölümünden sonra bu bölge, merkezi Kayseri’de bulunan Kapadokya Krallığının eline geçti. Kuzeyde İran asıllı olup, Yunanlaşmış Pontus Krallığı ile yine İran asıllı olup Hıristiyanlaşmış Ermeni derebeylikleri bu bölgeyi ele geçirmek için zaman zaman saldırılarda bulundular.

M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu, Kapadokya ve Pontus Krallığını ve diğer küçük derebeyliklerini alarak Anadolu’yu Roma topraklarına kattı. Romalı kumandanlardan Pompe, Kapadokya’ya yerleşti ve Sivas’ın bulunduğu yere “Diyapolis” ismi verildi. M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu ikiye bölününce; Anadolu gibi bu bölge de, Doğu Roma’nın (Bizans) payına düştü. Bu bölge zaman zaman Bizanslılarla Partlar ve onların yerine geçen Sâsânîler arasında savaşlara sebep oldu. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu Fâtihi ve Anadolu’da ilk Türk Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şahın kumandasındaki Türk Ordusu, Sivas’ı aldı. Bu şehri ve bölgeyi Artuk Bey ve Süleyman Şahın kumandanlarından dayısı Danişmend Gâzi fethetti.

Danişmendoğulları, Türkiye Selçukluları Devletine tâbi olarak 1095-1174 yılları arasında bâzan Kayseri bâzan da Sivas’ı başşehir yaparak saltanat sürdüler.

Selçuklu Sultanıİkinci Kılıçarslan, Danişmendoğullarına Batı Anadolu’da “Uç Beyi” olarak toprak verip onların beyliğine son verdi. Bundan sonra Sivas, Selçuklu Devletinin Konya ve Kayseri’den sonra üçüncü şehri ve eyâlet merkezi durumuna geldi. Sivas, Selçukluların bir ilim, sağlık ve sanat merkezi oldu. Selçuklulara tâbi ve merkezi Erzincan’da bulunan Mengücekoğullarının bir kolu, 1142-1252 arasında bugün Sivas’a bağlı olan Divriği’ye hâkim oldular.

On üçüncü asrın ikinci yarısında kurulan İlhanlılar, 1308-1335’e kadar Anadolu’ya hâkim oldular.

İlhanlıların merkezi Sivas’ta olmak üzere bir umûmî vâlisi bulunurdu. İlhanlı Hakanlığının temsilcisi ve Uygur Türklerinden Alâeddîn Eretna Bey, 1335’te Bağımsızlığını îlân etti. Eretna Beyliği, 1335-1380 yılları arasında başşehir olarak bâzan Sivas ve bâzan da Kayseri’yi kullandılar. 1380’de kısa bir müddet sonra Selçuklu Sultanıİkinci Mes’ud’un torunu Melik Rükneddîn Kılıç Arslan tahta geçtiyse de, Sultan ünvanı ile Kâdı Burhâneddîn, Eretna toprakları üzerinde, 1390’a kadar devam eden bir devlet kurdu. 1398’de Kâdı Burhâneddîn öldürülünce, Sivas toprakları Osmanlı Devleti hâkimiyetine girdi.

1400’de Timur, Sivas’ı ele geçirdi. Bilâhare Çelebi Mehmed, şehri 1403’te geri aldı. Divriği Memlûklerde, Koyulhisar Akkoyunlularda kaldı. Sivas’ın tamâmıFâtih Sultan Mehmed Han ve torunu Yavuz Sultan Selim Han tarafından Osmanlı Devletine katıldı. Evliya Çelebi, tahıl ambarı olan Sivas için şehirlerin anası dendiğini kaydeder.

Osmanlı devrinde Sivas eyâlet merkezi oldu. Tanzimat’tan sonra da bu eyâlet merkezliği devam etti. Sivas, 1400’de Timur Hanın buraları almasından sonra istilâ görmemiş bir şehirdir.

İstiklâl Harbinde, Erzurum Kongresinden sonra Türkiye çapında Sivas Kongresi 4-11 Eylül 1919’da bu şehirde Mekteb-i Sultânî’de toplanarak Atatürk’ün önderliğinde Millî Mücâdelenin esasları tespit edildi. Sivas, Türk İstiklâl Savaşının ve Türkiye Cumhûriyetinin temellerinin atıldığı yakın târihimizde de mühim roller oynamış bir târih şehrimizdir. Cumhûriyetin îlânından sonra eyâlet merkezi teşkilâtı kalkınca Sivas il (vilâyet) olmuştur.Sivas karakalem,yağlıboya,renkli kalem ,sulu boya,karikatür çizimleri yapan web sitesi.bu web site üzerinden kara kalem portre siparişi verebilirsiniz. Teslim süresi 2 gündür.Beğenme garantili çizimleriniz özel ambalajında korunaklı şekilde yollanır.

Tekirdağ

Tarihi


Tekirdağ il toprakları çok eski çağlardan bu yana bir yerleşim merkezi olarak eski bir târihe sâhiptir. Anadolu’da ilk siyasî birliği kuran Hititler, Marmara Denizinin ötesini geçmemiş olup bu bölge Hititlerin sınırları dışında kaldı.

Trakya’ya adını veren Orta Asya menşeli Trak Türkleri uzun müddet bu toprakları ellerinde bulundurdular. M.Ö. 1200 târihlerinde Frigler bu bölgeyi ve Trakya’yı ele geçirdiler. Anadolu’ya geçerek Frigya Devletini kurdular. Frigleri yıkan ve Anadolu’da hâkim olan Lidyalılar bilâhare M.Ö. 6. asırda Pers Kralı Dârâ’ya yenilince Anadolu’nun mühim bir kısmı ve Trakya, Perslerin eline geçti. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Pers Devletini yenerek ortadan kaldırınca Trakya, Anadolu ve İran topraklarına katıldı. İyonlar devrinden beri bu bölgeye ve Yunanistan’a gelen göçmenler, sâhillerde küçük siteler, koloni şehirler kurdular. M.S. 46’da Romaİmparatorluğu bu bölgeyi kendi topraklarına kattı. 395’te Roma ikiye bölününce bölge Anadolu ve Trakya gibi Doğu Roma (Bizans) payına düştü.

Balkanlardan, kuzeyden, Orta ve Doğu Avrupa’dan zaman zaman bu topraklara akınlar yapıldı. Bu akınların çoğu muhtelif Türk kavimleri tarafından düzenlendi. Beşinci asırda Attila emrindeki Hunlar, Avar Türkleri ve Peçenek Türkleri bunların başlıcalarıdır. Gotlar, Moğollar, Slavlaşmamış Bulgar Türkleri ve Lâtinlerin bu bölgeye akınları oldu. Bölgeye İslâm akıncıları da akınlar yaptılar, fakat feth edilen yerleri uzun müddet ellerinde tutamadılar.

Rumeli Fâtihi ünvânıyla anılan Şehzâde Gâzi Süleymân Paşa(Orhan Gâzinin büyük oğlu) Gelibolu’yu fethettikten sonra 1356’da Şarköy ve Malkara’yı alarak Tekirdağ topraklarınıOsmanlı sınırına yaklaştırdı. Gâzi Süleymân Paşanın vefâtından sonra Bizanslılar bölgeyi geri aldılarsa da, Sultan Birinci Murâd Hüdâvendigâr tahta çıkar çıkmaz 1362’de, bu toprakları yeniden, aynı târihte Gâzi Evrenos Bey de Malkara’yı fethetti. Bizanslıların Çorlu’yu geri alma teşebbüsü başarısızlıkla netîcelendi.

1402 Ankara Savaşından sonra Sultan Yıldırım Bâyezîd Hanın Tîmûr Han karşısında yenilmesiyle Osmanlı Devleti sarsıntı geçirdi. Osmanlı Devleti yeniden birliği temin ve kaybedilen toprakları geri almak için geçen devrede bölge ve Trakya’ya sırasıyla Süleymân, Mûsâ ve Mustafa Çelebi hâkim oldular.

Sultan Birinci Mehmed (Çelebi) Hanla oğlu Sultan İkinci Murâd Han, Osmanlı Devletinin bütünlüğünü ve otorite birliğini yeniden tesis ettiler. Fâtih Sultan Mehmed Hanın 1453’te İstanbul’u fethiyle Tekirdağ bir iç şehir hâline geldi. Bu bölgeyi Türkleştirmek için Anadolu’dan Yörük Türkleri getirilerek yerleştirildi.

Osmanlı devrinde Tekirdağ, şimdi Kırklareli sınırlarında bulunan Vize’ye bağlı bir sancaktı. Bu sancak merkezi Sofya’da bulunan oldukça geniş Rumeli Beylerbeyliğinin (eyâletinin) 26 sancağından birini teşkil ediyordu. Tanzimattan sonra Tekirdağ, Edirne eyâletinin (vilâyetinin) altı sancağından birine merkez oldu. Dört kazâsı vardı. Cumhûriyet devrinde Sancaklar (mutasarrıflıklar) il (vilâyet) olunca, Tekirdağ da il oldu.

Balkan Harbinde Bulgarlar Tekirdağ’ın büyük bir bölümünü işgâl ettiler. Nesillerden nesillere anlatılacak tüyler ürpertici büyük cinâyetler işlediler. İhtiyar, çocuk, kadın demeden binlerce mâsum insanı şehit ettiler. Annelerin gözleri önünde küçük çocukları süngülere takmaktan, fırına atmaktan büyük zevk duydular. Eski Bahriye Nâzırı Ferik (Korgeneral) Hurşit Paşa, Tekirdağ’ı tamâmen Bulgarlardan kurtarmak için Marmara’dan bir kolorduyla çıkarma yaptı. Şarköy’ü aldı. Fakat Tekirdağ’ı kurtaramadan geri döndü.

Birinci Dünyâ Harbi sonunda Osmanlı Devleti toprakları muhtelif devletler tarafından işgâl edilince, Tekirdağ Yunanlıların istilâsına uğradı. 1922 sonlarına kadar burada kalan Yunanlılar en az Bulgarlar kadar mâsum halka zulmettiler. İstiklâl Harbi sonunda diğer yerlerden olduğu gibi buradan da çekilmek mecburiyetinde kaldılar. Lozan Antlaşmasıyla buradaki Rumlar Yunanistan’daki Türklerle mübâdele edildi.Nufus oranına göre en çok karakalem portre yolladığım şehirlerden birsidir Tekirdağ.Tekirdağ a karakalemleriniz 2 günde teslim edilir.

Tokat

Tarihi


Tokat, çok eski bir yerleşim merkezidir. Tokat il toprakları Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran ve târih devrini açan Hitit İmparatorluğuna bağlıydı.

Sâmi Asurlular bu bölgeye hâkim olamadılarsa da zaman zaman nüfûzlarını bu bölgeye kadar uzattılar. Hurrilerin istilâsına uğrayan bölge, M.Ö. 8. asırda Kimmerler ve İskitlerin de istilâsına uğradı. M.Ö. 7. asırda Medler bu bölgeye kadar yaklaştılar. Onların yerine geçen Persler, Lidyalıları yenince Anadolu’nun mühim kısmı gibi, bölge de Perslerin eline geçti. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Pers Devletini yenerek İran gibi Anadolu’yu Makedonya İmparatorluğu topraklarına kattı.Makedonya Kralı İskender’in ölümü üzerine imparatorluğu komutanlar arasında taksim edildi ve bu bölge Kapadokya Krallığı ile Pontus Krallığı arasında devamlı çekişme konusu oldu.

M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu, Anadolu’da hüküm süren, Helenistik devletler (Kapadokya), Pontus ve Bergama krallıklarını ortadan kaldırarak, Anadolu’yu Roma İmparatorluğuna ilhak etti.

M.S. 395’te Roma İmparatorluğu ikiye bölününce Anadolu, Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. 395-1071 târihleri arasında bu bölgeye İslâm orduları ve Sâsânîler akınlar yaptılar. Fakat devamlı kalamadılar.

Büyük Türk Hakanı Sultan Alparslan’ın 1071 Malazgirt Zaferinden birkaç sene sonra bu şehir, Anadolu Fâtihi ve Anadolu Türk Selçuklu Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şahın başkumandanlığındaki Selçuklu Türk Oğuz orduları tarafından fethedilmiştir.

Tokat’ı Artuk Beyin veya Danişmend Gâzinin fethettiği ihtilaflıdır. Fakat bu bölge Danişmend Gâziye verilmiş olup, Anadolu Selçuklu Türk Devletine bağlı Danişmendoğulları Beyliğinin ilk başşehri Niksar olmuştur. Tokat, Selçukluların eyâlet merkeziydi. On ikinci asırda Selçuklular Danişmendoğullarının bağımsızlığına son vererek Konya’ya, Selçuklu başşehrine bağlandı.

On üçüncü asrın ikinci yarısında bu bölge Moğolların ve Türkleşmiş İranlı Moğollar olan İlhanlıların hâkimiyeti altına girdi. 1308’de Selçuklu Hânedânı kalkınca İlhanlılar, 1335’e kadar bu bölgeleri doğrudan doğruya kendi idâreleri altına aldılar. Anadolu’nun sonuncu İlhanlı Genel Vâlisi Uygur Türklerinden Eretna Bey, başşehir Sivas olmak üzere kurduğu Orta Anadolu Devletine Tokat ve çevresini de kattı.

1308’de Selçukoğullarından Melik Rükneddîn Kılıçarslan’ın kısa saltanatından sonra bütün Eretna Devleti gibi bu bölgeler Sultan Kâdı Burhâneddîn’in hâkimiyeti altına girdi. Kâdı Burhâneddîn’in öldürülmesinden sonra iç isyanlar bölgeyi rahatsız etti. Tokat halkı toplanarak Tokat’ın Osmanlı Devletine katılma kararını aldılar. 1392’de Yıldırım Bâyezîd, bu mürâcaat üzerine Tokat’ı Osmanlı Devletine (birliğine) dâhil etti.

Tîmûr Hanın 1402 Ankara Savaşı ile Yıldırım Bâyezîd’i yenmesi üzerine Osmanlı Devleti sarsıntı geçirdi. Çelebi Sultan Mehmed bu bölgeye hâkim oldu. Akkoyunlular ve onların yerine geçen Safevîler bölgedeki halkı kışkırtarak isyanlara sebep oldular. Yavuz Sultan Selim Han bu fitneleri sona erdirdi. Osmanlı devrinde bir kültür merkezi olan Tokat ve çevresi Sivas Beylerbeyliğine (eyâletine) bağlı 8 sancaktan (vilâyetten) birine merkez olmuştur. Tanzimattan sonra da Sivas eyâletinin 4 sancağından biri olup, 4 kazâsı vardı.

Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde Tokat için şöyle denir:

“Bu havası hoş şehrin dört tarafında bahçe ve bostanlar içinde sular akar. Her bağında birer köşk, havuz, fıskıyeler ve çeşitli meyveler bulunur. Halkı zevk ehlidir. Gariplere dostturlar. Kin tutmaz, hile bilmez. Câmi, saray, köşk ve imâretleri o kadar metin ve güzel olur ki, buralara girenler hayran olurlar. Hacı Bektaş-ı Velî’nin hayırlı ve bereketli duâlarıyla bu eski târihî şehir âlimler konağı, fâzıllar yurdu ve şâirler yatağıdır.”

Cumhûriyet devrinde bütün sancaklar gibi Tokat da kendi adını taşıyan ilin merkezi olmuştur.Tokat ili karakalem portre ve resim sitesi,portreleriniz özenle çizilir aynı gün kargoya teslim edilir.teslim süresi toplam 2 gündür.sanatla kalınız.

Trabzon

Tarihi


Trabzon çok eski bir yerleşim merkezidir. İlk sâkinleri Orta Asya’dan gelen Turan Türklerinden Tibarenler ve Elizonlardır. Trabzon, Hitit İmparatorluğunun sınırları dışında kalmıştır. İyonlular Sinop’tan Trabzon’a gelerek Türk asıllı Turanlılara bağlı Tibarenlerin elinden Trabzon’u alarak Karadeniz’de işlek bir ticâret merkezi ve limanı kurdular. M.Ö. 6. asırda Persler bu bölgeyi ele geçirdiler. Makedonya Kralı İskender, İran’ı (Persleri) yenerek bütün Anadolu ve İran’ı krallığına kattıysa da Trabzon’u ele geçiremedi. Makedonya Kralı İskender’in ölümünden sonra imparatorluğu komutanları arasında bölündü. Bu esnâda Trabzon’da Kuzey Karadeniz ve Kırım’ı içine alan Pontus Krallığı kuruldu.

Pontus Krallığı Yunanca konuşan ve Yunan kültürü içinde erimiş Pers asıllı kralların idâre ettiği bir krallıktı. M.Ö. 750 senelerinde kurulan bu krallığı iç savaşlar zayıflattı. Mitridates karışıklığı adıyla târihe geçen bu savaşlara Roma İmparatorluğu da Seledat, Luka ve Lumbos isimli üç komutan emrinde büyük bir ordu gönderdi. Bu komutanlar karışıklıkları bastırıp sonra da bu krallığı işgâl ederek Roma’ya kattılar. Roma İmparatorluğu M.S. 395’te ikiye bölününce Trabzon’da Anadolu gibi Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. M.S. 2. asırda İmparator Hadrianus ve 6. asırda Justinianus Trabzon şehrini ve limanını îmâr ettiler ve su kemerlerini yaptırdılar. Bizans devrinde İslâm orduları Trabzon’u feth için geldilerse de Trabzon’u alamadılar. Bizans devrinde Sâsânî ve Türk akınlarında da Trabzon alınamadı.

Haçlı Seferlerinde Lâtinler Bizanslıları İstanbul’dan kovunca, İznik’e geçici olarak sığınan Bizanslılar, Trabzon’da da İkinci Bizans İmparatorluğunu kurdular. On üçüncü asırda genişleyip bütün Karadeniz’e yayıldılar. Sonraları gittikçe küçülerek sâdece Trabzon şehri ve civarında kaldılar.

İmparator Hanedanı olan Komnenuslar, 1057-1059 ve 1081-1185 arasında 106 yıl Bizans tahtında, 246 yıl da Trabzon’da saltanat sürdüler. Bu arada 1222-1235 yılları arasında Gidos, 1340-1342 yılları arasında da Paleologos hanedanları Trabzon’da iktidar oldular. Fakat 257 yıl boyunca Trabzon Bizans İmparatorluğu tam bağımsız olmayıp, Anadolu Selçuklularına, Moğollara, Akkoyunlulara, 1456’da Osmanlılara vergi ve asker vererek tâbi oldular.

Sultan İzzeddîn Keykavus, Trabzon İmparatoru Birinci Alexius’u yenip esir aldı. Sultan İzzeddîn Keykavus’un kardeşi Sultan Alâeddîn Keykubâd Maçka’yı fethetti. Trabzon Kalesini kuşattı. Türk askerleri burçlara tırmanmışken çıkan şiddetli bir fırtınayla bu kuşatma neticesiz kaldı. Trabzon İmparatoru her sene vergi vermeyi ve Selçuklu Sultanı istediği zaman teçhizatlı bin asker göndermeyi kabul etti.

Trabzon’un yalçın ve sarp dağ silsilesiyle İç Anadolu’dan ayrılması ve Trabzon Kalesinin savunmaya müsâit oluşu sebebiyle Selçuklular bu şehri alamadılar. Böylece Trabzon fethi 400 sene gecikmiş oldu.Selçuklu komutanlarından Emir Ahmed emrindeki Emir Yâkub ve Îsâ Bön, Çoruh havzası ve bütün Doğu Karadeniz bölgesini feth etmişlerdir. Târihçi AnnaComnena’ya göre Trabzon’u da fethetmişlerse de sonradan Theodoros Gabras Trabzon’u geri almıştır.

Bundan sonra İlhanlılara, Timurlulara, Akkoyunlulara vergi veren Trabzon, Fâtih Sultan Mehmed Han devrinde Osmanlı Devletiyle karşı karşıya geldi. Osmanlı Devletinin rakibi olan Akkoyunlular, kız alarak akrabâ oldukları Trabzon Rum İmparatorlarını koruyorlardı. 1352’de İmparator Üçüncü Alexius’un kızı Prenses Maria AnnaDespina, Akkoyunlu şehzâdesi Fahreddîn Kutlu Beyle, bu prensesin 3 kız kardeşi de 3 Türk şehzâdesiyle evlendi. İmparator Dördüncü Alexius ise bir kızını Karakoyunlu Türk Sultanı Cihan Şaha, diğerini Bizans İmparatoru Sekizinci İoannes Paleologos’a vermişti. İmparator Dördüncü İoannes de kızı Despina Yekatherina Thendora’yı Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Beyle evlendirdi.

Fâtih Sultan Mehmed Han zahmetli bir kara ve deniz seferinden sonra, 26 Ekim 1461’de Trabzon’u fethetti. Muhasara 40 gün sürdü. Amiral Kâzım Bey, Doğu Karadeniz’i korumak için Trabzon’da bırakıldı.

Fâtih Sultan Mehmed Han, Trabzon Bizans İmparatoru Komnenus’u İstanbul, Edirne ve sonra da Serez’e sürdü. Kendisine bir mâlikâne verdi. Fakat Komnenus, Fâtih’in rakibiUzun Hasan ile mektuplaşıp, Osmanlı Devleti aleyhine çalışınca İstanbul’da İmparator İkinci David ile 4 oğlu ve 1 yeğeni îdâm edildiler.

Trabzon’da bir müddet kalan Fâtih, Sinop fâtihi Hızır Beyi vâli olarak bıraktı. Trabzon’da daha sonra Hayreddîn Paşa, Zağnos Paşa, Ali Bey ve Mahmûd Paşa vâlilik yaptılar. Altıncı vâli Yavuz’dur.

Yavuz Selim’in 20 yıl sancakbeyliği zamânında Trabzon tamâmen bir Türk şehri oldu. Kültür ve sanat eserleriyle donatıldı. Yavuz’un oğlu Kânûnî Trabzon’da doğdu ve çocukluğunu burada geçirdi. Trabzon bir beylerbeylik yâni eyâlet merkezi oldu. Bu beylerbeyliğin tek merkez sancağı (vilâyeti) vardı.

Fâtih’in İstanbul’dan sonra ikinci yıktığı Bizans İmparatorluğu Trabzon’dur. Trabzon, Türklerin Anadolu topraklarında fethettikleri sonuncu şehirdir. Böylece Doğu Roma tamâmen silinmiştir. Bütün Anadolu Türk hâkimiyeti altına girmiştir.

Birinci Dünyâ Harbinde Ruslar 1916’da Trabzon’u işgâl ettiler. Bu işgâl bir sene sürdü. İşgâl sırasında ve sonra Rum ve Ermeniler çok zulüm yaptılar. Köy ve kasabaları yaktılar. Trabzonlular direnişe geçtiler. Değirmendere yoluyla Ermeni ve Rumları yendiler. 25 Şubat 1918’de imzâlanan Brest-Litovsk Antlaşması ile Trabzon yeniden Türk hâkimiyetine geçti.

Trabzonlular Millî Mücâdelede (İstiklâl Harbi) büyük hizmetler verdiler. Cumhûriyetin îlânından sonra Trabzon kendi adını taşıyan ilin merkezi oldu.Trabzon ili karakalem portre,resim,kurs,sitesi,Web sitemişz üzerinden sevdiklerinizin fotoğrafını yollayıp çizdirmeniz mümkündür.teslim süresi 2 gündür. Beğenme garantisi vardır.

Tunceli

Tarihi


Doğu Anadolu’nun batısında çok sarp ve dağlık bir bölgede bulunan Tunceli’nin târihi çok eski çağlara dayanır. Tunceli’nin ilk sâkinleri Orta Asya’dan gelen Türk kavimleridir. Tunceli’nin târihi Orta Asya asıllı Türk kavimleriyle başlar. Daha sonra da Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hitit Türkleri bu bölgeyi kendi sınırları içine dâhil ettiler. Hititler iktidar ve iç savaşlarla zayıflayınca sırasıyla Hurriler, Babiller ve Asurlar bu toprakları hâkimiyetleri altına aldılar. M.Ö. 6 ve 4. asırda Medler ve onların yerine geçen Persler bu bölgeyi ele geçirdiler. M.Ö. 4. asırdaMakedonya Kralı İskender, Anadolu’nun büyük kısmı gibi bu bölgeyi de imparatorluğuna kattı. İskender’in ölümü üzerine bu bölge zaman zaman İran asıllı Ermeni derebeylerinin işgâline uğradı. Bilâhare Roma İmparatorluğu Anadolu’nun büyük kısmını ve bu bölgeyi Romaİmparatorluğuna bağladı. Tunceli, Partlar ile Romalılar arasında zaman zaman el değiştirdi.

M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu ikiye bölününce Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. Bizanslılar, doğudan gelecek akınlara karşı çok sarp dağlık ve tabiî bir kale durumu arz eden Tunceli bölgesine büyük önem verdi. Bizans İmparatorlarından Leon Çimişkes, bu bölgede doğdu ve gençliğini burada geçirdi. Bizans İmparatoru olunca doğduğu köyü îmar edip büyük bir şehir hâline getirerek, “Çimişkesopolis” ismini verdi. Bugün bu şehir “Çemişgezek” ismiyle anılır. Sâsânîler birkaç defâ bölgeyi ele geçirdilerse de Bizans bu bölgeyi Sâsânîlerden geri aldı. İslâm orduları, 7. asır ortalarında bölgeyi fethettiler ve Çemişgezek’i îmar ettiler. İslâm devletlerindeki iç karışıklıkları fırsat bilen Bizanslılar bölgeyi yeniden ele geçirdiler. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Alparslan’ın komutanlarından Saltık bin Ali Kasım tarafından fethedilerek merkezî Erzurum’da bulunan Saltıkoğulları Türk Beyliğine katıldı.

1201’de Saltıkoğulları Türk Beyliği, Anadolu Selçuklu Devleti tarafından kaldırılınca Tunceli, 1252 yılına kadar merkezi Erzincan’da bulunan Türkmen Mengücükoğulları Türk Beyliğine ve bir ara Artukoğulları Türk Beyliğine dâhil oldu. Mengücükoğulları Türk Beyliğine son verilince bu bölge Türkiye Selçuklu Devletine ve başşehir Konya’ya bağlandı.

Moğol istilâsında tahrip ve yıkımdan, arâzinin sarplığı sebebiyle kurtulunca bâzı Türk boyları bu emniyetli bölgeye göç ettiler. Esâsen Dersim halkının aslı Horasan’dan gelen Türk boylarıydı. Buradaki Türk boyları Çemişgezek Beylerinin sesini duyurmaya başladılar. Celâleddîn Harezmşah bu bölgede bir şaki tarafından öldürüldü.

On üçüncü asır sonlarında İlhanlılar, sonra da Celâyirliler, Tîmûrlular, Karakoyunlular ve Akkoyunlular bu bölgeye hâkim oldular.

İran Safevî Şahı İsmâil, bölgeyi ele geçirmek için bu havâlide yoğun bir Şiî propagandası başlattı ve bu bölgeyi Hacı Rüstem Bey, Şah İsmâil’in temsilcisi, Nur Ali’ye teslim etti. İsmâil’in Anadolu’yu ele geçirme plânını daha Trabzon Vâliliği esnâsında müşâhade eden Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmâil’e karşı sefere çıktı ve Çaldıran Zaferini kazanarak bu bölgeyi 1514’te Osmanlı Devletine dâhil etti. Hacı Rüstem Bey îdâm edildi ve oğlu Pir Hüseyin Beyin cesâret ve dînine bağlılığını takdir ederek kendisine Çemişgezek Beyliği verildi. Pir Hüseyin Bey derhal Nur Ali ile mücâdele ederek Nur Ali’yi ve kuvvetlerini yendi. Pir HüseyinBeyin ölümünden sonra Çemişgezek 4 sancak ve 14 zeamete ayrılarak oğulları arasında Kânûnî Sultan Süleymân Han tarafından taksim edildi. Bu dört sancak Çemişgezek, Pertek, Sağman ve Mazgirt’tir.

Çemişgezek ile Pertek, Diyarbakır Beylerbeyliğine bağlı iki sancaktı. Tanzimatta Çemişgezek ve Pertek sancakları birleştirilerek Dersim Sancağı ismini aldı ve Elazığ’a bağlandı. Merkez Hozat’a nakledildi. Birinci Dünyâ Harbine kadar bu şekilde idâre edildi. Birinci DünyâHarbinde Ruslar, Pülümür’e kadar ilerlemişlerse de Türklerin kahramanca direnişi karşısında çok zâyiat verdiler. Bu çarpışmalarda Rus ölüleriyle dolan dereye “Leş Deresi” denir. Rus birlikleri Tunceli halkının kahramanca mücâdele ve direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kaldılar.

Cumhûriyet devrinde bu bölge önce “Dersim” sonra da “Tunceli” ismiyle il oldu. Tunceli ili 30 Aralık 1946’da kurulmuştur.Tunceli iline karakalem portreleriniz çizilip yollanır.teslima 2 gündür.

Şanlıurfa

Tarihi


Peygamberler şehri diye anılan Urfa’nın 8000 yıl öncesine kadar uzanan zengin bir târihi vardır. Hatta hazret-i Âdem ile Havva’nın bir müddet Urfa’da kaldığı rivâyet edilir. Arap târihçilerine göre “Tufan”dan sonra hazret-i Nûh tarafından kurulan 18 şehirden biri de Urfa’dır. Böylece Urfa ilk yerleşim merkezlerinden biridir. Kuruluşundan bu yanaUrfa, yüzlerce efsâne ve hikâyeye konu olmuştur.Şanlıurfa karakalem organize sergiler şanlıurfa belediyesince düzenlenir.

Urfa bağrında kurulan dünyânın ilk üniversitesi olarak bilinen Harran Üniversitesi ile ilk çağların kültür merkezi olmuştur. Urfa her köşesinde ve her taşın altında (târihi eser) efsâne yatan Efsâneler şehridir. Urfa Sümerler ve eski Babillilerin nüfûzu altında kalmıştır. Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hitit İmparatorluğu bu bölgeyi sınırları içine almıştır. Hititlerden sonra Âsurlular, onlardan sonra da Babilliler tekrar Urfa bölgesini ele geçirdiler. Medler Babilleri yenice bu bölge ve Bâbil topraklarını Medler ele geçirdiler. Medlerin yerine geçen Persler bu bölgedeki hâkimiyetlerini devam ettirdiler. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, İran Pers Devletini yenerek ortadan kaldırınca bu bölgeyi Makedonya İmparatorluğu topraklarına katmıştır. Makedonya Kralı İskender ölünce, imparatorluk komutanları arasında paylaşıldı. Bölge, Asya İmparatorluğu Salevkosların payına düştü.

Hurrilerin yaşadıkları Murri-Mitanni Devleti bu bölgede kuruldu. Krallığın başşehri “Vaşşugar” bugün Suriye sınırı üzerinde Habur Nehri doğusunda Resûleyn kasabasıdır. M.S. 1. asırda Romalılar bölgeye erişmişlerse de Urfa şehri Roma ile Patlar ve bunların yerine geçen Sasaniler arasında mücâdele konusu oldu. Pat ve Sasaniler bölgeyi daha çok ellerinde tuttular. M.S. 395’teRoma İmparatorluğu bölününce, Fırat ve Torosların ötesi olan Doğu Anadolu bölümü bütün Anadolu gibi Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü ve bu bölge Bizans ile İran arasında jeopolitik mücâdele konusu oldu. Bizans devrinde Urfa’ya Edessa dendi ve bu şehirde Arâmi kültürü ve Sâmiler hâkim oldu. Arâmi kralları Bizans ve İran’a harac vermek sûretiyle varlığını devam ettirdiler.

Asr-ı Saadette, hazret-i Ömer’in halifeliği zamânında Urfa, Müslümanlar tarafından fethedilerek İslâm devletine katıldı. Abbâsîler devrindeyse Urfa ve Harran, iki mühim yerleşim ve kültür merkeziydi.

1086’da Selçuklu Türkleri bölgeyi Emir Bozan Bey emrindeki Türk ordusuyla Bizans’tan alarak fethetti. Birinci Haçlı Seferinde Urfa, Lâtinlerin eline geçti. Burada bir Haçlı Devleti kuruldu. 1098-1146 arasında 48 sene içinde Fransız asıllı 4 kont, Haçlı Devletini idâre etti. Zengilerin başkumandanlığındaki Türk orduları bu kontları yenerek esir aldılar ve nihâyet Nûreddîn Zengi Urfa’yı geri alarak kontluğa (Haçlı Devletine) son verdi. Urfa topraklarında Beyteginler isimli bir Türk hanedanı 1144’ten 1233’e kadar 89 yıl beylik kurdu ve bu devlet Zengilere, Artukoğullarına, Eyyûbilere ve Anadolu Selçuklu Devletine tâbi olarak varlığını devam ettirdi.

On üçüncü asır ikinci çeyreğinden sonra İlhanlılar, Türkleşmiş İran Moğolları ve Mısır-Suriye Türk Memlûk İmparatorluğu bölgeye hâkim oldular. Akkoyunlular ve Karakoyunlular Mısır-Suriye Türk Memlûk Devletine tâbi olarak bu bölgeyi ele geçirdiler.

Yavuz Sultan Selim Han 1516’da Urfa ve civârını Osmanlı Devleti sınırları içine kattı. Urfa, Osmanlı Devrinde 8 sancaklı “Rakka” beylerbeyliğinin (eyâletinin) çok defâ merkezi oldu. Osmanlı Devrinde “Ruhâ” veya “Urfa” ismiyle anıldı. Kânûnî Sultan Süleymân Han Irakeyn Seferine giderken iki gün Urfa’da kaldı. Osmanlılar zamânında Urfa önemli bir şehir olmak sıfatını muhâfaza etti ve mühim şahsiyetler yetiştirdi. Urfalı meşhurların sonuna Ruhâvî, Rehâvî veya Urfalı lakabı eklenmiştir. Şâir Nâbi Urfalıdır.

Tanzimattan sonra Urfa, Halep vilâyetinin (eyâletinin) 5 sancağından (vilâyetinden) birine merkez oldu. Sancağın 5 kazâsı bulunuyordu. Bilâhare Halep’ten ayrılarak müstakil sancak oldu.

Birinci Dünyâ Harbinden sonra 7 Mart 1919’da İngilizler tarafından işgal edildi ve 1 Kasım 1919’da Urfa’yı Fransız işgal kuvvetlerine devrettiler. Fransızlar Urfa’da bulunan Ermeni azınlığını silahlandırarak, Ermenilere aşırı imtiyazlar tanıdılar. Türklere âit malları Ermenilere devretmeye başladılar. 29 Aralık 1919’da Urfa’ya tâyin olan hemşehrileri Jandarma Komutanı Yüzbaşı Ali Saip (Ursavaş) Beyin liderliği altında Fransızları kovmak için teşkilât kurdular. Siverek’ten Said Bey idâresinde Badıllı Aşiretiyle güneyde Aneze Aşireti Reisleri düşmanı kovmak için gönüllülerini bu teşkilâta verdiler. 15 Ocak 1920’de başlaması düşünülen savaş ikmal zorlukları ile 8/9 Şubat 1920’ye tehir edildi. Millî Kuvvetler Fransız işgal birlik komutanına ültimatom vererek yirmi dört saat içinde Urfa’yı terk etmesini istediler. Fransızlar reddedince 9 Şubatta Millî Kuvvetler Urfa’nın yarısını ele geçirdiler. Urfa köylüleriyse Suruç ve Birecik’teki Fransız birliklerini kuşattılar. 12 Şubat’ta şiddetli çarpışmalar oldu. Urfa Müdâfaası 60 gün sürdü. Fransız askerleri atlarını kesip yemeye başladılar ve cephaneleri tükendi. Paris Gazetelerinde asker âilelerinin yazdığı:

“Haçlı Seferlerinde yüzbinlerce Hıristiyana mezar olan Türk Yurdu Anadolu’ya, evlatlarımızı bile bile ölüme göndermeye râzı değiliz. Hükümet istifâ etsin!” şeklinde mektuplar çıktı. Bir Fransız teğmenin:

“Marsilya’dan ayrılıyoruz. Bile bile Türkiye’ye kendi mezbahamıza sürükleniyoruz.” şeklinde başlayan hâtıra defteri Fransız kamuoyunda tesirler meydana getirdi.

Nihâyet Fransız işgal birlikleri müzakereyi kabul etiler. Urfalıların verdiği 60 deve, 20 katır ve Türk askerinin himâyesinde gece karanlığında Urfa’yı terk ederek, Suruç’a gittiler. 11 Nisan 1920 günü duâ, tekbir, gözyaşlarıyla Urfa Kalesine Türk Bayrağı kıyâmete kadar burada kalsın duâlarıyla çekildi. Urfalılar Fransız askerleriyle kahramanca savaşarak Urfayı düşman istilâsından kurtardılar. Cumhûriyet Devrinde bütün sancaklar gibi Urfa da kendi ismini taşıyan ilin merkezi oldu.Benimde ikamet ettiğim güzel şehirlerden biridir ŞANLIURFA ili…karakalem prtre,resim,kurs,eğitici amaçlı makaleler,sanatsal faaliyetler sitesi.karakalemresim.net

Uşak

Tarihi


Uşak ve çevresi çok eski çağlarda iskân edilmiştir. M.Ö. 2500’de Hititlerden evvel Luvi istilâsına uğradığı sanılmaktadır. Bu bölge Hititlerin batı komşusu Arzava ve Akiyyava krallıklarının sınırları içinde bulunuyordu.

Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran ve Anadolu’da târih devresini açan Hitit İmparatorluğuna dâhil oldu. Hitit Devleti iktidar kavgaları ve iç savaşlarda yıkılınca bu bölgeye Frikya krallığı hakim oldu. Daha sonra Lidya krallığının bir parçası oldu. Lidyalılar zamânında, Ege’yi Ortadoğu’ya bağlayan dünyânın ana ticâret yollarından “Kral Yolu” bu bölgeden geçti.

M.Ö. 6. asırda Pers İmparatorluğu Lidya Krallığını yenince, Anadolu’nun büyük kısmı ve bu bölge Perslerin istilâsına uğradı. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Pers İmparatorluğunu yenerek İran’ı ve Anadolu’yu Makedonya İmparatorluğuna kattı. İskender’in ölümü üzerine İmparatorluk komutanları arasında paylaşıldı ve bu bölge “Selevkoslar” Agya İmparatorluğunun payına düştü. Daha sonra bu bölgeyi Bergama Krallığı ele geçirdi. M.Ö. 2. asır sonlarında Romaİmparatorluğu bu bölgeyi Bergama Krallığı ile birlikte topraklarına kattı. M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi Uşak çevresi de Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü.

Bizans devrinde bu bölge zaman zaman, Sâsânî ve İslâm ordularının akınlarına maruz kaldıysa da Bizanslılar 1071 Malazgirt Zaferine kadar bu bölge üzerinde hâkimiyetlerini devam ettirdiler. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra, Selçuklu Hâkanı Alparslan’ın yeğeni Anadolu fâtihi ve Anadolu Selçuklu Türk Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şahın emrindeki Selçuklu Türk Oğuz orduları Uşak ve çevresini fethederek Türk Devletinin sınırları içine kattı.

Birinci Haçlı Seferi, genç Türk Devletini sarstı ve bu darbeden faydalanan Bizans İmparatorları Komnenoslar sâhil Anadolu gibi Uşak ve çevresini de geri aldılar. On ikinci asırda Türkler bu bölgeye devamlı akınlar yaparak Uşak ve çevresini Bizans’tan geri alarak yeniden fethettiler. Uşak; Bizans sınırı(uç) sayılıyordu. Üçüncü Haçlı Seferinin birinci dalgası, Almanya imparatoru Friedrich Barbarossa emrinde buradan geçerek Akdeniz kıyılarına indi.

Sivas ve Kayseri’de saltanatlarından mahrum edilen Danişmendoğulları, Selçuklu Devleti tarafından bu bölgeye yerleştirildiler. Danişmendoğulları her sene Bizans’a karşı savaş açarak sınırları genişletmek ve Süleyman Şah zamânında olduğu gibi Ege Denizine diğer beylikler de Marmara ve Karadeniz’e yeniden ulaşmak için çalışıyorlardı.

On üçüncü asrın ikinci yarısında Anadolu, Moğolların ve onların yerini alan İranlı Moğolların (İlhanlıların) istilâsına uğradı. On üçüncü asır sonlarında İlhanlılar Türkleştiler ve Müslüman oldular. 1308’deSelçuk Hânedanı sona erince, Anadolu Türk Beylikleri, ilhanlıları “Büyük Hâkan” olarak tanıdılar. İlhanlılar yıkılmadan önce Anadolu Beylikleri bağımsız oldu. Danişmendoğullarının bir kolu olan Karasioğulları Marmara ve Çanakkale Boğazlarına ulaşmak için Gediz Vâdisini terk edince, 13. asır sonlarında Germiyanoğulları bu bölgede uçbeyi oldular. Germiyanoğulları eski büyüklüğünü kaybedince, Anadolu’da Türk Beyliğinin kurulması için Osmanlı Devletine Birinci Sultan Murâd Hüdâvendigâr Han zamânında 1380’de tâbi oldular. 1391’de Yıldırım Sultan Bâyezîd Han, Germiyan Beyliğine son vererek, Uşak çevresi Osmanlı Devletine katıldı.

Tîmûr Han ile yapılan 1402 Ankara Savaşından sonra, beylikler tekrar bağımsız oldular. Germiyan Beyliği de Karamanoğullarına bağlı olarak beyliği devam etti. İkinci Yâkup Beyin vasiyeti üzerine 1429’da Germiyan Beyliği ve Uşak, Osmanlı Devletine katıldı.

Osmanlı Devlet Teşkilâtında Uşak, merkezi Kütahya olan Anadolu beylerbeyliğinin (eyâletinin) 14 sancağından (vilâyetinden) biri olarak merkez sancağının bir kazâsı idi.

Tanzimattan sonra merkezi Bursa olan Hüdâvendigâr Eyâletinin (vilâyetinin) 5 sancağından biri olan Kütahya Sancağının kazâ merkeziydi. Birinci Dünyâ Savaşından sonra Yunan işgâline uğrayan Uşak, Yunanlılar tarafından yakılıp yıkıldı. İstiklâl Harbinin büyük çarpışmaları bu topraklarda yapıldı. 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar Başkumandanlık Meydan Muhârebesinden sonra Yunan ordusu yine bu topraklarda büyük bozguna uğradı. Banaz ilçesi yakınlarıdaki Göyem köyü tepelerine sığınan Yunan orduları başkumandanı General Trikopis ile General Diyenis ve diğer komutanlar Çakmaklı Tepede Türk birliklerine teslim oldular. 1 Eylül 1922’de Uşak düşman işgâlinden kurtuldu.

Uşak, Cumhûriyet devrinde Kütahya’ya daha sonra Manisa’ya bağlı bir kaza merkeziyken, 15 Temmuz 1953’te il olmuştur.Uşak ili karakalemportre resim kurs sanat sitesi.Web sitem üzerinden sevdiklerinizin kara kalem portresini çizdirebilirsiniz.karakalem gencler topluluğu çok yakında büyük bir sergi planı...

Van

Tarihi


Van bölgesinin zengin târihi 4000 sene önce Orta Asya’dan göç ederek bu bölgeye yerleşen Hurrilerle başlar. Hurrilerin bir kolu da Mitannilerdir. Hurriler Hititlerle, aynı çağda yaşadılar. Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hititler Van bölgesini Hurrilerin elinden alamadılar. Esâsen Hititler de Orta Asya menşeylidir. Asur ve Babiller hâkimiyetlerini Van Gölü güneyine kadar götürmüşlerse de, bu bölgeyi ele geçiremediler.

Orta Asya’dan gelen Urartular bu bölgeyi Hurrilerin elinden alarak Urartu Krallığını M.Ö. 9. asırda kurdular. M.Ö. 859 ile M.Ö. 612’ye kadar 247 yıl devam eden Urartu Kralığında 12 kral gelip geçti. M.Ö. 713 ile M.Ö. 612 arasında Asur İmparatorluğunun hâkimiyetini kabul ederek krallığı devam ettirdiler. Urartu Krallığının başşehri Van (Tuşba) Asur Dilinde ise (Turuşba) idi. Fakat M.Ö. 830’dan önce Urartu’nun başşehri Van Gölü kuzeynideki “Arzaşkun” idi. M.Ö. 585 senesinde Medler Urartu Krallığına son verdiler. Medlerden sonra onların yerine geçen Persler bu bölgeye hâkim oldular. M.Ö. 331 senesine kadar, Bu bölge Medler ve Perslerin kontrolünde kaldı. M.Ö. 4. asırda (331 senesinde) MakedonyaKralı İskender Pers İmparatorluğunu yenerek sona erdirdi. İskender’in ölümünden sonra Selevkoslar (Asya) İmparatorluğuna dâhil olan bu bölge, sonra Roma İmparatorluğu topraklarına katıldı. Roma İmparatorluğu ile Partlar arasında bu bölge için sık sık savaşlar oldu. Bu bölgedeki Ermeni Derebeyleri bâzan Roma’ya bâzan da Partlara tâbi oldu. Fakat târihin hiçbir devrinde bağımsız bir Ermeni Krallığı kurulamadı. M.Ö. 225’te Partların eline geçen Van, M.S. 226’da Sâsânîlere devredildi.

Roma İmparatorluğunun M.S. 395’de ikiye bölünmesi üzerine bu bölge Doğu Roma (Bizans)ın payına düştü. Bizans’la Sâsânîler bu bölge için zaman zaman savaştı ve bölge devamlı el değiştirdi. Bu bölgedeki Ermeni Derebeyleri bâzan Sâsânî bâzan da Bizans’a tâbi oldular.

M.S. 7. asırda hazret-iÖmer, İran’ı fethederek Pers İmparatorluğuna son verdi. M.S. 675’te hazret-i Ömer zamânında Van fethedildi. Bu fetihten sonra İslâm orduları Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu tamâmen, Anadolu’nun bâzı şehirlerini de kısmen fethederek bu toprakları İslâm devleti topraklarına kattılar. Van civârındaki bâzı Ermeni derebeyleri İslâmiyetle şereflendiler. Müslüman olmayanlarsa o târihte İslâm Devletinin başşehri olanBağdat’a ve halifeye bağlı kaldılar. Van civârında gerek Müslüman olan Ermeniler, gerekse bu bölgeye gelerek yerleşen Müslümanlarla Müslüman beylikler kuruldu. 975’te Mervanoğulları bölgeye hâkim oldu. İslâm devletlerinde iç savaş, iktidar kavgaları başlayıp devlet zayıflayınca Bizans fırsattan istifâde ederek bu bölgeyi yeniden işgâl etti. Bizanslılar bu bölgedeki Müslümanlara ve kendi mezheplerine girmeyen Hıristiyan Ermenilere çok zulüm yapıyorlardı. Van bölgesindeki Müslüman ve Ermeniler, Selçuklu Hâkanı Tuğrul Beyle onun yerine geçen yeğeni Sultan Alparslan’dan yardım (imdat) istediler.

Selçuklu hükümdarı Alparsan 1065 senesinde Van bölgesini fethetti. Bizans İmparatoru Romanus Diogenes büyük bir ordu ile bu bölgeye geldi. 26 Ağustos 1071’de Van Gölünün kuzeyinde Malazgirt’te Bizans ordusu yenildi ve Bizans İmparatoru esir düştü. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra bu bölge Türklerin eline geçti ve Anadolu’nun kapısı açılarak, bütün Anadolu, Türklerin anayurdu oldu.

Selçuklu Devletiyle Türkleşen Van ve civarı Osmanlı hâkimiyetine kadar çoğunluğu Türk olan çeşitli devlet ve beyliklerin eline geçti. Selçuklu ve bunlara bağlı beyliklerden sonra, Musul Atabegleri (Zengiler) Eyyûbiler 1098’de Artukluların, Ermen Şahların, İlhanlılar (Türkleşmiş İran Moğolları) Celayirliler, 1284’de Karakoyunlular, 1467’de Akkoyunlular, Akkoyunluların yerine geçen İranlı Türk Safevilerin hâkimiyeti altında (1507) yaşadı.

Osmanlı Devletiyle Safevî Türk Devleti arasında bu bölge ihtilaf konusu oldu. Yavuz Sultan Selim Han bu bölgeyi fethettiyse de Çaldıran seferinden sonra Safevîler tekrar bu bölgeyi ele geçirdiler. Kânûnî Sultan Süleyman Hanın “Irakeyn (iki Irak) Seferi diye anılan İran Seferinde bütün Doğu Anadolu ve Irak ile berâber fethedildi ve 1534’te Van ve Doğu Anadolu çevresi kesin bir şekilde Osmanlı Devletinin toprağı oldu.

23 Haziran 1534’te Vezir-i âzam Dâmâd Makbul İbrâhim Paşa, Van’ı fethetti ve Suriye Beylerbeyi Hüsrev Paşayı Van Beylerbeyi yaptı. Van Beylerbeyliği Erzurum ve Diyâr-ı Bekr eyâletleri yanında İran’a karşı yapılan seferlerde büyük önem kazandı ve mühim bir sınır eyâleti oldu. Van’da Osmanlılarla Safevîler arasında birçok çarpışmalar (savaşlar) meydana geldi. Bir ara 1535’te Safevîler Van’ı ele geçirince Kânûnî Sultan Süleyman Han on birinci Seferi Hümâyunu sırasında Tebriz dönüşünde Van’ı 1548’de tekrar fethedince İskender Paşa, Van Beylerbeyi oldu.

Tanzimattan sonra da, eyâlet merkezi olan Van’da birçok değerli ve tanınmış devlet adamı beylerbeyliği (vâlilik) yapmıştır. Birinci Cihan Harbinde 20 Mayıs 1915’te Ruslar Van’ı işgâl ettiler. Rusların yardımıyla Van şehrine hâkim olan Ermeniler Ruslar çekildikten sonra burada yaşayan Müslüman ve Türklere çok zulüm yaptılar. Türkleri şehir dışına sürdüler. 2 yıl 10 ay 13 gün süren bir işgâlden sonra Türk ordusu 2 Nisan 1918’de Van’ı işgâlden kurtardı. Ruslarla işbirliği yaparak silâhlı baskın yapan Ermeniler bu bölgeden çıkarıldılar. Ruslar ve Ermeniler işgâl esnâsındaVan’ı yakıp yıkmış ve harâbe hâline getirmişlerdir.

Cumhûriyet devrinde Van aynı ismi taşıyan ilin merkezi olmuştur. 1950’den sonra hızla gelişmeye başlamıştır.Van iline karakalem portre veresimler 2 günde teslim edilir.kurs,eğitim amaçlı makaleler blogum kısmındadır.

Yozgat

Tarihi


Yozgat ili Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Alişar Höyüğünde 5000 sene önceye âit eserler bulunmuştur. Yozgat il toprakları Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran veAnadolu’da târih devrinin başlangıcı kabul edilen Hititlerin sınırları içinde ve en kalabalık yerleşme merkezlerinden biriydi. M.Ö. 1500-2000 yılları arasında kurulan Hitit Krallığının merkezi Hattuşaş, Yozgat il sınırları içindedir.

Sâmi Asurlular Kızılırmak’ı geçerek buraya kadar gelmişlerse de, bu bölgeye hâkim olamamışlardır. Frikya ve Lidya krallıkları bu bölgeye devamlı hâkim olamadılar.

M.Ö. 6. asırda Presler Anadolu’nun mühim kısmını ve bu bölgeyi istilâ ettiler. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Pers Devletini yenerek Anadolu ve İran’ı krallığına kattı. İskender’in ölümü üzerine imparatorluk komutanları arasında taksim edilerek Anadolu, Asya İmparatorluğu (Selevkoslar Devleti)nin payına düştü. Az sonra bu bölge Kapadokya Krallığına geçerek Kayseri’den idâre edilmiştir.

M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu bütün Anadolu gibi bu bölgeyi de kendi toprakları içine kattı. M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu ikiye bölününce Anadolu Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü.

İslâm orduları ve Sâsânîler zaman zaman Bizans’ın elindeki bu bölgeye akınlar yapmışlarsa da bu bölgeyi devamlı olarak ellerinde tutamadılar.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu fâtihi ve Anadolu’da ilk Türk devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Gâzi Süleymân Şah başkumandanlığındaki Selçuklu Oğuz orduları, bütün Anadolu gibi Yozgat bölgesini de fethederek 1077’de kurulan Selçuklu Türk Devletine kattı. Bir ara Danişmendoğullarının nüfûzuna giren bu bölge, devamlı Konya’ya yâni, Anadolu Selçuklu Türk Devletine bağlı kaldı. 1308’de Selçukoğulları Hânedanı düşünce, Anadolu gibi bu bölge de İlhanlı Devletine bağlandı.

İlhanlıların sonuncu Anadolu Genel Vâlisi Uygur Türklerinden Eratna Bey 1335’te Sivas’ta istiklâlini îlân edince bu bölge Eretna Beyliğine geçti. Bu topraklar 1380’de Selçukoğullarından Melik Rükneddîn’e intikal etti. 1398’de Kâdı Burhâneddîn öldürülünce Sultan Yıldırım Bâyezîd Han bu bölgeyi 1398’de Osmanlı Devletine kattı.

Tîmûr Han 1402-1403 senelerinde Yozgat’ı ele geçirdi. Tîmûr Han Anadolu’yu terk edince Çelebi Sultan Mehmed Han bu bölgeyi Osmanlı Devleti sınırlarına yeniden kattı. Bu târihten îtibâren Osmanlı Devleti yıkılıncaya kadar Yozgat bir İç Anadolu şehri olarak Osmanlı idâresinde yaşadı.

Türkmen beylerinden Çapanoğlu Ahmed Paşa Yozgat’ı yeni baştan îmâr etti. Bu zat 1762-1813 arasında 51 yıl vâlilik yaptı. Bir ara Çorum, Kayseri, Ankara, Amasya, Çankırı, Niğde, Tarsus bu âilenin idâresine verildi. Sultan İkinci Mahmûd Han zamânında idârî değişiklikler olunca, Üçüncü Çapanoğlu Süleymân Beyin büyük oğlu Celâleddîn Paşa vezir (mareşal) olarak devlet hizmetinde çalıştı. Diyarbakır, Halep, Maraş, Erzurum, Adana ve Kayseri vâliliği yaptı ve 1846’da vefât etti. Çapan (Çapar) veya Cebbaroğullarından Ahmed Paşa ve oğulları Hacı Mustafa ile Süleymân Bey; Ömer Ağa ve Müderris Abdülcebbar ve Abdülfettah Efendiler bu âileden olup, devlete büyük hizmetleri oldu.

Osmanlı devrinde “Bozok” denilen ve aşağı yukarı bugünkü Yozgat topraklarını içine alan Sancak (vilâyet), Sivas Beylerbeyliğinin (eyâletinin) 8 sancağından biriydi. Tanzimattan sonra ise Ankara vilâyetinin (eyâletinin) beş sancağından biri oldu. Üç kazâsı vardı.

Cumhûriyet devrinde sancaklara (mutasarrıflıklara) vilâyet (il) denilince Yozgat vilâyet oldu.Yozgat ilinde karakalem portre çizen ,ders veren yerler,kursalar,sanatsal çalışmalar v.s

Zonguldak

Tarihi


Zonguldak ve çevresinin târihi Hititlerle başlar. Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hitit İmparatorluğu bu bölgeyi sınırları içine dâhil etti. Bu devirde bu bölgeye verilen isim “Palla”dır. Hitit İmparatorluğu iç savaşlar ve iktidar kavgaları ile zayıfladı ve nihâyet yıkıldı.

Hititlerden sonra Anadolu’ya ve dolayısıyla bu bölgeye Firigya Krallığı hâkim oldu. Frigya Krallığının yıkılışı ileAnadolu’ya ve bu bölgeye Lidya Krallığı hâkim oldu. M.Ö. 6. asırda Pers İmparatorluğu Lidya ordusunu yenerek topraklarını kendisine kattı. Bu sıralarda Dorlu Rumları Ereğli’de (Herakleis) ve Amasra’da (Amastris) ticârî koloniler kurdular. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Pers İmparatorluğunu yenerek Anadolu ve İran’ı Makedonya Krallığına kattı.

Makedonya Kralı İskender’in ölümü üzerine bu bölge Pers asıllı, fakat Rumlaşmış, Pontus Krallığı tarafından alındı. Karadeniz’in kuzeyi (Kırım) ve güneyi(Kuzey Anadolu sâhilleri) Pontus Krallığının elinde olup, batısında Bitinya Krallığı ve güneyinde Galata Krallığı bulunuyordu.

M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu Anadolu’da bulunan Pontus, Bitinya, Galata, Bergama, Kapadokya ve diğer krallıklara son vererek bütün Anadolu’yu Roma İmparatorluğu sınırları içine kattı. M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu ikiye bölününce Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. Bizanslılar devrinde Bizans topraklarına İslâm orduları ve İranlı Sâsânîler pekçok akınlar yapmışsa da bu bölge akınlardan uzak kalabilen nâdir bölgelerden biridir.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra bütün Anadolu gibi bu ölgeyi de AnadoluFâtihi ve Anadolu Türk Devletinin kurucusu Selçuklu Oğuzlarından Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah fethetmiştir. Bunun üzerine Hıristiyan dünyâsı, Bizans’ın dâveti ve papalığın teşviki ile Haçlı Seferlerini başlatmışlardır. Yirmi beş sene Haçlı Seferleri sebebiyle Anadolu içlerine çekilen Selçuklulardan Batı, bilhassa sâhil şehirlerinden çoğunu Bizans yeniden işgal etmiştir. Zonguldak bölgesi de Bizans’ın geri aldığı yerlerden biriydi. 1204’te Dördüncü Haçlı Seferinden sonra Cenevizliler Karadeniz ticâretine hâkim oldular. Amasra, Ereğli ve Filyos’ta Ceneviz siteleri kurdular.

On üçüncü asırda bu bölge (Amasra hâriç) tamâmen Türkler tarafından yeniden fethedilmiştir. 1291’de Candaroğulları Beyliği başşehrini Eflani’de kurmuştur. Daha sonra başşehir Kastamonu’ya taşındı. (Eflani Zonguldak’a bağlı bir kaza merkezidir). Candaroğulları sonraki isimleri (İsfendiyaroğulları) 1326’da Safranbolu’yu fethettiler.

Candaroğulları 1309 senesine kadar Selçuklu Devletine (Konya’ya) bağlı oldular. 1309’dan sonra İlhanlılara tâbi oldular. 1392’de Yıldırım Bâyezîd Han, Zonguldak ve Kastamonu bölgesini ele geçirdi. Bu sırada Osmanlı Devletiyle Cenevizliler arasında dostluk devam ettiğinden Ereğli ve Amasra Cenevizlilerin elinde kaldı.

Yıldırım Bâyezîd Han 1402 Ankara Savaşında Tîmûr Hana yenilince, Osmanlı Devleti “Fetret Devri” denilen bir devre içinde sıkıntılı günler geçirdi. Osmanlı Devleti taht kavgaları ile parçalanma durumuna geldi. Osmanlı Devletini yeniden şahsında birleştiren Çelebi Sultan Mehmed Han bu bölgeye hâkim oldu. Fetret Devrinden sonra Osmanlı Devleti yeniden eski gücüne ulaştı ve seferler ve genişleme başladı.

Fâtih Sultan Mehmed Han 1459’da Amasra’yı Cenevizlilerden alarak fethetti. Bu sefer Fatih’in Güney Karadeniz’i (Anadolu’nun kuzey sâhillerini) Osmanlı Devletine katan üç seferinden ilki idi. Zonguldak’ın toprakları içinde Osmanlı devrinde hiçbir sancak (vilâyet) yoktu, hepsi Anadolu Beylerbeyliğine bağlı 14 sancaktan biri olan Bolu’ya bağlı idiler.

Tanzimattan sonra bu kazâlar Kastamonu vilâyeti (eyâletine) bağlandılar.

Osmanlı devrinde her türlü istilâ ve savaştan uzak kalan bu topraklar üstünde insanlar sükûnet içinde yaşamıştır. Târihî hiçbir mühim vak’aya sahne olmamıştır. On dokuzuncu asır başlarında gemilerde buhar gücü kullanıldığı için kömür büyük önem kazandı. Ticâret gemileri gibi savaş gemileride buharla çalışıyor ve buhar da kömürle temin ediliyordu. Henüz Osmanlı topraklarında kömür bulunamamıştı. Sultan İkinci Mahmûd Han, Osmanlı toprakları içinde mâden kömürü bulacaklara mükâfat vereceğini bir fermanla îlân etti. Orduda da askerlere mâden kömürü tanıtılarak terhislerinde memleketlerinde bu mâdeni aramaları ders olarak anlatıldı.

1829 senesinde Ereğli ilçesinin Kestanelik Köyünde oturan Uzun Mehmed bir gün deniz kenarına inmişti. Bir fırtına sebebiyle “limancık” isimli kuytu bir köşeye sığındı. Isınmak için ateş yaktı. Az sonra ateş etrafındaki siyah taşların yanarak kor hâline geldiğini görünce “Buldum, kömürü buldum” diye bağırdı. Çünkü askerlikte deniz eri iken öğretilenlere çok benziyordu. Bu yerden bir küfe dolusu kömürü sırtına yükleyip “Alaplı” yolundan İstanbul’a geldi. İstanbul’daki ilgililere başvurdu. Yapılan incelemelerde bunun kömür olduğu anlaşılarak Pâdişâhın fermanı ile Uzun Mehmed’e 30 altın mükâfat ve ölünceye kadar 6 altın maaş bağlandı. “Kara elmas” denilen kömür yatağını bulan ve ülkeye önemli bir yeraltı zenginliğinin kazandırılmasında yer alan Uzun Mehmed’in hâtırası için Zonguldak’ta bir anıt dikilidir.

Kömür mâdeni sebebiyle Zonguldak gittikçe gelişti. Cumhûriyet devrinde ise en çok gelişen birkaç şehirden biridir. Ereğli Demir ve Çelik Tesisleri ile Zonguldak daha büyük hızla kalkınmıştır. Cumhûriyet devrinde il olan Zonguldak demiryolu ile Ankara’ya bağlanmış ve liman tesisleri yapılmıştır.Nufus oranına göre çokca karakalem portre ve resim yolladığım illerden birdir Zonguldak.Web sitem üzerinden sevdiklerinizin fotoğrafını yollayıp çizdirebilirsiniz .Zonguldak kara kalem portre teslimi 2 gündür.

Aksaray

Tarihi


Aksaray, çok eski devirlerden beri bir yerleşim merkeziydi. Önemli bir ticaret merkezi olan şehir, sırası ile Asur, Hitit, Kapadokya Krallığı ve Roma İmparatorluğunun egemenliği altına girmiştir. 666’da İslam orduları tarafından fethedildi. Bir süre Bizans ve İslam hakimiyeti arasında el değiştiren Aksaray, 1076’ta Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından Selçuklu topraklarına katıldı. 1318’de Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılması ile yöre Karamanoğullarının hakimiyeti altına girdi. İlk defa 1398’de Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına katılan şehir, on beşinci asırda kesin olarak Osmanlı yönetimi altına girdi. Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethedince, Aksaray halkının bir bölümü İstanbul’a yerleşti ve bu yere Aksaray semti adı verildi.

Aksaray, Osmanlı Devleti zamanında Konya vilayeti Niğde sancağına bağlı kaza merkeziydi. 1924’te il merkezi yapılan Aksaray, 1933’te ilçe merkezi olarak Niğde’ye bağlandı. 15 Haziran 1989’da tekrar il merkezi haline getirildi.Aksarayda karakalem portre,yağlı boya çizen yerler.web sitesi..karakalem portre siparişi verebileceğiniz en güzel sitedesiniz.Aksaraya karakalem portre teslim süresi 2 gündür.sanatla kalınız.

Bayburt

Tarihi


Eski devirlerde Haldilerin yaşadığı sahada bulunan Bayburt, daha sonra sırasıyla Urartu, İskit, Med, Pers, Makedonya ve Potnus krallıklarının egemenliği altında kaldı. M.Ö. birinci asırda bir müddet Roma İmparatorluğunun hakimiyetine girdi ise de bu imparatorluğun 395'te ikiye ayrılması üzerine, Doğu Roma (Bizans) toprakları içinde kaldı.

1071 Malazgird Zaferinden sonra Anadolu içlerine yerleşmeye başlayan Türkler, 1072'de Bayburt'u fethettiler. Bayburt 1202'ye kadar bazan Erzurum'da hüküm süren Saltukların, bazan da Danişmendlilerin elinde kalmıştır. 1202'de Anadolu Selçuklularının hakimiyeti altına girdi.

Tuğrul Şah, Trabzon İmparatorluğundan gelecek hücumlara karşı Bayburt Kalesini yeniden inşa ve tahkim etti. Kalede, kendi ad ve ünvanlarını taşıyan kitabeler mevcuttur. Tuğrul Şah, Bayburt'ta çıkan gümüşten istifade ederek, 1216 tarihinde Erzurum'da para da bastırdı.

1243 Kösedağ Savaşını müteakib Moğolların Anadolu'yu istilasından sonra, yapılan anlaşma gereğince, Bayburt uzun süre Selçukluların elinde kaldı.

İlhanlılar devrinde, Tebriz-Trabzon yolu üzerinde bulunması dolayısıyla daha da gelişen Bayburt, Ceneviz ve Venedik kervanlarının konakladığı bir yer idi. Moğolistan'a giderken buraya uğrayan Marco Polo, Bayburt'un zengin gümüş madenlerine sahip olduğunu kaydeder. İlhanlılar zamanında Bayburt'ta Mahmudiye ve Yakutiye medreseleri inşa edilmişti.

Son İlhanlı hükümdarı Ebü's-Said Bahadır Hanın ölümünden (1334) sonra Bayburt, Eretnaoğullarının idaresine geçmişti. Zaman zaman Erzincan emirlerinin de eline geçmiştir.

Bayburt 1410'da Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf tarafından zaptedilmişse de sonradan Akkoyunluların eline geçti. Uzun müddet Akkoyunluların elinde kalan Bayburt ve havalisi, 1501'de Safevilerin eline geçti. 1514'te de Yavuz Sultan Selim Hanın Çaldıran Zaferiyle Osmanlılar tarafından fethedildi. Osmanlıların son devirlerinde Rus işgaline uğradıysa da, 1918'de kurtarılmıştır. Gümüşhane'ye bağlı ilçe merkeziyken 14 Ağustos 1989'da il merkezi haline getirilmiştir.Bayburtta karakalem portre çizen yerler aramanıza gerek yok.Web sitemiz üzerinden karakalem sçalışmalrımıza bakabilir.kişiye özel çizimler yaptırabilirsiniz.

Şırnak

Tarihi


Hakkında yeterli bilgi bulunmayan Şırnak’ın târihî gelişimi Hakkari, Siirt ve Mardin illeri târihiyle aynıdır. Bölge uzun süre Bitlis,Cizre ve Hakkari’deki aşiret reislerine bağlı olarak yönetildi. On altıncı asırda Osmanlı hâkimiyetine giren ilde, aşiret reislerinin idâresi devam etti. İl toprakları 19. asır sonlarına doğru Diyarbakır ve Van vilâyetleri sınırları içindeydi. Şırnak 1927’de Siirt’e bağlı ilçe oldu. 16 Mayıs 1990’da 3647 sayılı kânunla Beytüşşebab, Cizre, İdil, Silopi ve Uludere ilçeleriyle birleştirilerek il yapıldı.Şırnak ili sanatsal karakalem portre ve resim sitesi.sipariş verebilirsiniz.sevdiklerinizin portresini yaptırabilirsiniz.teslim süresi 2 gündür.

BAYBU Hakkında Bilgi


Bartın, Batı Karadeniz'de doğal güzelliği, plajları, tarihi yapıları, mağaralarıyla ilgi çeken bir ildir.

İLÇELER: Bartın ilinin ilçeleri; Amasra, Kuruçaşile ve Ulus'tur.

Amasra: Şehir merkezi, Bartın'ın kuzeyinde dik yamaçları Karadeniz'le buluşturan yedi tepe, beş yarımada ve iki ada üzerinde kurulmuştur.İlçe’ de önemli gelir kaynaklarından biri turizm sektörüdür. Eşsiz doğal yapısı, 3000 yıllık tarihi dokusu 1940’ lı yıllardan beri Amasra’ yı turizm cazibe merkezi yapmıştır. Son yıllar da turizm alt yapı sorumlularının da giderildiği Amasra, yaz – kış turistlerin akınına uğramaktadır.

Kuruçaşile: Şehir Merkezi, Bartın'ın kuzey doğusunda zeytin ve sandal burunları ile sınırlanan koylar üzerinde kurulmuştur.Karaman Meydan köyleri arasında fok balıklarına mahsus 10x10x10 ebadında kıyı mağarası vardır.

Ulus: Bartın'ın güneydoğu yönünde, Ulus ve Eldeş çaylarının birleştiği bir vadide kurulmuştur. Ulukaya Köyü yakınında şelale ve kanyon oluşmuştur.

NASIL GİDİLİR?

Bartın'a ulaşımın büyük bir bölümü karayolu ile sağlanır.

Karayolu: Bartın İlinin toplam karayolu uzunluğu 281 km olup, bunun 142 km'si devlet yolları, 139 km'si de il yolları ağında yer alır. İlde otoyol yoktur.

Bartın’ın şehirlerarası ulaşımını sağlayan karayolu; batıda Çaycuma-Devrek (Zonguldak) - Mengen-Yeniçağa (Bolu), güneyde de Safranbolu (Karabük)-Gerede (Bolu) üzerinden E-80 Otoyolu ile E-5 Devlet yoluna ulaşmaktadır. Doğuda Cide (Kastamonu), güneyde de yine Safranbolu (Karabük) üzerinden Orta ve Doğu Karadeniz ve İç Anadolu’ya açılmaktadır.

Demiryolu: Bartın'a en yakın Demiryolu istasyonu 38 kilometre uzaklıktaki Saltukova'dadır (Zonguldak).

Havayolu: Bartın'a en yakın havaalanı 38 kilometre uzaklıktaki Saltukova (Zonguldak)'dadır.

Denizyolu : Sahil kenti olan Bartın’da uluslararası liman olarak hizmet veren Bartın limanı aynı zamanda yolcu giriş-çıkış kapısıdır. İlde Bartın limanı ile birlikte Amasra ve Kurucaşile limanları ulusal ticari limanlar olarak hizmet vermektedir.

GEZİLECEK YERLER

Müzeler ve Örenyerleri

Amasra Müzesi
Adres: Kum Mah.
Dereoğlu Sok. No:4 Amasra -
Bartın Tel: (378) 315 10 06

Antik Tiyatro: Roma dönemine aittir. Amasra’da Aya Yorgi Tepesi’nin güney yamacındadır. Sahne binası ve oturma sıralarının bulunduğu bölümler tahrip olmuştur. Halen mezarlık olarak kullanılmakta olup, sadece giriş kapısına ait kalıntılar görülebilmektedir.

Roma Dönemi Kalıntıları: Halk arasında “Bedesten” olarak adlandırılan kalıntılar Amasra’ya yaklaşık 3 km. uzaklıktadır. Roma dönemine aittir. Büyük bir yapıttır. Kalıntıların, gymnasion veya Roma hamamı olabileceği de tartışılmaktadır. Geç dönemde ticari amaçlarla da kullanıldığı ve “Bedesten” adını da buradan aldığı sanılmaktadır.

Akropol: Amasra’da Bedesten’in güneybatısındadır. Surlardan çok az bir kısmı ayaktadır. Burada bulunan bazı sütunlar Amasra Müzesi’nde sergilenmektedir.

Kaleler

Amasra Kalesi: İki ana kütleden oluşmaktadır. Boztepe Adası’nda ve Zindan Mahallesi’nde yer alan kütleler “Boztepe Kemeri” denilen bir köprü ile bağlanmaktadır. Boztepe’de yer alan ve “Sormagir Kalesi” de denilen yapı Roma dönemine aittir. Kalenin güney surları 200 m. olup, üzerinde 6 burç bulunmaktadır. Zindan Mahallesi’nde bulunan kısım ise 300 m. uzunluğunda ve 50 m. genişliğinde bir alan çevrelemektedir. Ortalama yüksekliği 17 m’dir. Amasra Kalesi özellikle Cenevizliler tarafından yoğun biçimde kullanılmış, 14. ve 15. yüzyıllarda ciddi onarımlar görmüştür.

Camiler ve Kiliseler

Halilbey Camii (Yukarı Cami): Bartın şehir merkezindedir. 1872 yılında Halil Bey tarafından yaptırılmıştır. Kubbesiz, dikdörtgen planlı, iki pencere ile aydınlanan kagir bir yapıdır.

İbrahimpaşa Camii (Orta Cami): yerleribrahimpasacami.jpg]Bartın çarşısındadır. Bosna Valisi İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yapım yılı bilinmemekle birlikte 150 yıllık bir geçmişe sahip olduğu tahmin edilmektedir, 1864 ve 1897 yıllarında iki yangın geçirdiği, 1898 yılında yeniden yaptırılarak 1901 yılında ibadete açıldığı bilinmektedir. 1968 yılında deprem sonrası tamir görmüştür. 12'si büyük kubbenin etrafında olmak üzere 32 pencerelidir.Kare planlı, tek kubbeli ve tek minarelidir. Ana malzeme; köşelerde blok kesme taş, diğer kısımları moloz taştır. Altında 11 adet dükkân bulunmaktadır.

Fatih Camii : 9. yüzyılda Amasra Kalesi içinde yapılmış eski bir Bizans kilisesidir. Amasra'nın fethi sırasında 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye çevrilmiştir.

İçkale Mescidi: Amasra Kalesi içinde, eski bir şapeldir. 15. yüzyılda mescide dönüştürülmüş, 1930 yılında ibadete kapatılmıştır.

9. yüzyılda çok itinalı bir tuğla-taş örgü sistemi ile yapılan şapel, 11x7 m. boyutlarındadır. Ambon tonozunda "İsa Peygamber’in Göğe Yükselişi" (Ascension) sahnesini hatırlatan izler; ambon, narteks ve duvarlarının ise, renkli ve dinsel konulu duvar resimleri (fresk) ile süslü olduğu görülmektedir. Ancak duvarlar ince bir sıva ile kapatıldığından, bu freskolar zamanla düşen sıva tabakaları altından yer yer ortaya çıkmakta ve tahribata uğradığı anlaşılmaktadır.

Aya Nikolas Kilisesi: 1319 yılında Bartın merkezinde yaptırılan ve 1936 yılından itibaren bir süre elektrik santralı olarak kullanılan bu tarihi yapı, 1955 yılında restore edilmiş olup, kültür evi olarak hizmete açılmıştır.

Diğer Tarihi Yerler

Amasra Küçüktepe Martyriumu: Uzun yıllar Roma ve Bizans yönetiminde kalan Amasra'nın, Ereğli ile birlikte Hıristiyanlığın gizlice örgütlendiği ve M.Ö. 1. yüzyıl sonları ile 2. yüzyılda bütün imparatorlukta etkisi hızla yayılan Hıristiyanlığın hayli taraftar bulduğu ilk yerlerden olduğu söylenmekte, 9. yüzyılda Kırım ile ilişkisi bulunan etkin bir başpiskoposluk merkezi olduğu bilinmektedir.

Yeraltı Çarşısı: Amasra’da bulunan ve Roma dönemine ait olduğu sanılan çarşının en önemli bölümü Tomaşkuyusu mevkiindedir. Bedestendeki yapı tekniklerinin aynen uygulandığı 17 m’lik bir ana galeri ile buraya açılan yaklaşık 50 odadan oluşmaktadır. Güneye ve batıya doğru gidildikçe antik şehir alanlarında yer yer geniş kanalizasyonlara ve kanalizasyon bacalarına rastlanır.

Hisarkale Mahzeni: Kurucaşile’de, tarihi Kromna kentinin merkezi olan Tekkeönü köyünün Hisarkale mevkiindedir. Tekkeönü Kalesi’ne ait kalıntılarla bütünleşen ve kale içinden denize kadar uzanan bir dehliz ile 7 adet kaya kuyusundan oluşmaktadır. Dönemi bilinmemekle birlikte kuyuların, Kromna halkınca savaşta erzaklarını saklamak için kullanıldığı, dehlizin gerektiğinde kaleden denize kaçış dehlizi olduğu ve denize açılan kapısının liman yapımı sırasında doldurulduğu söylenmektedir.

Yat Limanları

Amasra ve Kurucaşile limanları, yat gecelemelerine müsaittir. Kurucaşile, dağların suya değdiği ve dünyada yapılan ilk ahşap teknenin yüzdürüldüğü yer olarak bilinir. Şöhretini bugünde Türkiye'nin güzel ahşap guletlerinin yapıldığı yer olarak devam ettiriyor.

Mağaralar

Çakraz'daki Gürcüoluk mağarası ile Kayadibi'ndeki Sipahiler mağarası dikit, sarkıt, traverten ve soğan oluşumlarla muhteşem manzaralar sergilemektedir.

Gürcüoluk Mağarası'da burada yer alır.

Plajlar

Bartın’ın dik ve ormanlık yamaçlarını deniz ile buluşturan 59 km’lik sahil şeridi ve plajları yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir. Özellikle İnkumu Plajı deniz mevsiminin kısa olmasına rağmen (Haziran-Ekim arası) yoğun ilgi görmektedir. Bunun yanında Amasra, Çakraz, Kızılkum, Mogada, Güzelcehisar ve Bozköy bölgenin önemli diğer plajlarıdır.

Sportif Etkinlikler

Doğa Yürüyüşü : Bartın yayları, ortalama 1000 metre yükseklikte yeşile bürünmüş ormanlar ve ortasında benek misali geçici ikamet yerleri, zengin flora ve fauna ve muhteşem manzaralar ile birer çekim alanıdır. Bartın, yeni parkurlar arayan doğa yürüyüşçülerine zengin seçenekler sunmaktadır.

Avcılık : Bartın, zengin bir av ve yaban hayatına sahiptir. Sadece Bartın-Kastamonu Küre dağları Milli Parkı içerisinde, 40 memeli hayvan türü ile 129 kuş türüne rastlanmıştır. Bartın'da sezon boyunca kara avcılığına Uluyayla, Kurucaşile kırsal kesimi, Kayabaşı, Kayadibi, Büyükdüz, Sarıçicek, Kokurdan, Turanlar gibi yöreler olanak verir. Bölgede mevsimine göre ördek, kaz, bıldırcın, toy, üveyik, çulluk, geyik, tavşan ve yaban keçisi gibi av hayvanlarını bulmak mümkündür.

Olta Balıkçılığı : Bartın sahillerinde bol miktarda bulunan mezgit, istavrit, çinakop, lüfer, kefal, kalkan, palamut, zargana, karagöz gibi balık türlerinin, değişik olta teknikleriyle yakalamak mümkündür.

Sualtı Dalış Merkezleri : Karadeniz'in Bartın'a ait bölümü kristal duruluğunda ve turkuvaz renkli suların da, batık zenginlikler bulundurur.

Milli Parklar

Bartın-Kastamonu Küre Dağları Milli Parkı

COĞRAFYA

Ortalama yüksekliğin 2500 metre olduğu Bartın'da, sahilden iç kısma doğru göreceli yükseltilerden Küre dağları en önemlisidir. Bartın'a ismini veren Bartın nehri (Parthenious) 14 kilometre uzunluktadır. Uluyayla, Ardıç, Kalkanlı ve Zoni (Arıt) ilin önemli yaylalarıdır.

Bartın'ın yüzde 46'sını ormanlar oluşturur. Bartın'da kışları yağışlı, yazları ılıman geçen Karadeniz iklimi hüküm sürmektedir.

TARİHÇE

Bartın, Karadeniz Bölgesi’nin batı bölümünde yer almaktadır. Bartın ve çevresine ilk yerleşenler hakkında kesin bilgiler bulunmamakla beraber, yörenin ilk yerleşenlerinin yöreye M.Ö. 14. yüzyılda gelen Gaşkalar olduğu düşünülmektedir. Hitit İmparatorluğu’nun önemli bir güç haline gelmeye başlamasıyla beraber bölgedeki Gaşka hâkimiyeti sona ermiştir. Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Lydialılar, Persler, Makedonyalılar, Bithynia Krallığı ve Romalılar yöreye hâkim olmuşlardır. Roma döneminde, Bartın’ın askeri ve ekonomik nedenlerden dolayı önem kazandığı bilinmektedir. Roma İmparatorluğu M.S. 395’te ikiye ayrıldığında yörenin Doğu Roma toprakları içerisinde kaldığı görülür. Bu dönemden sonra yörede Bizans etkinliğinin sürdüğü, 13. yüzyılda Türklerin Anadolu’ya gelmesinden sonra Bartın ve çevresinin Candaroğulları Beyliği’nin hâkimiyetine girdiği bilinmektedir.

1395’te Yıldırım Bayezid, Bartın’ı Candaroğulları Beyliği’nden almakla beraber Amasra’da bulunan Ceneviz kolonisi tesirini sürdürmüş, Amasra 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir.

Bartın, 1924’te Zonguldak’ın ilçesi, 1991’de ise il olmuştur.

NE YENİR?

Bartın yemekleri etli, sebzeli, sütlü, hamur işli ve zeytinyağlı yemekler ile pilav, çorba ve tatlı çeşitlerinden oluşur. Dikkati çeken başka bir husus ise aynı türe ait yiyeceklerden pek çok çeşidin olmasıdır. Örneğin, ondan fazla dolma ve pilav çeşidine rastlanır. Bartın mutfağı ile ilgili yapılan araştırmalarda, yüzden fazla çeşide rastlanmıştır ve bu durum açıkça yöre mutfağının zenginliğini ortaya koymaktadır.

Bartın'dan Yemek Tarifleri

Pum Pum Çorbası

Malzemeler:

10 yemek kaşığı mısır unu,
150 gr. margarin veya 1 fincan zeytinyağı,
50 gr. kıyma,
pastırma veya sucuk,
2 dilim ekmek,
6 su bardağı su,
1 yemek kaşığı salça,
1 yemek kaşığı rendelenmiş kaşar peyniri,
1 tatlı kaşığı tuz ve karabiber.

Hazırlanışı: Bir tencereye mısır unu ve su konularak karıştırılır. Ateşe konulup bir süre kaynatılmaya devam edilir. Ayrı bir tavada da kıyma ile küp şeklinde doğranmış 1 dilim ekmek yağda kavrulur ve kaynamakta olan çorbanın içine katılır (Arzu edilirse bir su bardağı süt ilave edilebilir. Süt ilave edilecekse un bir kaşık artırılır). Tuz ve karabiber konulup bir süre daha kaynatıldıktan sonra ateşten alınır. Üzerine, küp küp doğranıp yağda kızartılan ekmek ile salçayla yapılan sos ve rendelenmiş kaşar peyniri serpilerek sıcak servis yapılır.

Yumurtalı Isput

Malzemeler:

1 kg. ısbut,
100 gr. margarin,
3-4 adet yumurta,
2 baş soğan,
50 gr. kıyma veya pastırma,
yeterince tuz ve karabiber.

Hazırlanışı: Isbutlar iyice yıkanır, atık kısımları kesilip ayıklandıktan sonra 2 cm. uzunluğunda olabilecek şekilde doğranır. Tencereye konulan ısbutların üzerini örtecek kadar su konularak ateşte pişirilir. Haşlana ısbutlar ılıyınca avuç içinde sıkılarak başka bir kaba alınır. Ayrı bir tencerede de yağ eritilerek önce doğranan soğanlar kızarıncaya kadar birlikte kavrulur. Bu kez diğer kaptaki ısbutlar soğan veya kıyma tenceresine konularak birkaç dakika daha kavrulduktan sonra içine yumurtalar kırılıp yeterince tuz ve karabiber ilave edilerek karıştırılır.Yumurtalar pişince yemek ateşten indirilir. Sıcak olarak servis yapılır.

NE ALINIR?

Bartın'da el dokuma ürünleri, özellikle tel kırma yazmaları ve ahşap baskı yazmaları ülke çapında ün yapmıştır. Amasra ilçesi ahşap ve dokuma hediyelik eşya yönünden çok gelişmiştir. Kurucaşile, ülkede en özenli gulet yapım yeri olarak bilinir.

YAPMADAN DÖNME

Amasra'da balık ve salata yemeden
Bozköy ve Çakraz'da denize girmeden
Doğa yürüyüşlerine katılmadan.
Özgün bir Bartın evi görmeden,
Bartın Çilek Festivali Kültür ve Turizm Etkinliklerini görmeden,
.....Dönmeyin.Karakalem çizimleri ,portre çizim sitesi,örnekleri,galerisi…

KARAMAN İLİ

Hakkında Bilgi


Karaman' ın İlçeleri: Ayrancı, Ermenek, Kazımkarabekir' dir.

Coğrafyası: İç Anadolu bölgesinin güneyinde yer alır. Kuzeyinde Konya, güneyde Mersin doğuda Ereğli, Silifke, batıda Antalya ile komşudur. Deniz seviyesinden yüksekliği 1033 metredir. Karaman genelde ova görünümündedir. Son yıllarda yapılan gölet ve sulama kanalları ile tarıma daha bir canlılık getirmiştir. Ovada tahıl türleri ve sanayi bitkileri yetiştirilir.

İklimi: Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı geçer. Yıllık yağış ortalaması 350 mm. dir.

Tarihçesi: Karaman kentinin ilk kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber yapılan arkeolojik kazılar neticesinde, önemli bir yerleşim bölgesi, ticaret ve kültür merkezi olduğuna dair belgeler bulunmuştur. Karaman ve çevresinin MÖ 8.000 yıllarında yerleşik iskana sahip olduğu ortaya konulmuştur. İl; Hititler zamanında bir askeri ve ticaret merkezi olmuş daha sonra Frigya ve Lidya’ lıların egemenliğine geçmiş, MÖ 322' de Yunan Kralı Perdikkos ve Filippos’ un işgaline ve talanına uğramıştır. Karamanoğulları, Anadolu Selçuklu Devletinin zayıflamasından ve yıkılmasından sonra bağımsızlıklarını ilan edip Karamanoğlu Devletini kurmuşlardır. Karamanoğulları devletinin başkenti olan Larende, Cumhuriyetin ilanından sonra Konya iline bağlı olarak Karaman adını almıştır.

Ne Yenir: Arabaşı, Toyga, paça, aşlık gibi çorba çeşitleri, cibe,batırık, yaprak ve köy dolmaları, keşkek ve bulamaç yörenin geleneksel yemekleri arasında sayılabilir.

Ne Alınır: Ağaç oyma işçiliği, marangozluk, mobilyacılık oldukça yaygındır. Ayrıca, bayanlar arasında nakış ve oya işçiliği de çok yaygındır. Dolayısıyla, halı (Taşkale, Şirvan, Koraş halısı) ve el sanatı ürünleri alınabilir.

Karaman' a nasıl gidilir?

Karayolu: Terminal kent merkezine yaklaşık 3 km. uzaklıktadır. Terminale belediye otobüsleri, dolmuş ve özel taksiler çalışmaktadır. Otogar Tel: (+90-338) 213 24 65 karakalem portre çizimi sitesi



Demiryolu: Tren garı kent merkezine. 1 km. uzaklıktadır. İstasyon Tel: (+90-338) 213 33 60

Bartın

Hakkında Bilgi


Bartın, Batı Karadeniz'de doğal güzelliği, plajları, tarihi yapıları, mağaralarıyla ilgi çeken bir ildir.

İLÇELER: Bartın ilinin ilçeleri; Amasra, Kuruçaşile ve Ulus'tur.

Amasra: Şehir merkezi, Bartın'ın kuzeyinde dik yamaçları Karadeniz'le buluşturan yedi tepe, beş yarımada ve iki ada üzerinde kurulmuştur.İlçe’ de önemli gelir kaynaklarından biri turizm sektörüdür. Eşsiz doğal yapısı, 3000 yıllık tarihi dokusu 1940’ lı yıllardan beri Amasra’ yı turizm cazibe merkezi yapmıştır. Son yıllar da turizm alt yapı sorumlularının da giderildiği Amasra, yaz – kış turistlerin akınına uğramaktadır.

Kuruçaşile: Şehir Merkezi, Bartın'ın kuzey doğusunda zeytin ve sandal burunları ile sınırlanan koylar üzerinde kurulmuştur.Karaman Meydan köyleri arasında fok balıklarına mahsus 10x10x10 ebadında kıyı mağarası vardır.

Ulus: Bartın'ın güneydoğu yönünde, Ulus ve Eldeş çaylarının birleştiği bir vadide kurulmuştur. Ulukaya Köyü yakınında şelale ve kanyon oluşmuştur.

NASIL GİDİLİR?

Bartın'a ulaşımın büyük bir bölümü karayolu ile sağlanır.

Karayolu: Bartın İlinin toplam karayolu uzunluğu 281 km olup, bunun 142 km'si devlet yolları, 139 km'si de il yolları ağında yer alır. İlde otoyol yoktur.

Bartın’ın şehirlerarası ulaşımını sağlayan karayolu; batıda Çaycuma-Devrek (Zonguldak) - Mengen-Yeniçağa (Bolu), güneyde de Safranbolu (Karabük)-Gerede (Bolu) üzerinden E-80 Otoyolu ile E-5 Devlet yoluna ulaşmaktadır. Doğuda Cide (Kastamonu), güneyde de yine Safranbolu (Karabük) üzerinden Orta ve Doğu Karadeniz ve İç Anadolu’ya açılmaktadır.

Demiryolu: Bartın'a en yakın Demiryolu istasyonu 38 kilometre uzaklıktaki Saltukova'dadır (Zonguldak).

Havayolu: Bartın'a en yakın havaalanı 38 kilometre uzaklıktaki Saltukova (Zonguldak)'dadır.

Denizyolu : Sahil kenti olan Bartın’da uluslararası liman olarak hizmet veren Bartın limanı aynı zamanda yolcu giriş-çıkış kapısıdır. İlde Bartın limanı ile birlikte Amasra ve Kurucaşile limanları ulusal ticari limanlar olarak hizmet vermektedir.

GEZİLECEK YERLER

Müzeler ve Örenyerleri

Amasra Müzesi
Adres: Kum Mah.
Dereoğlu Sok. No:4 Amasra -
Bartın Tel: (378) 315 10 06

Antik Tiyatro: Roma dönemine aittir. Amasra’da Aya Yorgi Tepesi’nin güney yamacındadır. Sahne binası ve oturma sıralarının bulunduğu bölümler tahrip olmuştur. Halen mezarlık olarak kullanılmakta olup, sadece giriş kapısına ait kalıntılar görülebilmektedir.

Roma Dönemi Kalıntıları: Halk arasında “Bedesten” olarak adlandırılan kalıntılar Amasra’ya yaklaşık 3 km. uzaklıktadır. Roma dönemine aittir. Büyük bir yapıttır. Kalıntıların, gymnasion veya Roma hamamı olabileceği de tartışılmaktadır. Geç dönemde ticari amaçlarla da kullanıldığı ve “Bedesten” adını da buradan aldığı sanılmaktadır.

Akropol: Amasra’da Bedesten’in güneybatısındadır. Surlardan çok az bir kısmı ayaktadır. Burada bulunan bazı sütunlar Amasra Müzesi’nde sergilenmektedir.

Kaleler

Amasra Kalesi: İki ana kütleden oluşmaktadır. Boztepe Adası’nda ve Zindan Mahallesi’nde yer alan kütleler “Boztepe Kemeri” denilen bir köprü ile bağlanmaktadır. Boztepe’de yer alan ve “Sormagir Kalesi” de denilen yapı Roma dönemine aittir. Kalenin güney surları 200 m. olup, üzerinde 6 burç bulunmaktadır. Zindan Mahallesi’nde bulunan kısım ise 300 m. uzunluğunda ve 50 m. genişliğinde bir alan çevrelemektedir. Ortalama yüksekliği 17 m’dir. Amasra Kalesi özellikle Cenevizliler tarafından yoğun biçimde kullanılmış, 14. ve 15. yüzyıllarda ciddi onarımlar görmüştür.

Camiler ve Kiliseler

Halilbey Camii (Yukarı Cami): Bartın şehir merkezindedir. 1872 yılında Halil Bey tarafından yaptırılmıştır. Kubbesiz, dikdörtgen planlı, iki pencere ile aydınlanan kagir bir yapıdır.

İbrahimpaşa Camii (Orta Cami): yerleribrahimpasacami.jpg]Bartın çarşısındadır. Bosna Valisi İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yapım yılı bilinmemekle birlikte 150 yıllık bir geçmişe sahip olduğu tahmin edilmektedir, 1864 ve 1897 yıllarında iki yangın geçirdiği, 1898 yılında yeniden yaptırılarak 1901 yılında ibadete açıldığı bilinmektedir. 1968 yılında deprem sonrası tamir görmüştür. 12'si büyük kubbenin etrafında olmak üzere 32 pencerelidir.Kare planlı, tek kubbeli ve tek minarelidir. Ana malzeme; köşelerde blok kesme taş, diğer kısımları moloz taştır. Altında 11 adet dükkân bulunmaktadır.

Fatih Camii : 9. yüzyılda Amasra Kalesi içinde yapılmış eski bir Bizans kilisesidir. Amasra'nın fethi sırasında 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye çevrilmiştir.

İçkale Mescidi: Amasra Kalesi içinde, eski bir şapeldir. 15. yüzyılda mescide dönüştürülmüş, 1930 yılında ibadete kapatılmıştır.

9. yüzyılda çok itinalı bir tuğla-taş örgü sistemi ile yapılan şapel, 11x7 m. boyutlarındadır. Ambon tonozunda "İsa Peygamber’in Göğe Yükselişi" (Ascension) sahnesini hatırlatan izler; ambon, narteks ve duvarlarının ise, renkli ve dinsel konulu duvar resimleri (fresk) ile süslü olduğu görülmektedir. Ancak duvarlar ince bir sıva ile kapatıldığından, bu freskolar zamanla düşen sıva tabakaları altından yer yer ortaya çıkmakta ve tahribata uğradığı anlaşılmaktadır.

Aya Nikolas Kilisesi: 1319 yılında Bartın merkezinde yaptırılan ve 1936 yılından itibaren bir süre elektrik santralı olarak kullanılan bu tarihi yapı, 1955 yılında restore edilmiş olup, kültür evi olarak hizmete açılmıştır.

Diğer Tarihi Yerler

Amasra Küçüktepe Martyriumu: Uzun yıllar Roma ve Bizans yönetiminde kalan Amasra'nın, Ereğli ile birlikte Hıristiyanlığın gizlice örgütlendiği ve M.Ö. 1. yüzyıl sonları ile 2. yüzyılda bütün imparatorlukta etkisi hızla yayılan Hıristiyanlığın hayli taraftar bulduğu ilk yerlerden olduğu söylenmekte, 9. yüzyılda Kırım ile ilişkisi bulunan etkin bir başpiskoposluk merkezi olduğu bilinmektedir.

Yeraltı Çarşısı: Amasra’da bulunan ve Roma dönemine ait olduğu sanılan çarşının en önemli bölümü Tomaşkuyusu mevkiindedir. Bedestendeki yapı tekniklerinin aynen uygulandığı 17 m’lik bir ana galeri ile buraya açılan yaklaşık 50 odadan oluşmaktadır. Güneye ve batıya doğru gidildikçe antik şehir alanlarında yer yer geniş kanalizasyonlara ve kanalizasyon bacalarına rastlanır.

Hisarkale Mahzeni: Kurucaşile’de, tarihi Kromna kentinin merkezi olan Tekkeönü köyünün Hisarkale mevkiindedir. Tekkeönü Kalesi’ne ait kalıntılarla bütünleşen ve kale içinden denize kadar uzanan bir dehliz ile 7 adet kaya kuyusundan oluşmaktadır. Dönemi bilinmemekle birlikte kuyuların, Kromna halkınca savaşta erzaklarını saklamak için kullanıldığı, dehlizin gerektiğinde kaleden denize kaçış dehlizi olduğu ve denize açılan kapısının liman yapımı sırasında doldurulduğu söylenmektedir.

Yat Limanları

Amasra ve Kurucaşile limanları, yat gecelemelerine müsaittir. Kurucaşile, dağların suya değdiği ve dünyada yapılan ilk ahşap teknenin yüzdürüldüğü yer olarak bilinir. Şöhretini bugünde Türkiye'nin güzel ahşap guletlerinin yapıldığı yer olarak devam ettiriyor.

Mağaralar

Çakraz'daki Gürcüoluk mağarası ile Kayadibi'ndeki Sipahiler mağarası dikit, sarkıt, traverten ve soğan oluşumlarla muhteşem manzaralar sergilemektedir.

Gürcüoluk Mağarası'da burada yer alır.

Plajlar

Bartın’ın dik ve ormanlık yamaçlarını deniz ile buluşturan 59 km’lik sahil şeridi ve plajları yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir. Özellikle İnkumu Plajı deniz mevsiminin kısa olmasına rağmen (Haziran-Ekim arası) yoğun ilgi görmektedir. Bunun yanında Amasra, Çakraz, Kızılkum, Mogada, Güzelcehisar ve Bozköy bölgenin önemli diğer plajlarıdır.

Sportif Etkinlikler

Doğa Yürüyüşü : Bartın yayları, ortalama 1000 metre yükseklikte yeşile bürünmüş ormanlar ve ortasında benek misali geçici ikamet yerleri, zengin flora ve fauna ve muhteşem manzaralar ile birer çekim alanıdır. Bartın, yeni parkurlar arayan doğa yürüyüşçülerine zengin seçenekler sunmaktadır.

Avcılık : Bartın, zengin bir av ve yaban hayatına sahiptir. Sadece Bartın-Kastamonu Küre dağları Milli Parkı içerisinde, 40 memeli hayvan türü ile 129 kuş türüne rastlanmıştır. Bartın'da sezon boyunca kara avcılığına Uluyayla, Kurucaşile kırsal kesimi, Kayabaşı, Kayadibi, Büyükdüz, Sarıçicek, Kokurdan, Turanlar gibi yöreler olanak verir. Bölgede mevsimine göre ördek, kaz, bıldırcın, toy, üveyik, çulluk, geyik, tavşan ve yaban keçisi gibi av hayvanlarını bulmak mümkündür.

Olta Balıkçılığı : Bartın sahillerinde bol miktarda bulunan mezgit, istavrit, çinakop, lüfer, kefal, kalkan, palamut, zargana, karagöz gibi balık türlerinin, değişik olta teknikleriyle yakalamak mümkündür.

Sualtı Dalış Merkezleri : Karadeniz'in Bartın'a ait bölümü kristal duruluğunda ve turkuvaz renkli suların da, batık zenginlikler bulundurur.

Milli Parklar

Bartın-Kastamonu Küre Dağları Milli Parkı

COĞRAFYA

Ortalama yüksekliğin 2500 metre olduğu Bartın'da, sahilden iç kısma doğru göreceli yükseltilerden Küre dağları en önemlisidir. Bartın'a ismini veren Bartın nehri (Parthenious) 14 kilometre uzunluktadır. Uluyayla, Ardıç, Kalkanlı ve Zoni (Arıt) ilin önemli yaylalarıdır.

Bartın'ın yüzde 46'sını ormanlar oluşturur. Bartın'da kışları yağışlı, yazları ılıman geçen Karadeniz iklimi hüküm sürmektedir.

TARİHÇE

Bartın, Karadeniz Bölgesi’nin batı bölümünde yer almaktadır. Bartın ve çevresine ilk yerleşenler hakkında kesin bilgiler bulunmamakla beraber, yörenin ilk yerleşenlerinin yöreye M.Ö. 14. yüzyılda gelen Gaşkalar olduğu düşünülmektedir. Hitit İmparatorluğu’nun önemli bir güç haline gelmeye başlamasıyla beraber bölgedeki Gaşka hâkimiyeti sona ermiştir. Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Lydialılar, Persler, Makedonyalılar, Bithynia Krallığı ve Romalılar yöreye hâkim olmuşlardır. Roma döneminde, Bartın’ın askeri ve ekonomik nedenlerden dolayı önem kazandığı bilinmektedir. Roma İmparatorluğu M.S. 395’te ikiye ayrıldığında yörenin Doğu Roma toprakları içerisinde kaldığı görülür. Bu dönemden sonra yörede Bizans etkinliğinin sürdüğü, 13. yüzyılda Türklerin Anadolu’ya gelmesinden sonra Bartın ve çevresinin Candaroğulları Beyliği’nin hâkimiyetine girdiği bilinmektedir.

1395’te Yıldırım Bayezid, Bartın’ı Candaroğulları Beyliği’nden almakla beraber Amasra’da bulunan Ceneviz kolonisi tesirini sürdürmüş, Amasra 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir.

Bartın, 1924’te Zonguldak’ın ilçesi, 1991’de ise il olmuştur.

NE YENİR?

Bartın yemekleri etli, sebzeli, sütlü, hamur işli ve zeytinyağlı yemekler ile pilav, çorba ve tatlı çeşitlerinden oluşur. Dikkati çeken başka bir husus ise aynı türe ait yiyeceklerden pek çok çeşidin olmasıdır. Örneğin, ondan fazla dolma ve pilav çeşidine rastlanır. Bartın mutfağı ile ilgili yapılan araştırmalarda, yüzden fazla çeşide rastlanmıştır ve bu durum açıkça yöre mutfağının zenginliğini ortaya koymaktadır.

Bartın'dan Yemek Tarifleri

Pum Pum Çorbası

Malzemeler:

10 yemek kaşığı mısır unu,
150 gr. margarin veya 1 fincan zeytinyağı,
50 gr. kıyma,
pastırma veya sucuk,
2 dilim ekmek,
6 su bardağı su,
1 yemek kaşığı salça,
1 yemek kaşığı rendelenmiş kaşar peyniri,
1 tatlı kaşığı tuz ve karabiber.

Hazırlanışı: Bir tencereye mısır unu ve su konularak karıştırılır. Ateşe konulup bir süre kaynatılmaya devam edilir. Ayrı bir tavada da kıyma ile küp şeklinde doğranmış 1 dilim ekmek yağda kavrulur ve kaynamakta olan çorbanın içine katılır (Arzu edilirse bir su bardağı süt ilave edilebilir. Süt ilave edilecekse un bir kaşık artırılır). Tuz ve karabiber konulup bir süre daha kaynatıldıktan sonra ateşten alınır. Üzerine, küp küp doğranıp yağda kızartılan ekmek ile salçayla yapılan sos ve rendelenmiş kaşar peyniri serpilerek sıcak servis yapılır.

Yumurtalı Isput

Malzemeler:

1 kg. ısbut,
100 gr. margarin,
3-4 adet yumurta,
2 baş soğan,
50 gr. kıyma veya pastırma,
yeterince tuz ve karabiber.

Hazırlanışı: Isbutlar iyice yıkanır, atık kısımları kesilip ayıklandıktan sonra 2 cm. uzunluğunda olabilecek şekilde doğranır. Tencereye konulan ısbutların üzerini örtecek kadar su konularak ateşte pişirilir. Haşlana ısbutlar ılıyınca avuç içinde sıkılarak başka bir kaba alınır. Ayrı bir tencerede de yağ eritilerek önce doğranan soğanlar kızarıncaya kadar birlikte kavrulur. Bu kez diğer kaptaki ısbutlar soğan veya kıyma tenceresine konularak birkaç dakika daha kavrulduktan sonra içine yumurtalar kırılıp yeterince tuz ve karabiber ilave edilerek karıştırılır.Yumurtalar pişince yemek ateşten indirilir. Sıcak olarak servis yapılır.

NE ALINIR?

Bartın'da el dokuma ürünleri, özellikle tel kırma yazmaları ve ahşap baskı yazmaları ülke çapında ün yapmıştır. Amasra ilçesi ahşap ve dokuma hediyelik eşya yönünden çok gelişmiştir. Kurucaşile, ülkede en özenli gulet yapım yeri olarak bilinir.

YAPMADAN DÖNME

Amasra'da balık ve salata yemeden
Bozköy ve Çakraz'da denize girmeden
Doğa yürüyüşlerine katılmadan.
Özgün bir Bartın evi görmeden,
Bartın Çilek Festivali Kültür ve Turizm Etkinliklerini görmeden,
.....Dönmeyin.

Bartın ili karakalem portre,resim,kurs,sanat sitesi.Web sitem üzerinden karakalem portre siparişi verebilrisiniz.

Ardahan

Hakkında Bilgi


Ardahan' ın İlçeleri: Çıldır, Damal, Göle, Hanak, Posof' tur.

Coğrafyası: Kuzeyde ve doğuda Gürcistan toprakları, güneyde Kars, batıda Artvin ve Erzurum illeriyle sınırlıdır. İlin en önemli akarsuyu Kura ırmağı, en büyük gölü üçgen biçimli Çıldır gölüdür. Van gölünden sonra Doğu Anadolu Bölgesinin ikinci büyük gölü olan Çıldır, lav akıntısı sonucunda oluşmuş bir "lav seti gölü" dür. Suları tatlı olan göl aralık ve nisan ayları arasındaki dönemde yer yer donmaktadır.

İklimi: Karasal iklime hâkim olup kışları uzun, sert ve kar yağışlı, yazları ise kısa ve serindir. Yalnızca etrafı dağlarla çevrili olan ve ortalama 900 m. yükseklikte bulunan Posof ilçesi mikroklimatik iklim koşullarına sahip olup, kışları yumuşak ve yağışlı, yazları ise sıcak geçmektedir.

Tarihçesi: Ardahan ili, 27 Mayıs 1992’ de çıkarılan yasayla, Türkiye Cumhuriyeti’ nin 75. ili olarak kurulmuştur.

Ardahan Kalesi’ nde yapılan araştırmalar, yörede Eski Tunç Çağı’ na ait kalıntıları ortaya koymaktadır. Eski adı Artan’ dır. Ardahan Kalesi uzun yıllar, Osmanlı topraklarını Kafkasya yönünden gelen saldırılara karşı korumuştur.

1878 Ayastefanos Antlaşması’ yla Rusya’ ya verilen yöre, 1918 Brest-Litovsk Antlaşması’ yla geri alınmıştır. Yerleşim, 26 Nisan 1919’ da Gürcülerin işgaline uğramış, 23 Şubat 1921’ de Türkiye topraklarına katılmıştır.

Ne Yenir: Ardahan’ ın kaşar peyniri ve balı ülke çapında isim yapmıştır. Elma dolması, evelik aşı, pişi, bozbaş, kuymak, ekmek aşı ve helvası en ünlü yemek türleridir.

Ne Alınır: Halıcılık ve gümüş işlemeciliği ildeki en önemli el sanatlarındandır. Yöre motiflerini taşıyan gümüş kemer, başlık ve takılar yöreye gelen turistlerin ilgisini çeken hediyelik eşyalardır.

Ardahan' a nasıl gidilir?

Karayolu: İlin Karadeniz Bölgesi’ ne açılımını sağlayan tek yol Ardahan-Şavşat Karayolu’ dur. Ancak gerek yol güzergahının dağlık olması, gerekse yolun bozuk olması nedeniyle kış aylarında sık sık ulaşıma kapanmaktadır. Bu yola alternatif olarak düşünülen Ardahan-Yalnızçam-Ardanuç Karayolu ise hem mesafe hem de coğrafi bakımdan elverişli şartlara sahiptir. Bu yolun tamamlanması ile ilin Karadeniz Bölgesi ile bağlantısı kolaylaşacaktır. Türkiye’nin ve Dünyanın her yerine kişiye özel çizimler yapıyoruz.karakalem portre ağırlıklı çizimler olup,isteğe göre yağlıboya,kuru boya,pastel,çizimlerde yapıyoruz.Karakalem portrede fiyatlandırma nasıl yapılır diye merak ediyorsanız yukarıdaki fiyatlar linkine bakınız.Fiyatlar kişi sayısına ve kağıdın büyüklüğüne göredir.resm dışında,afiş,tasarım,üçboyutlu çizimler,araba çizimleri,ev çizimleri v.s bilgi alabilirsiniz.

Iğdır

Hakkında Bilgi


Iğdır' ın İlçeleri: Aralık, Karakoyunlu,
Tuzluca' dır.

Coğrafyası: Kuzey ve kuzeydoğu sınırını Aras Nehri ve nehir yatağı boyunca Ermenistan sınırı teşkil eder. Doğu ve güneydoğusundan Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti ve İran, güneyinde Ağrı ili, batı ve kuzeybatıda Kars ili yer almaktadır.

Iğdır yüksek platolar ve dağlık kesimlerin geniş yer kapladığı bir bölgededir. Dil Ovası Türkiye' nin en uç noktasıdır. Bölgenin güneyinde batı doğu doğrultusunda uzanan Orta Toroslar ve Manzar Dağlarıyla başlayıp, Karasu, Aras Dağlarıyla devam eden dağlık kesim sırasıyla batıdan doğuya doğru Durak Dağı (2811 metre), Zor Dağı (3196 m), Pamuk Dağı (2639 m), Büyük Ağrı Dağı (5165 m), Küçük Ağrı Dağı (3986 m) dır. Türkiye' nin en yüksek dağı olan Büyük Ağrı Dağı, İran ile sınır teşkil etmektedir.

İklimi: Iğdır' da coğrafî konumundan dolayı karasal bir iklim hüküm sürmektedir. Sıcaklık bölge ortalamasından daha yüksektir çok az yağmur almaktadır.

Tarihçesi: Bölgeye M.Ö. 4000 tarihinde Hurriler yerleşmiş daha sonra farklı medeniyetlere sahne olmuştur. Günümüze kadar Urartular, Sakalar, Sasaniler, Bizanslar, Selçuklular, Moğollar, Oğuzlar, Karakoyunlular ve Osmanlı İmparatorluğu' nun egemenliğine girmiştir.

Ne Yenir: Bozbaş isimli kuzu inciğinden yapılan yemeği meşhurdur.

Iğdır' a nasıl gidilir?

Karayolu: Çevre il, ilçe ve komşu ülkeler ile bağlantısı sadece karayoluyla sağlanmaktadır.

Havayolu: Uçakla Kars Havaalanına oradan da Iğdır' a karayoluyla ulaşılır

Bu web site karakalem portre çizimi sipariş sitesidir.Çok özel kalıcı ve anlamlı hediye arıyorsanız doğru yerdesiniz.sanatla kalınız.

Yalova

Hakkında Bilgi


Yalova' nın İlçeleri: Altınova, Armutlu, Çiftlikköy, Çınarcık ve Termal' dir.

Coğrafyası: Yalova Türkiye' nin kuzeybatısında, Marmara Bölgesi' nin güneydoğu kesiminde yer almaktadır. İlin kuzeyinde ve batısında Marmara Denizi, doğusunda Kocaeli, güneyinde Bursa ve Gemlik körfezi yer almaktadır.

Yalova doğu kıyılarındaki düzlükler dışında, dağlık bir araziye sahiptir. Yalova bölgesi, bölgenin güneyi, batıdan doğuya doğru İzmit, Sapanca arasında Kocaeli sıradağları ile birleşen samanlı dağları ile kaplanmış durumdadır.

İlin bitki örtüsünü makiler ve ormanlar oluşturmaktadır. Güneydeki dik yamaçlar tümüyle gür bir orman örtüsü ile kaplıdır.

İklimi: Yalova ili iklimi Akdeniz ve Karedeniz iklimleri arasında bir geçiş niteliği taşır. Kimi dönemlerde karasal iklim özelliklerini yansıtan Yalova' da yazlar sıcak ve kurak kışlar ılık ve bol yağışlıdır.

Tarihçesi: Yalova’ nın tarihi M.Ö. 3000 buluntuları ile Prehistorik döneme dayanmaktadır. M.Ö. 700 yıllarında Kimmer istilası ve daha sonra Bithynia etkisi görülür. Bithynia M.Ö. 74 yılında vasiyet yoluyla Roma' ya bağlanır. Daha sonra yörede Bizans etkisi görülür. Bizans hakimiyetinden sonra Osmanlı dönemi başlar. İstanbul' bağlı ilçe iken 1995 yılında il olmuştur.

Ne Alınır: Yörede halı dokumacılığı özellikle Sugören köyünde oldukça önemli bir geçim kaynağıdır. Bu yüzden oldukça yaygın bir el sanatı olup burada dokunan ipek halılar İstanbul’ da ve Avrupa’ da bir çok alıcı bulmaktadır. Eskiden Yalova’ da yaygın olan semercilik de yok olmak üzeredir. Ayrıca ilde göğsü çam ağacından, gövdesi ıhlamur ağacından elde edilen “gumuz” denilen çalgı aleti bulunmaktadır.

Yalova' ya nasıl gidilir?

Karayolu: Yalova İli İstanbul-Kocaeli-Bursa İlleri arasında karayolu bağlantısıyla üçgenin kesişme noktasındadır. Yalova Terminali İl merkezindedir. Otogar Tel: (+90-226) 814 45 77 - 812 56 66

Denizyolu: Yalova' dan İstanbul Yenikapı, Kabataş, Bostancı ve Kartal iskeleleriyle karşılıklı ekspres ve deniz otobüsü bağlantılı olup, Topçular-Eskihisar arasında arabalı vapur seferleri yapılmaktadır. Deniz Otobüsleri: (+90-226) 812 04 99 Deniz İşletmeleri: (+90-226) 362 04 44 Arabalı Deniz Otobüsleri: (+90-226) 811 13 23 Topçular Arabalı Vapur İskelesi: (+90-226) 465 62 10
Yalovada karakalem portre,res,m,yağlıboya,renkli kalem,pastel,çizimi yapan yerler,ressamlar,kurslar,sanatsal faaliyetler.

Karabük

Hakkında Bilgi


Batı Karadeniz bölgesinde bulunan Karabük, Tarihi Safranbolu evleri ve antik kentleri ile bir turizm cennetidir.

Karabük, Türk Ulusunun tarihinde, sanayileşmeyi simgeleyen kent olmanın haklı gururunu taşımaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Ulu Önder Atatürk'ün sanayileşme yolunda aldığı devrim kararı üzerine, Türkiye'nin ilk entegre demir-çelik tesisinin yeri için, maden kömürü havzasına ve sahile yakınlığı, demiryolu güzergahında bulunuşu ve stratejik uygunluğu nedeni ile Karabük seçilmiştir.

İLÇELER:

Karabük ilinin ilçleri; Eflani, Eskipazar, Ovacık, Safranbolu ve Yenice'dir.

Yenice : Karabük'e 35 km. mesafede olan Yenice'nin tarihi, bölgenin eski tarihi geçmişine benzer olup, Selçuklular döneminden itibaren önemli bir yerleşim yeri olmuştur.

Yenice Ormanları, tropik bölgeler dışında, dünyanın ender bölgelerinde görülebilecek, bir çoğu anıtsal boy ve kalınlığa ulaşmış ağaç türleri ile gerçek bir ağaç müzesidir. Bu ormanlarda barınan hayvanların çeşitliliği, yaban hayatı yönünden Yenice'ye ayrı bir değer kazandırır. Ormanların bazı bölümleri "Tabiatı Koruma Alanı" ilan edilmiştir. Gökpınar mevkiindeki 4 Hektarlık bir alan, 40 çeşit ağaç türü ve çok sayıda hayvanı ile birlikte Arberatum olarak tescil edilmiştir.

Ormanların yanı sıra, ilçe sınırlarındaki yaylalar, mağaralar, kanyonlar, şifalı olduğu bilinen su kaynakları, orman içine tesis edilmiş bulunan dinlenme mekanları tabiat parkları, ilçenin diğer değerlerini oluşturmaktadır.

Eskipazar : Karabük'ün güneyinde, il Merkezine 36 km uzaklıkta bulunan Eskipazar'da Proto-Hititler' den kalma çevrede pek çok kaya mezarı ve tümülüs bulunmaktadır. Bu dönemden kalma, ilçeye 3 km. uzaklıkta kalıntıları bulunan antik kent, en az 4 medeniyete ev sahipliği yapmıştır.

Üzerinde pek çok tapınak ve yazıtların bulunduğu Asar Kalesi, Asar Tepesindeki Kaya tünelleri, Roma Döneminden kalma kaya mezarları, ormanları ve soğuk suyu ile ünlü Çetiören Mesire Yeri, Bayındır İçmecesi ve Soğanlı çayında yetişen tatlı su balığı, Eskipazar'ın ilgi çeken değerleridir.

NASIL GİDİLİR?

Karayolu ve demiryolu ulaşımının bulunduğu Karabük'e en yakın havaalanı Ankara Esenboğa Havaalanı (240 km.) dır.

Karayolu: Karabük'e karayolu ile Ankara-İstanbul otoyolunun Gerede sapağından ayrılarak 80 km sonra ulaşılır. Otogar kent merkezindedir. Otogar Tel : (+90-370) 415 55 37

Demiryolu: Karabük'ten Zonguldak ve Ankara'ya demiryolu ile ulaşım mümkündür. Demiryolu ile Zonguldak yönüne ulaşım, karayoluna göre daha elverişli iken, Ankara'ya ulaşım oldukça uzun sürmektedir. Bu nedenle Ankara'ya karayolu ulaşımı tavsiye edilir. İstasyonun merkeze uzaklığı 2 km.dir. İstasyon Tel : (+90-370) 424 15 49

GEZİLECEK YERLER

Safranbolu Evleri
  karakalem çizimleri

Kültür turizmi kapsamında Safranbolu'yu Ülkemizde ve Dünyada ön plana çıkartan en önemli unsur geleneksel Türk mimarisi tarzındaki Safranbolu evleridir. Bu evler bir yandan kentsel konumlarıyla diğer yandan mimarileriyle dikkate değerlerdir. İlçe merkezinde 18 ve 19. yy. başlarında yapılmış yaklaşık 2000 geleneksel Türk evi bulunmaktadır. Evler Safranbolu'nun iki ayrı kesiminde grublanmıştır. Birincisi şehir diye bilinen kışlık olarak kullanılan, ikincisi bağlar diye bilinen ve yazlık olarak kullanılan kesimdir.

Safranbolu

Safranbolu, geleneksel Türk toplum yaşamının özelliklerini kent ölçeğinde yaşatan, tarihi ve kültürel eserlerini tüm insanlara sunan bir örnek bir kenttir. Sahip olduğu zengin kültürel miras ve bu mirasın korumadaki başarısı Safranbolu'yu bir dünya kenti ününe kavuşturmuş ve UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi'ne alınmasını sağlamıştır.

Daha çok Eski Türk Evleri ile tanınan Safranbolu, tarihi boyutuyla, doğal güzellikleriyle ve kent ölçeğinde korumacılıkta örnek oluşturmasıyla gün geçtikçe daha çok ilgi görmektedir. 1200'ü koruma altında olan sayısız kültürel eseri bulunan Safranbolu, bugün kent ölçeğinde en iyi korunan yer olarak anılmaktadır.

Cami ve Kiliseler

Karabük'ün Safranbolu İlçesindeki St. Stefanos Kilisesi (Ulu Cami), Eski Cami (Gazi Süleymen Paşa Cami). Köprülü Mehmet Paşa Cami, Hidayetullah Cami, Taş Minare Cami, Dağdelen Cami, İzzet Mehmet Paşa Cami, Akçasu Cami, Eflani İlçesi Küre-i Hadit Cami görülmeye değer eserlerdir.

Han ve Hamamlar

Cinci Hanı: Safranbolu'da Çeşme Mahallesinde çarşının merkezindedir. Sultan İbrahim zamanında güçlenen ve zenginleşen, Rumeli Kazaskeri Cinci Hoca'nın (Asıl adı Hüseyin) memleketi Safranbolu'ya yaptırdığı görkemli bir yapıdır.

Cinci Hanı'ndan başka Safranbolu'da Pamukçu ve Tuzcu Hanları adıyla iki han daha bulunmaktadır. Eflani'de 20. yy.ın başlarından kalma bir Katırcı Han bulunmaktadır.

Eski Hamam: Safranbolu'da Çeşme mahallesindedir. Bizans döneminden kalmadır.

Yeni Hamam (Cinci Hamamı): Safranbolu'da Çeşme Mahallesinde Çarşı içindedir. Bu hamamın da Cinci Hoca tarafından yaptırıldığı bilinmektedir.

Yazıköy Hamamı: Safranbolu İlçesi sınırlarında olup, hangi dönemde yapılmış olduğu bilinmemekle birlikte 1800'lü yılların ortalarında yapıldığı tahmin edilmektedir.

Bulak Hamamı: Karabük merkez ilçede olup, tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 1780 yılında yapıldığı tahmin edilmektedir. Osmanlı dönemi eseridir.

Çeşme ve Köprüler

Safranbolu ilçesinde yazıtlı ve yazıtsız 93 adet kültür varlığı olarak tescilli çeşme bulunmaktadır.

Taşköprü: Safranbolu'nun doğusunda, Konarı köyünün 200 metre kuzeyindedir. Eflani Çayı üzerindeki köprünün yapım tarihi belli değildir.

Tokatlı Köprüsü: Safranbolu'nun Aşağı Tokatlı Mahallesindedir. 18. yüzyılda yaptırıldığı ileri sürülmektedir.

Yaylalar  karakalem resim

Sorkun Yaylası: Karabük-Yenice-Eskipazar sınırları arasında kalan Sorkun Yaylası yaklaşık 1650 m. yüksekliğindedir. Geniş bir alana sahip olan bu yaylada doğa yürüyüşü ön plana çıkmıştır.

Ulu Yayla: Safranbolu'nun kuzeyinde yer alan Ulu yayla oldukça gür ormanların içinde geniş ve yemyeşil çayırların uzandığı bir alandır. Ahşap malzemeden yapılmış yayla evleri ile ormanları bütünleşmesi ortaya cennet gibi bir mekan çıkartmaktadır. Yaylada kamp kurulup doğa yürüyüşleri yapılmaktadır.

Sarıçiçek Yaylası: Safranbolu İlçemizde bulunan yayla 1700 m yükseklikte olup orman dokusu açısından oldukça zengindir. Burada trekking, atla doğa yürüyüşü yapılabilir, dağ bisikleti ile gezinilir ve kamp çadırı kurulabilir.

Boduroğlu Yaylası: Ovacık ilçesinde bulunan yayla eşsiz güzelliklere sahip olup her yıl şenlikler düzenlenmektedir.

Mesire Yerleri

Göktepe Tabiat Parkı: Yenice ilçemizde bulunan bu park sahip olduğu doğal güzellikler, uygun iklim ve temiz havası, kolay ulaşılabilirliği gibi avantajlara sahiptir. Sportif faaliyetlere yönelik kullanımlar ile kamp çadırı alanı ve karavan turizmine çok uygundur.

Gökpınar Dinlenme Tesisi: Yenice ilçesi kavaklı orman serisi içerisinde, Gökpınar yaylası olarak adlandırılan orman zirvesinde yer alır.

Çetiören Mesire Yeri: Eskipazar İlçesine 10 km mesafedeki mesire yeri çok zengin bir bitki örtüsüne ve yaban hayatıyla eşsiz güzelliklere sahiptir. Her sene Ağustosun ikinci hafta sonu müzik ve yağlı güreş festivali düzenlenmektedir.

Eğriova Mesire Yeri: Eskipazar'a 25 km mesafede Eğriova mevkiinde 12.000 m2 yüzölçümünde 5 m. derinliğinde suni gölet bulunmaktadır. Doğa yürüyüşleri ve çadırlı kamp için uygundur.

Eflani çevresi: Geniş düzlükleri ve bitki örtüsüyle yayla görünümündedir.

Mağara ve Kanyonlar karakalem

Bulak (Mencilis) Mağarası: Merkez ilçe bulak köyünde bulunan bu mağara 6,5 km uzunluğu ile ülkemizin 4. büyük mağarasıdır. İçerisindeki dikitler, sarkıtlar, traventenler, göletler ve yer altı nehirleri ile bir tabiat harikasıdır.

İldeki muhtelif mağaralardan diğerleri ise Sipahiler köyünde bulunan 61 basamakla çıkılan bir mağara ve Safranbolu İlçesinde bulunan Hızar Mağarasıdır.

Kanyonlar: Karabük'ün doğal güzellikler arasında kanyonların ayrı bir yeri vardır. Daha çok Safranbolu'da kireç taşı tabakalarını derin bir biçimde yarılması ile kanyonlar ortaya çıkmıştır. Bölgenin arazi yapısını ilgi çekici hale getiren bu kanyonların başında İnce Kaya kanyonu gelmektedir. Üzerinde İnce Kaya su kemerinin yer aldığı kanyon oldukça dik ve derin yamaçlara sahiptir.

Uzunluğu oldukça fazla olan Düzce (Kirpe) Kanyonu ziyaretçilerini adeta büyülemektedir. Tabiat harikası olan diğer kanyonlarımız ise Tokatlı, Sakaralan ve Sırçalı' dır. Yenice ilçesindeki Şeker Kanyonu 6.5 km uzunluğu ve zor geçişleri ile profesyonellerin ilgi gösterdiği bir kanyondur.

Sportif Etkinlikler  karakalem çalışması

Avcılık ve Olta Balıkçılığı Karabük'ün % 60'nın ormanlarla kaplı olması sebebiyle avcılık için uygun ortama sahiptir. Her tür av hayvanı bulunabilmekte ve Avcılar derneğince sürek avları düzenlenmektedir. İlin coğrafi yapısının dağlık olması sebebiyle doğal trekking alanları bulunmaktadır. Sorkun Yaylası, Ulu Yayla, Sarıçiçek Yaylası, Boduroğlu Yaylası, Avdan yaylalarında ve Safranbolu'nun içinden geçen Tokatlı ve Düzce Kanyonlarında sık sık trekking etkinlikleri düzenlenmektedir. Eflani İlçesindeki 3 adet gölette olta balıkçılığı yapılmaktadır.

Müzeler

Karabük ilinde resmi nitelikte müze bulunmamaktadır. Kardemir'e ait "Demir-Çelik Müzesi", Safranbolu'da "Ahmet Demirezen Yemenicilik Müzesi" ile Kültür Bakanlığı, Kaymakamlık ve özel şahıslar tarafından restore edilerek geziye açılan birkaç Safranbolu Evi (Kaymakamlar Evi, Kileciler Evi, Karaüzümler Evi, Mümtazlar Konağı) müze olarak hizmet vermektedir.

Karabük Kardemir Demir Çelik Müzesi

Ahmet Demirezen Yemenicilik Müzesi: Safranbolu'nun çarşı kesiminde Yemeniciler Arastası'nda 3 numaralı dükkanda Yemeni Ustası Ahmet DEMİREZEN tarafından düzenlenmiştir. Yemeni denilen ayakkabının yapımına ait alet ve edevatların sergilendiği müze, 1989 yılında hizmete açılmıştır.

Kaymakamlar Müze Evi: Safranbolu'da Çarşı Hıdırlık Yokuşu Sokağı üzerindedir. 1979 yılında Kültür Bakanlığınca " Safranbolu Sağlıklaştırma ve Koruma" Projesi kapsamında kamulaştırılıp, restore edilen görkemli bir Safranbolu Evinin düzenlenmesiyle oluşturulmuştur. Eğitim Merkezi ve Müze Ev olarak 198l yılında hizmete giren yapı, ilk sahibinin lakabından dolayı Kaymakamlar Evi olarak isimlendirilmiştir. Her gün çalışma saatlerinde hizmete açıktır.

Örenyerleri

Karabük İlinde Arkeolojik anlamda yapılan araştırmaları sonucunda Eskipazar İlçesinin sınırları içinde, Roma döneminden kalma M.Ö. 64 yılında kurulduğu zannedilen antik Hadrianapolis kentinin harabelerine rastlanılmıştır. Bu kente ait diğer önemli bir yerleşim alanı Kimistene'de Asar Tepedir.

Safranbolu'nun Akören köyünde Roma dönemine ait antik bir yerleşim alanı bulunmaktadır.

Karabük ilinde 32 tümülüs ve 4 büyük höyük bulunmaktadır.

COĞRAFYA  karakalem olarak çizimi

Batı Karadeniz Bölgesinde Karabük, kuzeyde Bartın (80 km.), kuzeydoğu ve doğuda Kastamonu, güneydoğuda Çankırı, güneybatıda Bolu, batıda Zonguldak illeriyle komşudur.

Karabük vadiler ve platolardan oluşmaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 270 m. olmasına rağmen 2000 m yi bulan tepe ve yaylalar mevcuttur. Türkiye'nin önemli ormanlık alanlardan olan Yenice Ormanları "Açık Hava Orman Müzesi" olarak belirlenmiştir.

Kısmen Karadeniz ikliminin özellikleri görülen Karabük, kıyıdan içeride kaldığı için, Karadeniz'in nemli havasından yeterince yararlanamamakta, karasal iklimin özellikleri daha ağır basmaktadır. Ancak, İç Anadolu'da olduğu gibi şiddetli kış soğukları ile kurak yaz sıcakları görülmez. En çok yağış ilkbahar ve kış aylarındadır.

TARİHÇE

Karabük, bir kent olarak varlığını Cumhuriyete borçludur. 1927 tarihinde Zonguldak'a bağlı bir ilçe durumuna getirilen Safranbolu'nun bir köyünün 13 hanelik bir mahallesi olan Karabük 1 Haziran 1934 tarihinde Ankara-Zonguldak Demir yolunun açılmasıyla bu günkü istasyonun olduğu yere bir ad verilmesi gerektiğinde bu 13 hanelik köyün adının verilmesi uygun görülmüş böylece Karabük adı resmen ilk kez T.C. Devlet Demir Yolları haritasında geçmeye başlamış ve kullanılmıştır. 1937 yılına kadar 13 hanelik bir mahalle iken 3 Nisan 1937 yılında Demir-Çelik fabrikasının temelinin atılmasıyla Karabük Türkiye'de ve Dünyada adını kısa zamanda duyurmuştur.

NE YENİR?

Karabük'ün turizm merkezi Safranbolu'da evlerin restorasyonu ile oluşturulmuş pek çok yeme-içme ve eğlence mekanları bulunmaktadır. Akşamları Çarşı bölgesinde yoğunlaşmış eğlence mekanlarında canlı müzik dinlenebilir. Gözleme, kuyu kebabı, yayım makarnası, su böreği ve ev baklavası bulunabilecek yöresel yemeklerdendir. Her zaman taze satılan, fındıklı, şamfıstıklı, güllü ve safranlı çeşitleri bulunan Safranbolu lokumu, Safranbolu Evleri kadar ünlüdür.

NE ALINIR?

Turizmin yoğun olduğu Safranbolu'da, el sanatları ve hediyelik eşyaların üretilerek satıldığı dükkanlar mevcuttur. Yemeni (ayağa giyilen bir tür deri ayakkabı), Bakırcılar çarşısındaki bakır eşyalar, ahşap oymalar bunların başında gelir. Çarşı bölgesindeki bütün sokaklarda ve Arastada hediyelik eşyaların bulunabileceği pek çok dükkan vardır. Kastamonu dokumalarından yapılmış giysi ve örtüler, ahşap, seramik ve deri eşyalar, Safranbolu evi maketleri alınabilecek hediyelik eşyalardandır.

YAPMADAN DÖNME

Safranbolu gezmeden,
Karabük Bulak Köyü Mencilis Mağarası'na gitmeden,
Sonbaharda Yenice Ormanlarında kamp yapıp, fotoğraf çekmeden,
Ulu yayla ve Sarıçiçek Yaylasında kamp yapmadan, Şeker Kanyonu ve Düzce Kanyonunda yürümeden,
Yenice Arberataum (Açık Hava Orman Müzesi)'ni görmeden,
Eskipazar Hadrianapolis antik kentini görmeden,
Eflani Göletlerinde balık tutmadan,
Ovacık Karakoyunlu Kral Mezarını görmeden,
Safranbolu'da Kuyu Kebabı, Zerde, Su Böreği ve gözleme yemeden,
Altın Safran Belgesel Film Festivalini izlemeden,
...Dönmeyin.

Karabükte karakalem portre çizdiren yerler,kurslar,sanatsal galeriler,sanatçılar,ressamlar

KİLİS  karakalem haritası

Hakkında Bilgi


Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bir sınır Şehri olan Kilis, tarihi höyükleri, kaleleri camileri ve kebapları ile görülmesi gereken bir ildir.

İlçeler: Kilis (merkez), Elbeyli, Musabeyli, Polateli

NASIL GİDİLİR?

Karayolu ile ulaşım sağlanmaktadır. Otogar Tel : (+90-348) 813 28 33

Havayolu: En yakın hava limanı Gaziantep Havalimanıdır. Gaziantep Havaalanı Kilis'e 40 km. uzaklıktadır.

GEZİLECEK YERLER

Ravanda Kalesi: Kale Kilis'in 24 km. kuzeyinde bulunan Polateli ilçesine bağlı Ravanda Köyünün yanındadır. Etrafı açık, ufuklara hakim bir dağın sivri tepesine kurulmuştur.Dağın tepesi oyulmak suretiyle yapılan kalenin bugün ayakta kalan kısmı, iç kaledir.

Oylum Höyük: Anadolu, Suriye, Mezopotamya arasında yer alan oldukça büyük bir höyüktür. Stratejik bir konumda bulunan höyük, hemen her dönemde iskan görmüştür. Bakırtaş (Kalkolitik) Çağı'ndan Helenistik Döneme kadar kesin iskan gösteren Oylum Höyükte yapılan kazılar sonunda bölgenin tarihinin yanı sıra Ön Asya'nın da tarihi aydınlanmaktadır. İlde bunun dışında bir çok höyük bulunmaktadır.

Akpınar: Kalkerli bir toprak parçasının ortasından pırıl pırıl suların aktığı mesire yeridir Akpınar. Dört yanı zeytinlikler bağ ve meyve bahçeleriyle çevrilmiş, çimenden halılarla kaplı bu eşsiz tabiat güzelliği bahar ve yaz aylarında Kilislilerin akınına uğrar.

Söğütlüdere: İlkbahar ve yaz aylarında eğlence ve piknik yeri olarak kullanılan Söğütlüdere' nin Kilis yaşamında ayrıcalıklı bir yeri vardır. Kuzey yamaçlarından Zoppun Deresi ve Akpınar kaynaklarından akıp gelen suların, yeşilliğe bürüdüğü Söğütlüdere, özellikle hafta sonlarında Kiliselilerin mutfak kültürüne özgü kebap ve yemek çeşitleriyle mükemmel bir ziyafet sofrası için önemli bir mekandır.

COĞRAFYA   portre

Gaziantep platosunun güneybatısında yer alan Kilis'te yaklaşık 7600 hektarlık saha ormanlarla kaplıdır. Zeytin ve bağcılık başlıca tarım ürünleridir. Ayrıca bitki örtüsünde kızılçam, kermez meşesi, palamut meşesi, pınar meşesi, tespih ağacı, ardıç, sakız ağacı, melengiç, antepfıstığı ve sumak yer alır.

Kilis av hayvanları bakımından zengin bir potansiyele sahiptir.

İklim genel karakterleri itibariyle Akdeniz İklimi içinde yer alır. Yazın sıcak ve kurak, kışın soğuk ve yağışlı geçer.

TARİHÇE

Orta Tunç Çağı'na kadar uzanan eski bir yerleşim merkezi olan Kilis ve Çevresine Hurriler, Mintanni, Asur, Hitit, Pers, Makedonya, Roma ve Osmanlılar hakim olmuşlardır. Kilis 1995 yılında il olmuştur.

NE YENİR?

Geleneksel kültürü yansıtan yöresel yemeklerin tadı ve görüntüsü ile oldukça etkileyicidir. Kilis'te yapılan kebap çeşitleri özel baharatlarla tatlandırılarak dumanı üstünde servis yapılmaktadır.

Göl üzerinde bulunan restoranlarda yemek yemenin lezzetine ve pekmezin tadına doyulmaz

NE ALINIR?

Alışveriş merkezleri Kilis'e ait kültürel dokuyu yansıtan pek çok hediyelik eşyayı kapsamaktadır. Ayrıca yöreye ait pekmez çeşitlerinden katı veya sıvı pekmez alınabilir.

YAPMADAN DÖNME

Doğal güzellikleri ile ünlü Kilis'in mesire yerlerini gezmeden,

Kilis pekmezinin ve yöresel kebap çeşitlerinin tadına bakmadan,

İlde bulunan tarihi höyükleri, camileri ve Ravanda Kalesini ziyaret etmeden

...Dönmeyin.

Kiliste karakalem portre çizdirilebilecek yerler,ressamları,kursları,sanatçıları,kurs ücretleri,

OSMANİYE  kurşunkalemçizimleri

Hakkında Bilgi


Osmaniye' nin İlçeleri: Bahçe, Düziçi, Hasanbeyli, Kadirli, Sumbas ve Toprakkale' dir.

Coğrafyası: Osmaniye, Akdeniz Bölgesi' nin doğusunda yer alır. Batıdan kuzeye doğru Orta Toroslar, doğu ve güneydoğu kesiminde Amanos (Gavur) dağları yükselir. Doğuda Gaziantep, güneyde Hatay, batıda Adana, kuzeyde ise Kahramanmaraş ile çevrilidir. Etrafını çevreleyen dağlarda irili ufaklı onlarca yayla bulunmaktadır.

İklimi: Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü Osmaniye' de, yine Akdeniz bitkilerinin tamamına yakınını görmek mümkündür.

Tarihçesi: Kalkolitik ve ilk tunç çağlarında Lelegler adlı kavmin hüküm sürdüğü topraklarda daha sonraları Büyük Hitit devleti, Asur, Roma, Bizans, Selçuklular ve nihayet Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altına girmiştir.

Cumhuriyetin ilanı ile vilayet olmuş, 1933 yılında tekrar ilçe olarak idari yapısını sürdürmüştür. 24 Ekim 1996 tarihinde eski hakkı iade edilmiş ve Osmaniye il statüsüne kavuşmuştur.

Ne Yenir: Yöre mutfağının en önemli malzemesi bulgurdur. Bu bakımdan yöresel yemeklerin çoğu bulgur ile yapılır; içli köfte, mercimek köftesi, çiğ köfte, kısır, sarmaiçi, bulgur pilavı, batırık gibi... Diğer belli başlı yemekler ise; tirşik (pancar), toğga, çiçcice (domatesli pilav), kuru fasulye, nohut yemekleri, lahana sarması, patlıcan dolması, yüksük çorbası, malota çorbası, tarhana çorbası, mevsim itibariyle çeşitli sebze yemekleri ve etli kömbedir. Ayrıca Ramazan Bayramında kuru kömbe ve pekmezli yapılır.

Ne Alınır: Kök boya ile boyanan yünlerden yapılan Karatepe kilimleri, dünyaca ünlü olup yurt dışına ihraç edilmektedir.

Karatepe ve civarı köylerde, ailelerin el işçiliği ile tahtadan yapmış oldukları kaşık, çatal ve çeşitli süs eşyaları, el sanatlarının güzel örneklerindendir.

Osmaniye' ye nasıl gidilir?

Karayolu: Terminal şehir merkezindedir. Otogar Tel: (+90-328 ) 814 12 26 / 117

Havayolu: Hava yolu ile ulaşım Adana ve Gaziantep illeri vasıtasıyla yapılabilmektedir.

Denizyolu: Denizyolu ulaşımı Osmaniye' ye 75 km mesafede bulunan, İskenderun limanından yapılmaktadır.

Osmaniyede karaklem portre çizimi,yerleri,kursları,santsal faaliyetleri,sanatçıları,ressamları

DÜZCE  resim fotoğraf

Hakkında Bilgi


Düzce Batı Karadeniz’in tek antik kenti olarak ayakta kalan, günümüzün önemli idari, ekonomik ve sosyal gelişmelerle hep yükselme yolunda; bir çok alanda gelişimini sağlayacak alt yapısı mevcut; ancak 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 Depremlerinden sonra kısa sürede yeniden kalkınabilmesi için; 09 Aralık 1999 tarihinde 81. İl oldu.

Yağmur ormanları olarak adlandırılan ormanları, birbirinden güzel yaylaları, Tabiat harikası Samandere ve Güzeldere Şelaleleri, Efteni Kuş Cenneti, Kaplıcaları, Yaylaları ve Akarsuları ve Batı Karadeniz Bölgesinin ayakta kalan tek Antik Kenti Prusias – Konuralp Müzesi ile görülmeye değer bir ildir.

İLÇELER:

Düzce ilinin ilçeleri; Akçakoca, Cumayeri, Çilimli, Gökyaka, Gümüşova, Kaynaşlı ve Yığılca'dır.

Akçakoca: Akçakoca, Karadeniz Bölgesi'nin Batı Karadeniz Bölümü'nün en batısındadır.

İlçenin 35 km uzunluğundaki kıyı şeridinde yer alan geniş ve kaliteli kumsalı, berrak ve temiz denizi, Ceneviz Kalesi, Fakıllı Mağarası ve hepsinden önemlisi halkının candan ve sıcak oluşu şehri aranan merkez haline getirmektedir.

Gölyaka: Gölyaka ilçesi Batı Karadeniz Bölgesi, batı sınırları içerisinde Düzce İlinin en batı ucunda yer almaktadır. Gölyaka su kaynakları yaylaları ve ormanlarıyla bir çekim merkezi olarak kendisini göstermektedir.

Cumayeri: Düzce’nin kuzeybatısında yer alan Cumayeri ilçesi Aralık 1999’da Düzce’nin il olmasıyla birlikte bu ile bağlanmıştır.

Çilimli: Çilimli Batı Karadeniz Bölgesinde yer almakta olup, doğusunda ve güneyinde Düzce ili, batısında Cumayeri ilçesi ve kuzeyinde Akçakoca ilçesi bulunmaktadır.Özellikle kış aylarında Düzce Ovası’nda görülen sis tabakasına Çilimli ve civarında rastalınmamakta bu nedenle yerleşim alanı olarak ideal bir konumdadır.

Gümüşova: İlçe Düzce iline 18 km. mesafede olup Düzce ovasının bitişiğindedir. Avlanmanın serbest olduğu dönemlerde ilçeden geçen Melen Çayı’nda balık avcılığı yapılmaktadır. İlçe fındık, çay, kayın ve ceviz gibi Karadeniz iklimine has bitki dokusuna sahiptir.

Kaynaşlı: Kaynaşlı, İstanbul-Ankara yolu üzerinde, Bolu Dağı’nın Düzce Ovası’yla birleştiği boğazda kurulmuştur.

12 Kasım 1999’da meydana gelen Düzce depreminde Kaynaşlı yerle bir olmuştur. Uzun fay kırıklarının ve çatlaklarının oluştuğu ilçede 313 kişi hayatını kaybetmiş, 544 kişide yaralanmıştır.12 Kasım depreminde Kuzey Anadolu Fayı kırığı Kaynaşlı’da son bulmuştur. Fayın ucunda bulunan Kaynaşlı bu nedenle 12 Kasım depreminden en fazla etkilenen yerleşim yeridir. Şehirde bulunan binaların %90’ından fazlası hasar almıştır.

Yığılca: Batıdan Düzce ili ve Akçakoca ilçesi, güneyden Kaynaşlı ilçesi ve Bolu ili, kuzeyden Zonguldak ilinin Alaplı ilçesi, doğudan Bolu ilinin Mengen ilçesi ile çevrili bulunmaktadır.

NASIL GİDİLİR?

Karayolu: Düzce ile Türkiye'nin en büyük iki ili olan Ankara ve İstanbul'u birbirine bağlayan TEM otoyolu ve D-100 karayolu üzerinde bulunduğundan ulaşım son derece kolaydır.

Denizyolu: Düzce İli Akçakoca İlçesi ile Karadeniz'e açılmakta olup, Akçakoca iskele barınağı ticari amaçlarla kullanılmaktadır. Ancak Denizyolu ile yolcu ve yük taşımacılığı yapılmamaktadır.

GEZİLECEK YERLER

Müzeler

Konuralp Müzesi: Batı Karadeniz'in tek antik Kenti olan Konuralp Düzce'nin beldesi ve iç içe Antik Roma Kenti olan " Prusias Ad Hypium" üzerine kurulmuştur. Konuralp müzesinde, 1825 adet arkeolojik, 456 adet etnoğrafik, 3837 adet sikke olmak üzere toplam 6118 adet eser bulunmaktadır. Bu eserler müze bahçesi, arkeoloji, etnoğrafya, taş eserler salonları ile sikke bölümlerinde sergilenmektedir. Müze Tel:(+90-380) 212 38 17

Cami ve Türbeler

Konuralp Beldesi'nde bulunan Konuralp Camii 14. yy' da yapıldığı bilinmektedir. Yüz yıl kadar önce Dilaver Ağa isimli bir şahıs tarafından onarılarak bugüne kadar korunabilmiştir. Konuralp Türbesi, Karaköy Türbeleri, Cumayeri ve Ahmet Dede Türbesi Düzce'nin önemli türbeleridir.

Korunan Alanlar

Düzce - Demirciönü Tabiatı Koruma Alanı

Konumu: Batı Karadeniz Bölgesinde, Düzce ili, Akçakoca ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Saha; 430 Ha. büyüklüğündedir.

Ulaşım: Akçakoca'ya 10 km. uzaklıktadır.

Özellikleri: Sahada; kayın,gürgen,kestane ve meşe türlerinin yer yer saf, yer yer karışık meşcereleri oluşturması, optimum yağış alanlarından doğal özellikleri bozulmamış bir örneğini teşkil etmesi yanı sıra zengin bir alt flora ve fauna potansiyeline sahipyöre nadir bir ekosistemi özelliği göstermektedir.

Kayın,gürgen, kestane, meşe, kavak, ıhlamur, kızıl ağaç, yabani fındık, orman gülü, ayı üzümü, böğürtlen, kocayemiş, orman sarmaşığı, ısırgan ve çayır otları sahada bulunan başlıca bitki türleridir.

Sahada; ayı, yaban domuzu, tilki, tavşan, kurt, çakal, karaca, keklik, kartal, karga, yabani güvercin, atmaca bulunmaktadır.

Göl ve Şelaleler

Efteni Gölü: Efteni Gölü 100 metre yükseklikte, Düzce ile Gölyaka'nın sınırları içinde kalmaktadır. Düzce'nin 14 km. güney batısında, Elmacık Dağı silsilesinin eteğinde Asar, Uğur, Küçük Melen sularının ve yan derelerin oluşturmuş olduğu tatlı su gölüdür. Efteni Gölü, göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan önemli ve ender merkezlerden biridir. Göl, 1992 yılında Orman Bakanlığı Milli Parklar Av-Yaban Hayatı Koruma Genel Müdürlüğü tarafından koruma statüsüne alınmış olup, avlanmak yasaktır.

Yaklaşık 150 çeşit su kuşu türüne ev sahipliği yapan gölde, Kuğu, Karabatak, Flamingo, Su Tavuğu, Boz Kaz, Yeşilbaş Ördek, Sakar Meke, Sumru, Kız Kuşu, Çulluk, Balık Kartalı, Balıkçıl, Yılan Boyun, Angıt ilk göze çarpan kuş türleridir. Efteni Gölü çevresinde gölün izlenebilmesi için Kuş Seyir Terasları ile ziyaretçilerin bilgi alabileceği bir de tanıtım merkezi bulunmaktadır.

Güzeldere Şelalesi: Güzeldere Şelalesi, Düzce'nin Gölyaka ilçesinin sınırları içerisinde Düzce'ye 28, Gölyaka'ya ise 16 km mesafedeki Güzeldere Şelalesi 135 m. yüksekliktedir ve estetik yönden yörede ayrıcalıklı bir konuma sahiptir.

Samandere Şelalesi: (Tabiat Anıtı) Düzce'nin güneydoğusunda, il merkezine 26 km. mesafede Samandere Köyü sınırları içinde bulunan ve tabiat olaylarının meydana getirdiği özellikler ile oluşan Samandere Şelalesi, Orman Bakanlığı'nca "Tabiat Anıtı" olarak tescil edilmiştir. Samandere Şelalesi'nin de bulunduğu 500 metrelik dere boyunca, anıt ağaçlar, 3 adet şelale ve 1 de Cadı Kazanı adı verilen derin bölüm bulunmaktadır.

Plajlar  karakalem olarak eskizi

Akçakoca: Düzce’nin kuzeyinde ve Karadeniz kıyısında yer alan şirin ilçesi Akçakoca, bir tatil ve turizm cennetidir. Karadeniz sahilinde doğal yapısı ile dikkat çekin bu ilçe yaz ayları boyunca özellikle çevre ilçelerde yaşayanların ve bir çok turistin uğrak yeridir. Bu sahil şehrinde çok sayıda otel, pansiyon, kamping ve restorantlar turizme hizmet vermektedir.

Melenağzı Köyü ve Plajı: Akçakoca’nın 13 km batısında bulunan bu Melenağzı Köyü’nde balıkçılık hayli önemlidir .Köy içinden geçerek Karadeniz’e dökülen Melen Çayı, balıkçı teknelerinin barındığı doğal bir liman görünümündedir. Irmak boyunca teknelerle gezi imkanı vardır. Sahil boyunca geniş plajlar, kır kahveleri, gazinolar ve kamping alanları bulunmaktadır.

Karaburun Köyü ve Plajı: Akçakoca ilçesine 10 km. uzaklıktadır. Yeşil ile mavinin içiçe geçtiği Karaburun Plajı, doğal kumsalı, şirin ev ve pansiyonları, kır kahveleri, lokanta ve gazinolarıyla yaz aylarının en önde gelen dinlenme ve eğlenme yerlerindendir.

Edilli Ağzı Plajı: Ormanla denizin adeta kucaklaştığı bu alanda geniş ve doğal plajlar, özellikle sakin yer arayanlar için ideal bir ortamdır.

Çayağzı Kumpınar ve Akkaya Köyü: Karadeniz Ereğli yolu üzerinde, Akçakoca merkezinin 7 km doğusunda başlayan ve sahil boyunca uzanan geniş doğal plajları büyük rağbet gören bu yörede, ormanlar arasında akan derelerde balıkçılık yapılabiliyor. Orman içi piknik ve yürüyüş alanları bulunan bölge kuş avcılığı için de uygundur.

Mağaralar

Düzce'nin Akçakoca ilçesinin 8 km. güneydoğusundaki Fakıllı Köyü'nde bulunan Fakıllı Mağarası ilgi çekmektedir. Mağaraya, 1 metre yüksekliğinde, 15 metre uzunluğundaki bir galeriden ulaşılmaktadır. Hala doğal özelliğini koruyan mağaranın içinde çeşitli yönlere giden galeriler, ilgi çekici sarkıt ve dikitler mevcuttur.

Yaylalar

Kocayayla-Şehirli Yayla, Odayeri Yaylası, Torkul Yaylası, Topuk Yayla, Kardüz Yaylası Düzce'nin önemli yaylalarıdır.

COĞRAFYA

Düzce Batı Karadeniz havzası içinde yer alır. Düzce doğusunda Bolu, batısında Sakarya ve kuzeydoğusunda Zonguldak illeri ile komşudur. Denizden yüksekliği 120-180 metre arasında değişmektedir. Belli başlı akarsuları Büyük Melen Çayı, Küçük Melen Çayı, Asar Suyu, Uğur Suyu ve Aksu Deresidir.

Bitki örtüsü olarak oldukça zengin ve yeşilin her görüntüsü vardır. Ovada kavak, fındık ve çeşitli meyve ağaçlarına, yüksek kesimlerde kayın, meşe, köknar, kızılağaç, çam ağaçların bulunduğu zengin orman alanlarına sahiptir. Ayrıca dik meyilli yüksek olan yerlerde zamanla açılmış fındık bahçeleri geniş yer teşkil etmektedir.

Bölgede yazlar sıcak kışlar soğuk geçmesine rağmen iklimi, Batı Karadeniz iklimi ile Orta Anadolu iklimi arasında geçiş niteliğindedir.

TARİHÇE

Düzce'nin bilinen tarihi M.Ö. 1390 yıllarına kadar gitmektedir. Bu zaman içinde yöre, birçok kavmin ve Devletin istilasına maruz kalmıştır. Bu nedenle, çevre tarih öncesi ve sonrası Frig, Lidya, Pers, Roma, Bizans, Selçuk ve Osmanlı uygarlıklarının izlerini taşımaktadır. Yörenin Osmanlı hakimiyetine geçişi Orhan Gazi'nin Komutanlarından Konuralp Bey tarafından 1323 yılında gerçekleşmiştir.

17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999 depremlerini yaşayan Düzce 1'i yeni 6'sı eski ilçe dahil edilerek 09 Aralık 1999 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla İl Statüsüne kavuşturulmuştur.

NE YENİR?

Düzce ilinde yöresel yemekler olarak, Arnavut Böreği, Şıl Börek, Göbete ve Mantısı, Katlama, Sarı Burma ve Su Böreği, Boşnak Böreği ve Tatlısı, Gözleme, Höşmerim ve Tavuklu Keşkeği, Lepsi, Mamursa ve Halujları, Kara Lahana Yemeği ve Mısır Ekmeği sayılabilir.

NE ALINIR?

Düzce'den alınabilecek şeyler olarak yörenin en önemli tarımsal ürünü olan fındık ile tütün kolonyası sayılabilir.

YAPMADAN DÖNME

Akçakoca Ceneviz Kalesi'ni gezmeden,
Aydınpınar Beldesi'nde tereyağda alabalık yemeden,
Konuralp Müzesi'ni gezmeden,
Efteni Kuş Cenneti ile Güzeldere Şelalesi'ni görmeden,
Kaynaşlı'da et-mangal yapmadan,
Fındık-tütün kolonyası almadan,

YAPMANIZI ÖNERİRİM..

Karakalem,portre,çizen yerler,kurslar,ressamlar ve detalı bilgi için anasayfamızı tıklayınız.